1 Ekim 2004
Yosi Falay

In Memoriam

Elektronik müziğin önemli şirketi Mille Plateaux tarafından, Fransız filozof Gilles Deleuze anısına çıkartılan 1996 tarihli In Memoriam-Gilles Deleuze albümü pek çok açıdan ilgiye değer bir çalışma. Mille Plateaux şirketinden çıkan diğer albümlerden oldukça farklı olan bu toplama albüm, 27 parçasının her biri farklı bir sanatçı tarafından seslendirilmiş ama tamamı belli bir tema etrafında, ısmarlama olarak yapılmış parçalardan oluşuyor.

In Memoriam-Gilles Deleuze, 1996.

Albümde yer alan sanatçıların hepsi ya Mille Plateaux şirketinin anlaşmalı sanatçıları veya bir şekilde bu şirkete teğet geçen sanatçılar. Mille Plateaux ise sıradan bir plak şirketi değil. Bu albümün yapılma gerekçesini anlamak için biraz bu şirketten, ortaya çıktığı ortam ve şartlardan ve Gilles Deleuze ile olan bağlantısından bahsetmek gerekiyor.

Mille Plateaux

Mille Plateaux şirketinin kurulduğu şehir olan Frankfurt, Almanya’nın hem finans kapital merkezi, ve aynı zamanda anti-kapitalist teorinin de en önemli kalesidir. Çünkü bu şehir, Frankfurt Okulu adı ile anılan ve başını Walter Benjamin, Theodor Adorno, Max Horkheimer gibi önemli filozofların çektiği bir düşünce merkezidir. Çoğu Frankfurt çıkışlı olan ve Nazilerden kaçmak için Güney Kaliforniya’ya göç eden bu düşünür nesli, orada maruz kaldıkları Hollywood’un ‘kitsch’ rüya fabrikası ürünleri karşısında, düşünce oklarını anti-kapitalist teoriden, insanlığın afyonu olarak gördükleri popüler kültüre çevirmiş ve insanlık durumları, toplumun gidişatı gibi sosyolojik ve psikolojik boyutları kavrayan çok önemli tezler ortaya koymuşlardı. Bunlardan özellikle Adorno önemli bir popüler kültür düşmanına dönüşmüş ve post kapitalizm ile postmodernizmin birbirine paralel yürüdüğünü görüp, pop kültürüne karşı olmanın aynı zamanda kapitalizme karşı koymanın en önemli ayağı olduğunu kuvvetle savunmuştu. Ona göre bu kültürel afyonlar ve toplumun etik anlayışını değiştiren ürünler olmasa kapitalizmin bu şekilde başarılı olması mümkün değildi ve kapitalizmin en önemli silahı, sahip olduğu ve yönlendirdiği medya araçlarıydı….

Frankfurt çıkışlı şirket Mille Plateaux da kuruluşundan itirbaren Adorno’nun yığınsal kültüre karşı olan tavrını, şirket kültürü olarak, neredeyse birebir paylaşıyordu. Firmanın patronu olan Achim Szepanski’ye göre Almanya’nın pop ana dalgasını kontrol eden ‘rave’ endüstrisi öylesine kurumlaşmış ve kontrol edilir durumdaydı ki totalitarizme nerdeyse bir adım uzaklıkta duruyordu artık.

Gilles Deleuze, 1925-1995.

Achim bu kültürle paralel yürüyen ‘extacy’ ve benzer uyarıcıları ise, anne rahmine dönüş arayışı, gerçek dünyadan kaçış kültürü olarak niteliyordu. Post yapısalcı teoriden etkilenen ve adını Gilles Deleuze ve Felix Guattari’nin beraber yazdığı bir makaleden alan Mille Plateaux ‘yapısökümcü elektronika’ diye adlandırılabilecek bir türü destekledi ve öne çıkardı. Faaliyetlerini intelligent techno, minimal techno, house, jungle, hip-hop gibi post-rave stillerinin hem içinde ve hem de karşısında olarak konumlandırdı. Esas amaçları ise bu türlerin içinde aslında var olan, fakat ticari veya diğer nedenlerle ıskalanmış potansiyelleri açığa çıkarmaktı. Ortaya çıkan sonuçlar ana akım techno dinleyicilerini pek fazla tatmin edecek ürünler olmamakla beraber, belli bir kitleye müthiş çekici geldi ve post rave evrenindeki en yenilikçi ve meydan okuyan repertuarlardan biri bu şekilde oluşmaya başladı…

