Van Gogh - Zeytinyağı Ağaçları tablosu
7 Eylül 2002
Engin Akın

Zeytinyağı

İnsanlar zeytini kendilerine bahşettiği, belki sağlıktan belki lezzetten ve mutlaka sağladığı olanaklardan ötürü kutsal addetmişler; zeytinin olduğu yerde kavga olmaz, demişler. Bu ta antik devirlere kadar böyle, Minerva Athena’nın da barış sembolü olmuş zeytin. Athena için yapılan oyunlarda her zaman kazananlar, oyunda başarı gösterenler zeytin dallarından bir taç giymişler, aynı şekilde olimpiyat oyunlarının hâmisi tanrı Zeus da zeytin dalını kullanmış, ona atfedilmiş. Mitolojik dönemlerden tarih içindeki zamana geçersek; İslamiyette zeytin çok kutsal addediliyor, Kur’an’da geçiyor. Nur suresinde şöyle deniyor:

Allah göklerin ve yerin nurudur, onun nurunun örneği, içinde çırağ bulunan bir kandile benzer. Kandil bir sırça içerisindedir, sırça inciden bir yıldız gibidir ki doğuya da batıya nispeti olmayan bereketli bir zeytin ağacından yakılır. Bu ağacın yağı neredeyse ateş dokunmasa bile ışık saçar. Nur üzerine nurdur o.

Zeytin aynı şekilde Yahudiler için de çok kutsal, hatta zeytinyağının kullanıldığı bir bayram var, Hannuka bayramı; bir diğer adı da ışık bayramı. Bu bayramın ortaya çıkmasına da M.Ö. 2. yüzyılda küçük bir Yahudi grubunun, Helenis Suriyelilere karşı ilk silahlı saldırıyı yapmaları ve kazanmaları neden olmuştur. Kazanan Yahudiler geri döndüklerinde İsrail tanrısının kutsal mabedini yıkılmış halde bulurlar. Çünkü yokluklarında bütün kandiller putperestler tarafından yok edilmiş ve dinen makbul olmayan hale getirilmiştir. Ancak ışık saçan bir kandil yanmaktadır. Onlar da bu kandille mabedi putperestlerin bıraktığı kötülüklerden arındırırlar. Kandil mucizevi bir şekilde sekiz gün boyunca yanarak onlara bu imkânı sağlar. Bu nedenle günümüzde de Hannuka bayramında sekiz gün boyunca her gün bir ilave ile kandil ışığı yakılır.

Artık zeytinyağı kandil olmaktan çıktı, ama bize ışık tutan, lezzet veren bu mucizevi ürün onu yetiştiren halkın gözünde çok değerli ve zeytin üreticileri de elleriyle besleyerek yetiştirdikleri için de onu herhalde çocukları kadar seviyorlar.

Zeytin Üreticisi Lütfü Baydar Anlatıyor…

Bodrum’un Çömlekçi köyündenim. Doğma büyüme zeytinciyiz, zeytin içinde yaşadık, büyüdük; zeytini fevkalade biliyoruz, tanıyoruz. Aynı zamanda zeytinyağının, zeytinin 45 sene imalatını yaptım. Bodrum zeytini deyince akla birkaç çeşit gelir. Esasen Bodrum’da deniz kenarında yetişen zeytinlerin tamamı yağlık zeytindir, yemeklik değildir. Bizim yöreye, Karaova bölgesine geçince; bizim yörenin zeytinleri yemekliktir. Daha kalitelidir, deniz havasından daha uzak ve cinsi de değişiktir. Deniz havası zeytini çok etkiler. Yağ kalitesini düşürür, asidi yükseltir, yemeklik yağdan çıkarır yani. Gerçi deniz kenarında üretilenleri yağlık yapıyoruz da, kalitesiz yağ oluyor. Onların mutlaka rafineriye gitmesi gerekir. Buradan onu hemen önünüze koyup yemek de mümkün olmaz, acı olur. Deniz havasından biraz geriye 50-60 km. geriye gittiğiniz zaman bizim yörelerin zeytinleri çok kalitelidir. Köyümüz biraz yüksekçedir, beyaz toprak üzerine kurumuş çok kaliteli zeytinlerimiz olur. Yağda da, zeytinde de söz sahibidir Çömlekçi köyü.

Van Gogh - Zeytinyağı Ağaçları tablosu
Van Gogh’un zeytin ağaçları, 1889.

