Açık Radyo’nun Haziran 1995 tarihli manifestosunda1 “Radyo Ne İşe Yarar?” diye bir soru soruluyor, sonra da bu radyonun “demokratik, özgür bir mecra” olacağı, “haysiyetli” işler yapacağı yazıyor… O da 12 yıllık yayın hayatında bu üç basit kelime etrafında şekillenen ilkeleri uygulamaya çalıştı. Asla tarafsız olmadı, bu gönüllüler tımarhanesinde, gönüllü delilerden beklenebilecek olanı yapmaya gayret etti: Daima demokrasiden, özgürlükten ve adaletten yana olmaya ve bir de, haysiyet adına o yoluk kuyruğunu her daim dik tutmaya çalıştı.
“Bilmek İstiyoruz”
Radyo yayına geçtiği gün, Bosna-Hersek’teki savaş devam ediyordu; o da sözü ve müziği ile, katledilenlerin yanında oldu; ülkede nükleer santral kurulmasına çalışılırken onun tehlikelerinden korkanların yanında oldu, Susurluk kazası olduğunda kapalı kapılar ardında işlenen cinayetlerin hesabının sorulması için yayın yaptı, Deprem olduğunda kendini bir telsiz çevrimi haline getirdi ve “Devlet yaraları saracaktır” teranesini sivil sesin nihayet bastırabilmesi için: “Kaç kişi kaybettik, bilmek istiyoruz?” diye sordu yüksek sesle, memleketin Ermeni-Kürt-Kıbrıs ebedî korkularını bastırmak için karanlıkta yüksek sesle ıslık çaldı, Manisalı gençleri, YÖK’ü, içleri boşaltılan bankaları, 11 Eylül 1973’de Şili Katliamında ITT şirketinin rolünü, küresel ısınmada petrol şirketlerinin rolünü,

12 Eylül’de ortadan kaybedilenleri, Sabra-Şatila katliamında Şaron’un savaş suçlarını, Doğu Timor’un bir ara toptan kaybolan halkını, 50. yıldönümünde İran darbesinde petrolcülerin ne yaptığını, Cenin’de kaç kişinin öldürüldüğünü, yağmur ormanlarını kimin kestiğini, Arjantin’i kimin “iflâs ettiğini” sordu, AIDS’i kovaladı, ilaç şirketlerinin gizli kapaklı işlerinin peşinden koştu, “Battle in Seattle”ı biraz geriden, Porto Alegre’yi tam göbeğinden yakaladı, Kosova’da epey bocaladı, Zeugma’yı atladı ama Enron’da hemen herkesi atlattı, İsrailli vicdani redçilerin mektuplarını, o mektuplar yazılmaya başladığından iki gün sonra okudu, “korkunç savaş suçlarının işlendiği ve hepsinin gizlendiği, inanılmaz bir barbarlık örneği olan Cenin cehennemine”2 ânında girdi ve paramparça olup çıktı, Hiroşima’yı her yıl, hayatın içindeki şiddeti her gün konuştu, AB macerasında ilk zirveden bir ay önce düzenli program yapmaya koyuldu, ondan sonra da Avrupa rüyasını ve Avrupa riyasını hep konuştu, Radyo Televizyon Yasası’nı tüm radyo ve televizyonlarda bir tek o konuştu, Düşünceye Özgürlük davalarının ‘şahsen’ içindeydi, 11 Eylül’de hafif sersem ve fakat hızlıydı, Irak savaşında acaip hızlıydı: Bu konuda ilk uyananlardan oldu: bu savaşı 17 ay öncesinden itibaren Rumsfeld planı üzerinden anlatmaya başlamıştı bile, Britanya’nın “kitle imha silâhları” dosyasındaki tehdidin “imkânsız” olduğu, daha Britanya ahalisi bu raporu öğrenmeden önce bu radyoda söylendi3, bu radyo Londra tarihinin gördüğü en büyük kitle gösterisinde Londra’daydı ve BBC’den öndeydi, aynı gün New York tarihinin gördüğü en büyük kitle gösterilerinden birinde New York’taydı ve tüm Amerikan medyasından öndeydi, ama bunu yapmanın dünyanın en zor işi olmadığının da bilincindeydi, Türkiye Cumhuriyet tarihinin en önemli Meclis kararlarından birinin alındığı gün, karardan önce Ankara’da Sıhhiye Meydanı’ndaydı, barış hareketinin hep yanında,

“gömülü” (embedded) medyanın hep karşısındaydı, birbiri ardından yıldönümlerini, Şili’yi, Woody’yi, 15- 16 Haziran’ı, 6-7 Eylülü, Amerika’nın 11 Eylülünü, Şili’nin 11 Eylülünü, 12 Eylülü, İran darbesinin 50. yıldönümünü, Sacco ile Vanzetti’yi, Münir Nureddin’le Münir Beşir’i, Duke’la Dylan’ı, Bach’la Brel’i anarken, bebekten katile dönüşmüş çocukların Hrant’ı vurmasına yanarken, İsrail’in Lübnan’ı vurmasını yaşarken, Hepimiz Hrantız yürüyüşünü yüzbinler halinde yürürken de kulağı bir yandan, Milan Kundera’nın o hep unutulmak istenen unutulmaz sözündeydi: “İnsanın güce karşı mücadelesi, belleğin unutuşa karşı mücadelesidir.”