Beklediğinin çok üzerinde talep gören ve sandığı kadar marjinal olmadığını anlayan Achim sonradan işleri büyüttü. Bugün artık ana şirketi Mille Plateaux’nun yanında Force Inc. ve Riot Beats adında iki şirket daha açarak spektrumunu genişletmiş ve ortaya çıkan talep karşısında kendi bile şaşırmış durumda. Kendileri gibi düşünen insanların aslında sandığından çok daha yüksek sayıda var olduğunu ama ellerinde medya araçları tutmadıkları için izole bir halde, adacıklar halinde bulunduğunu görmüş ve şimdi kendini o adaları birleştiren bir köprü olarak düşünüyor… Bir sonraki adım ise medya alanına girmek. Özellikle ana akım medyanın manipülatif etkisinden şikâyetçi olan Achim bu konuda iddialı olmak istiyor ama henüz orta yaşta olmasına rağmen içkiden kaynaklanan ciddi sağlık sorunları var…

68 Hareketinden Gerilla Partilere

Mille Plateaux’nun kurucusu Achim 1968 sonrası aşırı politize öğrenci gençliğinin önde gelen liderlerinden biriydi. Protestolara katılmış ve sonraları müziğe merak sararak post punk deneysel müziğin içinde yer almış, DAF ve benzeri gruplara takılmıştı. 80’lerde tekrar tahsil hayatına dönerek üniversiteye yazılmış ve büyük bir hayal kırıklığı ile solun gerilediğini ve ölüm döşeğinde olduğunu görmüştü. İlk tepkisi depresyona girmek, teselliyi alkolde ve Cioran’ın mizantropik felsefesinde aramak yönündeydi. 80’lerin sonlarında onu saplandığı depresyondan kurtaran ise Foucault, Lyotard, Derrida ve Deleuze’ün felsefesini tanımak, bir de eş zamanlı olarak yeni serpilmeye başlayan hip-hop ve house müziğine duyduğu ilgi oldu. Felsefe doktora tezini Foucault hakkında yaparken aynı anda Frankfurt’ta sadece DJ müziği satan ufacık bir dükkan açtı ve ‘Blackout’ adı ile ilk markasını tescil ettirdi.

Foucault’yu incelerken onun referans olarak gösterdiği çok önemli bir makaleyi, Deleuze ve Guattari tarafından yazılmış olan ‘Bin Plato – Kapitalizm ve Şizofreni’yi Foucault’nun yorumu ile “faşizmi dışlayan bir hayat tarzına başlangıç” olarak benimsedi. Zaten anlaşılabileceği gibi plak şirketinin adı da çok etkilendiği bu makaleden geliyor… Achim’in mücadele gücünü tekrar kazanmasını sağlayan ise Deleuze’ün, bir dava adamı olmak için olumsuz veya hüzünlü bir insan olmak gerekmediğini bu yazı ile ortaya koyması oldu. Frankfurt Okulu’nun ve Marksizmin, tarihe ve topluma tek boyutlu ve çizgisel olan yaklaşımını düzenleyen Deleuze’ün, toplumun mücadele alanının sadece ekonomi ve devletten ibaret olmadığını, bir sürü alt sistem ve yerel küçük mücadeleden oluştuğunu ortaya koyduğu bu yazıdan yola çıkarak kendi mücadelesini vermeyi amaç edinen Achim önce türleri ayırarak işi yerel mücadeleler haline dönüştürdü. Techno ve house için Force Inc., elektronika için Mille Plateaux ve jungle için Riot Beats şirketlerini kurdu.

Achim Szepanski, techno ve house için Force Inc., elektronika için Mille Plateaux ve jungle için Riot Beats şirketlerini kurdu.

