Karl Polanyi’nin 20. yüzyılın en önemli eserleri arasında sayılan The Great Transformation1 (Büyük Dönüşüm) adlı kitabı, 19. yüzyılın İkinci Dünya Savaşı’yla sonuçlanan tarihsel gelişmelerini konu alıyor. 1944 yılında yayınlanan bu kitabın ilk cümlesi şu: “19. yüzyıl uygarlığı çöktü”. Ama Polanyi’nin çöküşünü ilan ettiği bu uygarlık, kısa bir aradan sonra bugün gene en temel özellikleriyle karşımızda. Dolayısıyla 21. yüzyılın Polanyi’den öğreneceği çok şey var.
Polanyi’nin çöküşünü haber verdiği uygarlığın merkezinde piyasa toplumu vardı ve piyasa toplumu üretim araçlarının özel mülkiyetine atıfla tanımlanan kapitalizmden farklı bir şeydi. Piyasa toplumunun temelinde, meta olmayan, yani satılmak üzere üretilmiş olmayan bazı üretim unsurlarının, meta olarak tanımlanmaları bulunuyordu. Bu üretim unsurlarının, yani emeğin, toprak ve paranın meta olarak ele alınması bütünüyle hayalî bir tanımlamaydı.

Ancak 19. yüzyılda emek, toprak ve para piyasaları bu hayal yardımıyla örgütlenmişlerdi. Bu örgütlenme, insanların emek piyasasının işleyişine bağlı olarak işsiz ve aç kalabildikleri, para miktarının üretim faaliyetinin gereklerine göre kontrol edilemediği, toprağın ve doğanın kör bir büyüme amacına feda edildiği bir ortamı tanımlıyordu. Ortaya çıkan, toplum kontrolünden çıkmış bir ekonomiydi ve bu toplum kontrolünden çıkmış ekonominin, toplumun bütününü kendi kontrolüne alması ve toplumsal yaşamın tamamının ekonominin bir ‘aksesuarı’ hâline gelmesi kaçınılmazdı.
Polanyi’ye göre, 19. yüzyıl uygarlığı böyle bir anormal durumu, toplumun ekonominin aksesuarı hâline geldiği, tarihte eşi görülmemiş bir acayipliği yansıtıyordu. Bu acayiplik, insan toplumuyla bağdaşamaz niteliğinin yarattığı gerilimlerin yol açtığı bir dizi ekonomik ve siyasi krizden sonra çökmüştü. Çöken düzen ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında onu izleyen düzeni birbirinden ayıran ekonomik önlemler ve ideolojik ortam farkları, “eninde sonunda ikisi de kapitalizm” deyip geçilecek farklar değildi. Bütün dünyada 1970’lerden sonra yaşanan değişim ve bu değişimin milyonlarca insanın günlük hayatı üzerindeki etkisi, bugün bu farkların önemini takdir etmemizi gerektiriyor.
Piyasa Toplumu
Polanyi’ye göre, piyasa toplumu denen acayipliğin ortaya çıkışı kendi kendine olan bir şey değildi. Bununla ilgili olarak, “işler oluruna bırakılsaydı serbest piyasalar hiçbir zaman ortaya çıkamazlardı” diye yazmış ve bu önermeyi 19. yüzyılda başdöndürücü bir biçimde artan yasama faaliyetlerine atıfla açıklamıştı. Aslına bakılırsa bugünün Türkiye’sinden bakıldığında bu fikir bize hiç de yabancı gelmemeli. Herhâlde TBMM, bütün tarihi boyunca son yıllarda olduğu kadar çok ekonomik nitelikli yasa geçirmemişti. Bunlara bir de ekonominin işleyişini düzenleyen yüzlerce yönetmeliği eklersek, serbest bir piyasa ekonomisi kurmanın ne kadar çok devlet müdahalesi gerektirdiğini görmemiz çok zor olmaz.