“Hem Gerçekçi, Hem Ahlaklı Olmak Mümkün”
“İstanbul’da yapılan 21. Dünya Felsefesi Kongresi’nde özellikle iki dünya meselesi öne çıktı. Bunlardan biri dünyadaki yoksulluk, ikincisi de mutlaka ve mutlaka bir uluslararası hukuk sisteminin gerekliliği. Amerika’nın Irak’ı işgali ile tamamen yerlebir ettiği hukuki uluslararası düzenin gerekliliği ortaya çıktı. Bu, dünyanın ileri gelen felsefecileri tarafından gerek Jürgen Habermas olsun, gerek Peter Singer olsun, çok net bir şekilde ifade edildi… Türkiye’de Irak savaşı öncesinde özellikle bazı gazeteciler ve diğer kesimler tarafından Irak savaşına karşı çıkanlara karşı dile getirilen bir eleştiri vardı: ‘Siz idealistsiniz, ayaklarınız yerde değil, gerçekçi değilsiniz…” Halbuki tam tersi çıktı ortaya bu bildirilerde. Hem gerçekçi, hem ahlâklı olmanın mümkün olabileceği ortaya çıktı. O bakımdan Kongre’ninTürkiye’de yapılmış olmasının da çok önemli olduğunu düşünüyorum. Hiçbir bildiri yoktu ki Amerika’nın işgalini haklı göstersin, meşru göstersin… Yani çoğu zaman güçsüzlerin elindeki en önemli silah zaten doğru’dur, ya bilime ilişkin doğrudur ya da ahlâki doğrudur. Biz bugün Amerika’nın Irak’ı işgalini eleştirebiliyor isek bunu ahlâki bir doğruya dayanarak yapıyoruz, “bu ahlâken yanlıştır” diyerek yapabiliyoruz. Dolayısıyla zaten politik gücü ya da ekonomik gücü olmadığına göre, sığınabilecekleri, karşı çıkabilecekleri, sarılabilecekleri tek araç bizzat ahlâki, etik yahut da bilimsel doğrular. Bundan da vazgeçtiğimizde tamamen teslim oluyoruz. … Bilimin hem siyasi-askeri bir güç haline gelmesi, hem de müthiş bir kâr aracı haline gelmesi, tabii ki bilimsel etos dediğimiz şeyi tehdit ediyor ve parçalamaya başlıyor. Bilimsel faaliyet açık ve dürüstlüğe dayanan bir faaliyettir, açık eleştiriye dayalı bir faaliyettir… Şimdi bu güme gidiyor, çünkü artık biz sizinle konuşamamaya başlıyoruz … Ben bunun böyle gitmeyeceği kanısındayım. Yani dünya şu andaki ekonomik sistemini daha uzun süre götüremeyecek kanısındayım, şimdiden onun belirtileri var…Bu böyle gitmeyecek, o gözüküyor…”4
Radyo, hayatın ta kendisi olan müziklerini de öyle gördü. ‘Şarkı’larını, “sosyal değişimin bir aracı, çağın bir tarihçesi, tarihin yaşayan bir hatırlatıcısı”5 olarak gördü ve öyle çaldı. Sadasını, popüler eğlence müziği denen o dev açıkhava hapishanesinden çıkarıp, toplumsal vicdan âlemine ya da, “paylaşılan cemaat duygusu”na6 geri dönmek için kullandı.