İlk başta Detroit çıkışlı olan, Detroit yeraltı direnişçilerinin ‘sound’ ve tavrından etkilenen şirket aynı zamanda parti organizasyonu işine de soyundu ve o güne kadar Almanya’da benzeri görülmemiş biçimde; tuhaf ıssız fabrikalarda, terkedilmiş şatolarda ve daha bir sürü garip mekanda, el altından duyurularla gerilla partiler yapmaya başladı. Rave akımını faşizme benzeten Achim, “militer faşizm ortaya savaş makineleri çıkartmıştı, rave ise ortaya zevk makineleri çıkardı” diyerek karşı tavrını ortaya koyuyordu…..

Dev Komün

Zamanla o ufacık dükkân vasıtasıyla haberleşen büyük bir komün çıktı ortaya. Düzenlediği ‘underground’ partilerin ünü Frankfurt dışına taştı ve diskoların acayip ışık ve ses sistemlerini dışlayarak yaptıkları bu spontane partiler müthiş popüler oldu. 90’ların ilk yarısında ise müzik yön değiştirmeye başladığında Achim artık kontrolü eline alması ve yönlendirici olması gerektiğini hissediyordu. Öncelikle bu müziğin içinde potansiyel olarak var olan fakat söze dökülmeyen veya altı çizilmeyen radikalizmi öne çıkarmakla işe başladılar.

Achim ilk adım olarak bu müziğin ortaya çıkma sebeplerinin teorisini ve manifestosunu kağıda dökerek bir şirket felsefesi ve söylemi ile ortaya çıktı. Ki bu da o güne kadar pek ortaya konmamış, farklı bir duruştu… Elektronik müziğin ideolojilerini yapısökümcü bir anlayışla ele almak ve yorumlamak aslında birçok şeye aynı anda ciddi bir karşı çıkış ve müzik endüstrisinin içinde devrimci bir tavır olarak görülebilir. Achim de endüstrinin içinde olup bitenlerin Deleuze’ün ‘alansızlaştırma’ ve ‘yeniden alan kazanma’ kavramları ile birebir örtüştüğünü görmüştü. Bu noktada ‘alansızlaştırma’ ile kastedilen, bir kültürün dışarıdan gelen etkiler nedeniyle yönünü kaybedip piçleşmesi ve kaotik bir hal alması süreciydi. ‘Yeniden alan kazanma’ ise bu etkilerin sentezinden doğan yeni bir estetiğin, yeni sosyal ve algısal alanlar açması ve kaosun yerini geçici bir düzene terk etmesini ifade ediyordu..

Zevk Hapishanesine Karşı Rhizomatik Müzik

1994 yılında kurulan Mille Plateaux özellikle palazlanmaya başlayan boş vakit ve zevk endüstrisine karşıydı. İlk başta özgürlük ve hedonizm naraları ile sunulan rave kültürü Achim’in deyimi ile bir ‘freizeitknast’a yani ‘zevk hapishanesi’ne dönüşmüştü. Herşeyin öngörülebilir ve kontrollü olduğu, başkaldırı ve karşı kültürün bir parçası imiş gibi gözüken ama tek kelimeyle ‘miş gibi yapan’ sıkıcı ve yüzeysel bir ortamdı bu. Achim’in felsefesi dans pistlerinin arzu ettiği ve ‘elektronik dinleme müziği’ olarak tanımlanan türe bir cevaptı. Başlangıç noktası olarak Deleuze teorilerinin müzikal karşılığı olmak gibisinden oldukça iddialı bir amaçla yola çıktı. Fakat Achim, iddialarının içini doldurabilecek donanımda bir adamdı. Önce Deleuze’ün ‘rhizome’ kavramını inceledi; ‘rhizomlar’ birbirine paralel ve eşit bağlarla bağlı sistemleriydi ve bu anlamda hiyerarşik kök sistemlerinin karşıtını oluşturuyorlardı. Bunun müzikal karşılığı ise Brian Eno’nun öncüsü olduğu ses ve enstrümanların demokrasisi, yani doğal olarak var olan eşitsizliğin ‘mix’ masasında eşitlenmesi şeklindeki yaklaşımdı.