Eskiden, yağlar eski tür değirmenlerde çıkarılırdı. Bunlar hayvanlarla dönen taşlardı. Kısmen insan gücüyle, ‘bocurgat’ dediğimiz şekilde dönmek suretiyle sıkılırdı zeytinler. Bir de benim o zaman Atina’dan alınmış bir fabrikam vardı; su cenderesi dediğimiz su sıkıştırmalı, pistonlu… Sadece bende vardı o zamanlar. Onu sattım, yerine İzmir fabrikasını kurdum, daha büyük kapasiteli. Artık onlar yok piyasada. Çok eski imalatçı olduğum için ben şuna inanıyorum; bugünkü zeytinler kontini (kontinü) denilen sistemde sıkılıyor, bu İtalyan usulü bir sistem. Ama gelin görün ki Türkiye’de yapılan kontini ile İtalya’da yapılan kontini arasında çok fark var. Bizim sanayi henüz pek gelişmiş sayılmıyor, çünkü İtalyan kontinisinde sıkılan gayet tatlı oluyor, ama bizim yerli kontinide sıkılan biraz boğaz yakıyor. Bu kontiniler artık insan gücüyle çalışmıyor, sadece makine. Bir yandan zeytini koyuyorsunuz, suyu bir tarafa, yağı bir tarafa akarken görüyorsunuz, bir daha görmüyorsunuz. Eskiden böyle değildi işte. Eski usulde taşlarda döne döne hamuru yapıyorsunuz, oradan Arabistan’dan gelme ipince torbalar içine yazıyorsunuz, sonra da presin üstüne yığıyorsunuz, basıyorsunuz düğmeye, pres sıkıyor bunu. 300 ton sıkıyor; bu 300 tonu sıktığınız zaman çıkan küspesinde %5 rutubet kalıyor. Ama kontini yapılanda %1 ila %2 rutubet kalıyor. Bu aradaki çok fazla şiddetli sıkışmadan çıkan yağ herhalde kaliteyi düşürüyor gibime geliyor. Biz kontini sisteme geçmedik yani. Aslında eski fabrikam da bozulmasa iyi imiş, ama bu yeni fabrika da aynı sistem üzerinde çalışıyor. Biraz daha güçlü, kapasitesi fazla. Komşu, yakın köylerden sıkmak için hayli zeytin gelirdi eskiden. 200 haneli köyde 3 tane dev fabrika olursa elbette köyün zeytinin yetmeyeceği belliydi. Onun için çekerdik dışarıdan. Ama şimdi ben bıraktım ve iki tane kaldı, onlara köyün zeytini yetiyor, artık dışarıdan almaya gerek yok.

Yöremizin zeytinlerinin de birkaç çeşidi var. Zeytinlerimiz yeşil iken, kararmadan olguncalarını, büyükçelerini sıyırıyoruz. Bunları taşla kırıyoruz, bunlara ‘kırma’ diyoruz. Biz bunlara kendi deyimimizle ‘çekiçte’ deriz. Ama burada ‘kırma’ diyorlar. Çok güzel yemekliği olur. Biraz daha yetişmeye yakınken alıyorsunuz, yerken o zeytin zeytin lezzetini ağzınızda buluyorsunuz. Buranın insanı kahvaltıda çekiçteyi tercih ediyor. Bunları tatlandırırken, sofranıza koyacağınız zaman biraz yağ, birazcık kekik, 2-3 tane kırmızı biber atıyorsunuz, 1 limon sıkıyorsunuz, çok nefis oluyor kahvaltıda. Bundan sonra zeytinlerimiz artık biraz biraz siyahlaşmaya başlıyor, artık olgunlaşıyor, o zaman da silkiliyor. Biz bu zeytinleri silktiğimiz zaman bez üzerine silkiyoruz, bu bez üzerinden ilk önce yemekliğini alıyoruz. Yemekliği karışık vaziyette alıyoruz, kırmızı da alıyoruz, yeşil de alıyoruz, siyah da alıyoruz. Akşam bu zeytinleri bıçakla dilerken, -elde diliyoruz, makinede değil- o zaman kısımlara ayırıyoruz; yeşil, kırmızı, siyah… Siyahlar yağlı zeytin oluyor, onlar zeytinyağına bırakılıyor, limonla. Kırmızıları limonlu, ekşili suya salamura yapıyoruz. Yeşilleri de kırmaya bırakıyoruz. Bu şekilde yemeklik zeytinlerimizi tamamlamış oluyoruz. Bunu uzun süreli, 1-2 yıl saklayabilmek için büyük küplere basıyoruz. Olur ya bazen zeytin olmuyor, ikinci sene ne satacaksınız? 25 kg’lık bir plastik bidona %12 nispetinde tuz koyuyoruz. Bir kere suyunu süzüyoruz, çiziyoruz, koyuyoruz. Aradan 15-20 gün geçiyor suyunu süzüyoruz, %12-15’lik olması şartıyla tuzlu suyu koyuyoruz. Yeni bir tuzlu su… Ağzını kapatıyoruz, atıyoruz depoya. İhtiyacınız yoksa bir sene boyunca bakmıyorsunuz buna. Bir sene sonra ihtiyacınız olduğu zaman onun tuzlu suyunu bırakıyorsunuz, tatlı su koyuyorsunuz; suyunu bırakıp tekrar tatlı su koyuyorsunuz, tuzu üzerinden gittikten sonra yine hafif bir tuzlu su, nispet dahilinde limon tuzu koymak suretiyle artık salamura suyunu hazırlamış oluyorsunuz; zeytininiz de tatlanmış zaten, tuzu gitmiş, içine bırakıyorsunuz, artık bir daha bozulma şansı yok…