“Herkesin ortaklaşa yükümlenmesi gereken; yaratılacak, tekrardan yaratılacak bir alan var,” diyordu Edward Said. “Ne kadar emperyal şiddet gösterilirse gösterilsin, bu gerçek ortadan kalkmayacak.” 7
İşte tam da o alanı savunmaya çalıştı Açık Radyo her zaman. “Herkese ısrarla söylüyorum, birleşin!” diyor Said. “Değerler, tanımlar ve kültürler alanını, direnmeden terk etmeyin. Bunlar tabii ki birkaç Washington görevlisinin malı olamaz…”8
Açık Radyo tam da bunu savunmaya çalıştı her zaman. Onun oniki yıl önce kaleme alınmış ‘manifesto’su9 da işte onun için şu cümleyle bitiyordu:
“Bu, bizim ortak projemizdir.”
Hem Demokrasi, Hem Küreselleşme Mümkün Ama…
Hem demokrasinin gelişmesine, hem de küreselleşmenin nimetlerine gerçekten inanılıyorsa, küreselleşmenin sonuçlarının da mutlaka paylaşması zorunlu görünüyor. Çünkü, büyük şirket küreselleşmesi denen sürecin sonunda ayazda kalan ‘ötekiler’, yani Cancún’da DTÖ toplantısında ‘sıfır kilometre’de’da kendini kalbinden bıçaklıyan Bay Lee, Irak’ta işgalci kurşunlarıyla kevgire dönen olan adsız delikanlı, Kemer açıklarında denizin dibindeki yarım sintinede kemikleri sonsuza kadar mahsur kalan Pakistanlı mülteci kız, ya da “cennete gitmek ve orada kivi, portakal yiyip dinlenmek isteyen” 10 dokuz yaşındaki Diyarbakırlı oğlan çocuğu, biziz. Ve çünkü, şair ve vaiz John Donne’ın dediği gibi:
Kimse bir Ada değildir, kendi içinde bir bütünlük arzeden; herkes Kıtanın bir parçası,
anakaranın bir bölümüdür; bir Toprak zerresini Deniz alıp götürse, Avrupa azalmış
olur; bir Yarımada kopup gitmiş, dostlarının Malikânesi ya da senin kendi malikânen
yokolup gitmiş gibi olur; herhangi bir insanın ölümü, beni azaltır, çünkü ben İnsanlıkla
halli hamurum; E, o zaman da bana asla sorma, bu çan kimin için çalıyor diye; o çan
senin için çalıyor.11

Taraflı Yayın
Kısacası, kuruldu kurulalı hep yanlı, hep taraflı yayındaydı Açık Radyo. Doğrusunu isterseniz, başka türlü yapamaz, tarafsız kalamazdı.
Ne yapsaydı yani? ‘Nasılsa deprem olacak, Allah’ın emri, hem olsa da devlet yaraları sarar, o zaman üzerinde konuşmaya gerek yok, olduğunda düşünürüz’ mü deseydi? ‘Küresel ısınma kapımıza gelmiş, canlılar âlemini yok edebilir, ama zaten petrol, kömür, enerji şirketleri de azman, o zaman bununla ilgili konuşmanın âlemi yok, unutalım şimdi’ mi deseydi? Ya da, ‘Amerika çok güçlü, eh, ağanın eli de tutulmaz, o zaman ona dayı diyelim, Irak’a hegemonya ve petrol için değil, demokrasi ve özgürlük için geldi diyelim bari’ mi deseydi ve sussaydı ondan sonra? ‘Madem böyle, madem “suçludur, güçlüdür”, o zaman ülkemiz de asker gönderip güçlünün suçortağı olsun, askerlerimiz de biraz ölsün varsın, ne yapalım’ diyerek. Ya da, ‘yoksul ülkeler âdil ticaret istiyor, haklılar da, ama ne yapalım ki onları unufak eden ülkeler de çok zengin ve güçlü, güçsüzler baksınlar başlarının çaresine’ mi demeliydi yoksa? Kâinatın tek sesi vardır mı demeliydi? “Güçlüdür, haklıdır!” Bunu mu düstur olarak benimsemeliydi? Ve ‘Delete’ tuşuna basıp unutmalı mıydı herşeyi –Kundera’yı ve geri kalan ne varsa hepsini?