Bugünün rhizomatik müziği 70’lerin Miles Davis müziğinde var olan kaos teorisinden yola çıkmıştı ve dj’lerin ‘kes ve mixle’ yaklaşımı, veya avangard hip-hop, veya post rock veya Mille Plateaux tarzı elektronikanın yaklaşımı hep bu yönde oldu. Mille Plateaux’nun Deleuze ve Guattari’den sahiplendiği bir diğer kavram ise ‘şizofrenik bilinç’ kavramıydı. Daha çok eskilerden beri endüstriyel müzik ve techno’da var olan çığlıklar, fısıltılar, hırıltılar ve zaman zaman rahatsız edici olan diğer sesler aslında deliliğe atıf yapan seslerdi. Bu eko efektler halüsinasyonlara neden oluyor, algıyı manipüle ediyorlardı. Böylece daha önce şizofrenlere veya kafadan çatlaklara ait olduğu kabul edilen farklı algıların ortaya çıkmasını sağlıyorlardı. Bu algının yön değiştirmesi deneyimi Deleuze’e ve Achim’e göre arzu edilen bir şeydi ve sübjektivitenin yapısökümü görevini gerçekleştiriyordu.

Deleuze’ü bu kadar benimsemiş olan Achim ona Oval ve diğer Mille Plateaux sanatçılarının müziklerini gönderdi ve elektronik müzik teorisi üzerine yazmayı düşündüğü antoloji için ondan bir giriş yazısı yazmasını istedi. Deleuze ise cevabında bunu yapamayacağını,ancak en iyi dileklerinin onunla ve şirketi ile olduğunu, ve Oval’ın müziğini çok sevdiğini, özellikle hangi parçaları beğendiğini de belirterek yazdı. Bu kısa ve olumsuz cevap bile aslında Deleuze için olağanüstü bir durum sayılabilirdi. Çünkü hayatında çok az kişiye geri dönüp bir cevap vermişliği vardı. Özellikle sanatsal zevklerinde bir ‘snob’ olarak tanınan Deleuze’ün Oval’ın müziğini beğenmesi ise olağanüstü bir iltifat olmuştu Achim için.

‘Anarko Tekno’

70 yaşında ve ağır hasta olan Deleuze sonuçta hastalığı alt edemeyeceğini anlayınca 1995 yılında hayatına son verdi ve bunun üzerine özel bir cd yayınlamak Achim için neredeyse bir görev oldu. Amerikalı post-rock müzisyenleri Trans Am Rome ve DJ Spooky, Achim’in Avrupa deneysel müzik dünyasında müttefikleri kabul ettiği kişiler, ve tabii ki başta Oval, Mouse on Mars, Christian Vogel, Ian Pooley, Scanner, Gas, olmak üzere Mille Plateaux sanatçıları bu projede keyifle yer aldılar. Bu albüm belki de Mille Plateaux’nun çıkardığı en yetkin ürün oldu. ‘Anarko tekno’ diye adlandırılabilecek bir kavram etrafında, ama farklı türlerde müzik yapan bu sanatçıların yeraldığı toplamada, aslında dinlemesi zor olan parçalar çoğunluktaydı, fakat zayıf tek parça bile yoktu. Sanatçıların her biri nasıl bir projede yer aldıklarının bilincindeydi ve bu çağrıyı bir onur olarak kabul ettiler. Ve böylece, sadece bir dinleme deneyimi değil, aynı zamanda elektronik müzik ve müziğin politika ile ilişkisi üzerine kafa yormaya çağıran felsefi bir müzikal metin veya manifesto olarak görülmesi gereken bir albüm, ‘Laptop terorizmi’nin bir manifestosu ortaya çıkmış oldu.

Okyanus

Albümdeki her bir parçanın felsefi altyapısı ve arka planını yorumlamak ve açıklamak mümkün değilse de her birinin Deleuze felsefesine bir yerlerden değdiği söylenebilir. Örneğin Jim O’Rourke’un ‘as in’ ve Dj Spooky’nin ‘Invisual Ocean’ parçaları algı eşiğinin aşılması ile ilgili çalışmalardı. O’Rourke’un 3 dakika boyunca ‘fade’ olan parçası ise sonunda algılanamaz hâle geliyordı. Bu parça bir anlamda, Bergson’un evvelce ortaya attığı ve Deleuze’ün de yorumda bulunduğu algı eşiğinin altında kalan hareket ve diğer uyaranların var sayılıp sayılamayacağı sorusunu irdeliyordu. Leibniz’in okyanus metaforu ile, küçük algı parçalarının birleşip, aralarındaki farklılıkların belirginleşip, sonuç itibarıyla bir ‘okyanus bütünlüğü’ olarak algılandığını söylüyordu.