Homeros'un deyişiyle "sıvı altın"ın kaynağı, zeytin.
Homeros’un deyişiyle “sıvı altın”ın kaynağı, zeytin.

Bir yandan ihtiyacımız var yapıyoruz, bir yandan da zevk için yapıyoruz aslında. Biz bu işe başladık başlayalı yemeklik zeytini asla yağ çıkarmak için atmayız. Bizde hanımlar zeytinyağını bol bol kullanırlar yemeklerde. Başka bir şey kullanmayız zaten. Köylü olarak ayçiçek yağı diye bir şey girmez bizim mutfağa. Sadece bazı ailelerde tatlılarda, keklerde biraz kullanılır. Biz genelde tatlılarımızı bile zeytinyağı ile yaparız.

Ben 73 yaşındayım. 73 seneden beri hiç bu şekilde yağmur olduğunu görmedim. Bu ancak sayılı günlerde olur. Eyembuhurda olur (Bkz; Eyyam-ı Bahur), hıdrellezde olur, ülker dönümü fırtınası, ülkerde olur. Bu dönemlerde olan fırtınalar zeytine zarar verse de belirlidir, kendini ona göre hazırlarsın. Temmuz’un 9’unda, 11’inde hiç böyle bir kuvvette yağmur olmamıştı, biz ansızın yakalandık. Harmanın varsa ıslandı, sabanın varsa ıslandı, artık her şey ıslandı, zarar verdi. Bağımız varsa direkler yattı, yere yıkıldı, oradan zarar. Ama zeytinler bu işten çok mutlu oldular. Biz de oradan zararımızı telafi edeceğiz. Şu anda zeytinlerimiz çok besili. Zeytin ne kadar besili, yağlı, etli olursa yağ oranı da o kadar fazla olur. Yemeklik lezzeti de ona göre olur. Dilme yapacağız, lezzeti olur, kalitesi olur, randımanı olur…

Zeytinyağı Degüstatörü Mehmet Cavlı Anlatıyor…

Ayvalıklıyım, burada doğdum. Zeytinin toplanmasından, yetişmesinden, yağının sıkılmasına bütün operasyonlarda küçüklüğümden beri bulunuyorum. 25 senedir de bu sektörün içindeyim. Kendim zeytinyağı degüstatörü ve satın alma sorumlusuyum. Kalitesinden, imalatından, dolumundan piyasa pazarına kadar yakın takipte bulunmaktayım. Zeytinyağı sevgi ile olur, aşkla olur. Zeytinyağını severseniz yapabilirsiniz, anlarsınız. Çok özel bir üründür… Sevgisiz hiçbir şey güzel olamaz; zeytinyağı bilhassa bunu çok istiyor. Çok meşakkatli, kış meyvesi; toplanması ve sıkılması kış şartlarında çok zor olan bir ürün. Bir kültürdür zeytinyağı, bu kültür bir kere oluştu mu kolay kolay vazgeçilemez. Oluşması zordur, zor öğrenilir, oluştuğu zaman da zeytinyağı tutkusu bir daha kaybolmaz.