Kültür, Siyaset, Ahlak
Küreselleşme, ekonomiyle olduğu kadar kültür, siyaset ve ahlakla da ilişkili olarak algılanmalıdır. Bu, mesleklerinin ortodoks anlayışları içinde ne kadar iyi yetişmiş olurlarsa olsunlar, ekonomistlere emanet edilecek bir alıştırma değil, ahlaki ve siyasi hayal gücü için bir sınavdır… 12
Richard Falk
Açık Radyo bunların hiçbirini yapmadı. Güçsüzdü belki, ama, yayına geçtiği 13 Kasım 1995 günü sabahından beri, Profesör Irzık’ın deyişiyle, güçsüzün elindeki tek silahı, ahlakî doğruyu kullanmaya çalıştı. İstedi ki bu doğru, onun mikrofonlarından çıkıp güce ve adaletsizliğe karşı doğrultulan bir silah olsun. Bu silahın nasıl bir ‘ses’ çıkardığı konusuna gelince. Burada bir tek bilirkişi var. Balistik muayene raporunu verecek tek yetkili de o tabii: Dinleyici. (Bkz; Açık Radyo, Manifesto, Açık Radyo – Cool Medya )
Ömer Madra
- “Açık Radyo Manifestosu” Açık Radyo Online.www.acikradyo.com.tr↩︎
- “Searching Jenin – A Review of the Book” Counterpunch, 6 Mayıs, 2003. (İsrail Hayfa Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü İlan Pappe’nin, İsrail’in Cenin katliamı hakkındaki değerlendirmesi)www.counterpunch.com↩︎
- “Blair’in Raporu Kanıttan Yoksun” Açık Gazete, Açık Radyo, 23 Eylül 2002 ve Hasan Ersel’in, savaştan çok öncesinden başlayarak kaleme aldığı Irak’ın silah gücüne ilişkin ayrıntılı değerlendirmelerini içeren kapsamlı makaleleri: Açık Site, 14 Ağustos 2002, 8 Eylül 2002, 13 Eylül 2002, 17 Eylül 2002.www.acikradyo.com.tr↩︎
- Prof. Irzık’la Açık Radyo’da “Açık Gazete” programında yapılan söyleşi, 19 Ağustos 2003; Bkz.: “Bilimsel Nesnellik ve Ahlâk, Herkese Lazım,” Açık Radyo Online, 25 Ağustos 2003. Ayrıca Gürol Irzık’ın Kongre’ye sunduğu tebliğ için bkz.: “Science and Its Discontents”, Açık Radyo Online.www.acikradyo.com.tr↩︎
- Campbell Stevenson; “All in the Family” in: Worldwide – Ten Years of Womad, London: Virgin, 1992. (s. 83)↩︎
- Ibid.↩︎
- Edward Said; “Dreams and Delusions” Al Ahram, 30 Ağustos 2003. (Türkçesi: Açık Radyo Online, 19 Eylül 2003)www.acikradyo.com.tr↩︎
- Ibid.↩︎
- Bkz.: www.acikradyo.com.tr↩︎
- Zafer Yenal, Yücel Yemez, Burcu Kuğu; “İncir Çekirdeği” Açık Radyo, 27 Eylül 2003.↩︎
- John Donne’ın vaazından bu parçayı, Ernest Hemingway, For Whom The Bell Tolls romanında epigraf olarak kullanmıştır (Middlesex: Penguin, 1961).↩︎
- Richard Falk; Yırtıcı Küreselleşme: Bir eleştiri, İstanbul: Küre yayınları, 2001. (s. xvii) (İngilizce Önsöz’den çeviren ve vurgular ÖM)