Okyanus algısı son derece açıktır, çünkü onu meydana getiren algılar birer birer ayırt edilebilirler. Ancak bu küçük algılar tam olarak bireyselleşmiş olmadıkları için sonuçta ortaya çıkan toplam algı dinamik bir karmaşadan ibarettir.

Dj Spooky, 2003 Sundance film festivalinde çalarken.

Dj Spooky’nin parçasının yansıttığı da, bir yerde buydu… Şehir manzarasının olağanüstü yoğunluğunu, geometrik düzenliliğini, arada ortaya çıkan köşe ve kenarlarını ve algının sınırlarında gezinen fütüristik şehir cengelinin sokak ruhunu yansıtmaya çalışmıştı. Bütün bunlar Deleuze’ün ruhuna son derece uygun gelen ve onun felsefesinin farklı yönlerini yansıtan görüntülerdi.

1968 Mayıs’ından beri öğrenci hareketinin bir nevi ruhani lideri ve felsefi gurusu olarak kabul edilen Deleuze, kavramsal düşünce ile politik pragmatizm arasındaki hassas dengeyi en iyi tutturan ve ayakları yere sağlam basan filozoflardan biri oldu. Ayrıca özellikle ekoloji konusundaki müthiş öngörüleri bugün birer birer doğru çıktıkça, Foucault’nun “Gelecek yüzyıl ‘Deleuzeian’ yüzyıl olarak anılacaktır” lafını boşuna etmediği de anlaşılıyor. In Memoriam-Gilles Deleuze albümü de bu vesileyle elektronik müzik ile ilgilenen veya müzik ile ilgilenmesine rağmen elektronik müziği amaçsız ve gelişigüzel ‘bip’ ve ‘zap’lar toplamı olarak görmeye meyilli herkese, bir de bu bilinçle dinlemeleri açısından tavsiye edilir…

Yosi Falay

www.acikradyo.com.tr

01 Ekim 2004 

Paylaş:

Önceki Yazı

Hulusi Özoklav

Osman Tümay
İradenin insan ömrüyle sınırlı olmadığının kanıtı bir radyo programıydı. Daldan Dala: Hulusi Özoklav’la Osman Tümay. Takılır giderler birinin peşinden, tutabilene…
Devamını Oku

Sonraki Yazı

Indie

Orhan Kahyaoğlu
Dünya müzik ortamında ‘bağımsız firmalar’ın yeri rolü nedir? Bu sorunun cevabı aslında başlı başına oylumlu bir kitap çalışması. Söz konusu…
Devamını Oku

İlgili İçerikler

Koridor

Tolga Korkut
Bir yapının bölmelerinin, odalarının açıldığı geçit. Dilin kıvraklığını, evrimini tanıtlayan bir etimolojisi var. Kökeni Latince ‘currere’. Sonra İtalyanca ‘correre’. Koşmak…
Devamını Oku

Türkiye Taşkömürü Kurumu

Timur Ertekin
  Taşkömürünün Zonguldak havzasında 1829 yılında Ereğli ilçesinin Kestaneci Köyünden Uzun Mehmet tarafından bulunduğu söylense de bunun kömür aranmasını teşvik…
Devamını Oku

Maç Öncesi Milli Marş

Emre Zeytinoğlu
Türkiye’de, ‘ulusal maçlardan önce milli marş’ uygulamasının uzayıp gitmesi, karşıt ya da yandaş fikirlerin yarattığı bir tartışma ortamını gündeme getiriyor.…
Devamını Oku

Hayat

Ömer Madra
Yeryüzü yüzeyinde ve dünyanın bütün okyanus ve sularında maddenin ortak ve yaygın rastlanan bir hali. Hidrojen, karbon, oksijen, azot, kükürt…
Devamını Oku