Türkiye’de son yıllarda çok fazla zeytin filizi dikimine başlandı, zeytinyağının önemini herkes algılamaya başladı. Zeytin fide hâlinde dikilir; yağlık zeytinler en erken 10 sene sonra meyve verir, ancak tam randımanla meyve vermeğe başlaması 15 seneyi bulur. Sofralık zeytinlerde ise 5 sene sonra zeytin almaya başlayabilirsiniz. Çünkü sofralık zeytinlerin ağaçları çabuk gelişir, çabuk meyve verir. Ufak ağaçlardır. Yağlık zeytinler iri ve büyük ağaçlar olduğu için ancak meyve verme konumuna gelir. Yemeklik zeytinyağı İda dağı eteklerinde en güzel çıkar. Biz de sızma ve yemeklik türü yağlarımızı İda dağı eteklerinde bulunan Ayvalık, Edremit ve Burhaniye yörelerinden temin ederiz. Bu zeytinler dünyada lezzet açısından birinci sıradadır. Edremit, Ayvalık tipi dediğimiz yağlık zeytin tipleri vardır. Bir de Gemlik, Aydın Memecik, Domaz’da yeşil zeytin elde ediliyor, o tür sofralık zeytin ağaç tipleri vardır. 84 çeşit zeytin ağacı bulunur. Hepsinin değişik ismi vardır ve yörelere göre değişik değişik yetiştirilir.

Türkiye’de de, az da olsa Avrupa’daki gibi toplama şekilleri uygulanmaya başlandı. Ağacın dallarına bağlanan vibratörlerle, altına tenteler serilip titreşimle silkeleyip tentelerden zeytinler toplanıyor. Eski sistemde yağlık zeytinler, sırıklarla silkelenip ağaçların altına tentelere düşüyordu. Bu şekilde tabii ağaçlar, filizleri, yaprakları epey darbe alıyordu. Bir sonraki yıl için de ağacın meyve vermemesi söz konusu idi. Avrupa’da ise daha çok sofralık zeytinler ağaçlar küçük olduğu için elle sıyrılarak toplanıyor. Yağlık zeytinlerde yeni yeni başladı titreşimle toplama yöntemleri. Ama eski sistem toplama da çoğunlukta.

Biz Ayvalık, Edremit ve Burhaniye çevresinden bu yağları tadarak, kendi isteklerimize uygunluğunu sağlayarak, üreticileri bilinçlendirerek, eğiterek, belirli bir çizgiye getirip, kaliteyi yükseltip hijyen şartlarını da sağlayarak yağlarımızı büyük müstahsillerden tedarik ediyoruz. Üretim krom tanklarda yapılıyor. Yani sıkılmış yağı hazır alıyoruz. Bu tür müstahsillerle ilişki içindeyiz ve onlara devamlı eğitimler, konferanslar, seminerler veriyoruz. Hem kendi açılarından verimliliklerini arttırmak, hem de bizim alacağımız yağların hijyen şartlarını ve kalitesini yükseltmek için bu tür bir dayanışma içerisindeyiz.

Alacağımız yağlar farklı sistemlerle sıkılmışsa ben kendim tadarak bunu ayırt edebilirim; kontini mi, sulubaskı mı, taşbaskı mı… Biz bütün ürünlerimizin hepsinde kontini sistem yemeklik sızma türü zeytinyağı kullanıyoruz. Sadece taşbaskı, sulubaskı diye bir ürünümüz var, bunda da taşbaskıdan elde edilen yağları alıp ambalajlıyoruz. Gelişen teknolojiden zeytinyağı sektörü de nasibini aldı. Eskiden insan gücü ile başlayan ve sonra da hayvanlarla devam eden zeytin sıkma işlemleri yapılıyordu. Sonra buhar ve sıcak suyun da gücü kullanılarak taşbaskı dediğimiz sistemler kullanılmaya başlandı. Taşbaskıda tarlada toplanan zeytinler fabrikalara partiler hâlinde getirilir, herkesin partisi ayrı ayrı çalışılır. Herkesin zeytininden çıkan yağ da takdim edilir. Birbirine karışması söz konusu değildir.

Zeytinler taşbaskıda granit dediğimiz iki yuvarlak taş arasına dökülür. Bu taşların özelliği yağı almamasıdır. Yani zeytini ezip hamur hâline getirirken yağını almaz. Bu taşlar ağır devirde zeytini hamur hâline getirir. Hamur hâline gelen zeytin taşın önündeki havuza dökülür, buradan ‘gavata’ dediğimiz tasla torbaların arasına serilir. Bu torbalar baskı dediğimiz pres makinesinin üzerine dizilir. Bunlar basınçla sıkılır. Torbalar, kıl-keçe türü şeylerdir; baskı arttıkça torbaların kenarından ve yanlarından zeytinyağını akıtır. Bu çıkan yağ kanallarla ‘poluma’ dediğimiz çukurlara iner.