Polanyi’ye göre, ‘doğallık’ ve ‘normallik’le hiç bir ilgisi olmayan piyasa ekonomisini kurmak için girişilen bilinçli çabalar, insan toplumunun kendini korumak için giriştiği çabalarda karşılığını bulmuştu. Polanyi, piyasa ekonomisinin insan toplumu üzerindeki yıkıcı bir etkisi olduğunu, insan toplumunun kaçınılmaz olarak kendini bu yıkıcı etkiden korumaya çalışacağını, ama bu çaba içinde ortaya çıkan tepkilerin her zaman ahlaki ve siyasi açıdan kabul edilebilir biçimler almayabileceklerini düşünüyordu. Nitekim, “Alman faşizmini anlamak için Ricardo İngiltere’sine bakmak gerekir” diye yazmıştı.
Bu nokta da günümüz açısından çok önemli. Günümüzün Polanyivari bir açıklaması, etnik ve dinî aidiyetin bugün neden bu kadar önem kazandığını, terörün nasıl bu kadar çok nefer bulabildiğini açıklamakta kullanılabilir. Türkiye özelinde, göz ardı edilemeyecek bir biçimde güçlenen dinî muhafazakârlığı ve milliyetçiliğin yükselişini açıklamakta kullanılabilir. Bunlar sevimli şeyler değil. Ama Polanyi’nin Alman faşizmi analizinde görüldüğü gibi, piyasa ekonomisine ve onun yıkıcı etkilerine karşı ortaya çıkan toplumsal tepkilerin sevimli tepkiler olması gerekmiyor.
Karmaşık Bir Toplumda Özgürlük
Polanyi, ekonominin mutlaka insani ve toplumsal amaçlar doğrultusunda düzenlenmesi gerektiğini, ama bu düzenlemenin ne ölçüde istenilir bir düzenleme olacağının, insani ve toplumsal amaçların nasıl tanımlandığı ve nasıl ulaşılabilir kılındığına bağlı olacağını yazıyordu. Büyük Dönüşüm’ün son bölümü olan ‘Karmaşık Bir Toplumda Özgürlük’te de, geçmişe, 19. yüzyıl piyasa ekonomisinin gerisindeki geleneksel toplumlara geri dönüşü önermiyordu. Aksine piyasa toplumunun, bütün yıkıcı etkilerine rağmen, kişisel özgürlük alanının ciddi bir biçimde genişlemesine yol açtığını yazıyordu: “… korunmaları büyük önem taşıyan özgürlükler vardır. Barış gibi bunlar da 19. yüzyıl ekonomisinin yarattığı şeyler, ama biz artık bunları kendi içinde değerli bulmaya başladık… Çöken piyasa ekonomisinden miras kalan bu yüksek değerleri korumak için elimizden gelenleri yapmamız gerek. Bunun büyük bir iş olduğu meydanda. Piyasa ekonomisi içinde ne özgürlük, ne de barış kurumsallaşabilirdi. Çünkü onun amacı kâr ve refah yaratmaktı, barış ve özgürlük değil. Bunlara sahip olmak istiyorsak, gelecekte bunun için bilinçli çaba göstermek gerekecek; bunlar önümüzdeki toplumların seçilmiş amaçları olmak zorundalar.”
Yani Polanyi, piyasa toplumunun ortaya çıkışı ve işleyişinin insan iradesinden bağımsız olmadığını anlatırken, piyasa toplumunun ötesinde ne bulacağımızın da insan iradesinden bağımsız olmadığına dikkat çekiyordu. Bu özelliğiyle Polanyi’nin düşüncesinin, insan iradesinin işlerlik kazanabileceği bir hareket alanı açtığı söylenebilir. Böyle bir hareket alanına bugün her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğu herhalde açık.
Ayşe Buğra
- Polanyi, Karl; Büyük Dönüşüm: Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri. Çev; Ayşe Buğra. İstanbul: İletişim Yayınları, 2007.