16. yüzyıla ait olan gravür zeytin ağacının hazırlanış sürecini gösteriyor.
16. yüzyıla ait olan gravür zeytin ağacının hazırlanış sürecini gösteriyor.

Bu birinci sıkımdan sonra usta tarafından her torbanın arasına kaynar su verilir. Bu torbalar bir daha sıkılır, yine aynı işlem yapılır, bu sefer sıcak su ile çıkan kalan yağ polumaya gider. Hepsi poluma dediğimiz çukurda toplanır. İkinci sıkımdan sonra torbaların arasındaki ‘pirina’ dediğimiz zeytinin çekirdeği, baskı ustası yardımcısı tarafından torbaların içinden alınır. Bir taraftan da iki takım torba kullanılır; ilk takım torba aralarına hamur konularak sıkım için hazırlanır. Öteki torbanın içindeki pirina küspeleri de boşaltılır.

Tabii burada dikkat ederseniz işlem şeklinde, suyla yağ çok temas ediyor. Eski insanlarımız mide ve karın ağrılarında bu torba yağı dediğimiz yağı kullanırlardı. Torbaların arasına hamur dizildiğinde kendiliğinden, hiç sıkılmadan, sıcak suyla muhatap olmadan bıraktığı bir yağ vardır, o havuzda toplanırdı. Elbette çok değerli bir yağ, kocakarı ilaçları arasında da geçer. Bu yağlar saklanır, midesi ağrıyan sabahları aç karnına çorba kaşığı ile içerdi. Ama zeytinyağı, suyu ve havayı sevmez.

Polumada toplanan zeytinyağı dinlenmeye bırakılır, özgül yoğunluğundan dolayı su aşağı doğru iner, zeytinyağı yukarıda kalır. Belirli bir zaman sonra yağ ustası ‘kaydırma’ dediğimiz bir kapla suyun üzerinden yağı yavaş yavaş toplayıp müşteriye verilecek şekilde güğümlere doldurur. Bu kalan kaydırmanın özelliği de şu ki, çok ince bir şeydir; yağla suyu bıçak gibi keser ve toplar. Metal servis tabakları gibi bir malzemeden, kenarları çok ince bir kaptır. Bu başlı başına bir sanat zaten, yapan kişiye de yağcı ustası derler. Bunu yapabilecek insanın meleke kazanması lazım. Sonra pirinası, yani çıkan küspesi de pirina fabrikalarına gider, buralarda üzerinde kalan yağlar ‘egzan’la alınır. Pirina yağı elde edilir, sabun sanayisinde kullanılır. Hatta ‘pirina sabunları’ halk arasında çok kullanılan bir sabun cinsidir. Direk zeytinyağından yapılan natürel sabunlardır bunlar. Bizim yöre halkımız esasında kendisi, evdeki zeytinyağının dibinde kalan yağı evinde kaynatıp sabun yapar. O çok daha natürel oluyor.

Sulu baskıda zeytinyağı böyle elde ediliyor. Fakat sulu baskıda ve eski tip üretimlerde işçilik maliyetleri çok yüksek, çalışanlar fazla, verim ve randıman daha düşük. Aynı zeytini kontini sistemle işlediğiniz zaman 4 kilo zeytinden 1 kilo yağ elde edebilirsiniz; sulu baskıda ise 5-5,5 kilo zeytinden 1 kilo yağ elde edebilirsiniz. Maliyeti de yüksek olmuş oluyor. Tabii biraz daha sıcak ama, hijyen ve kalite olarak kontini sistemlerden fark epeyce fazla. Kontini sistemlerde bir ekipte 3 kişi çalışır, sulu baskı vardiyasında 9 kişi çalışır, yani üç katı. Maliyetleri düşünün. Büyük bir kontinide kapasite olarak 8 saatte 400 çuval işlediğiniz yerde, sulu baskıda 40-50 çuval işleyebilirsiniz. Randıman, verim, kalite ve hijyen açısından farklıdır.

Şirketimizde kalite güvence departmanında benimle beraber her aldığımız yağı tadan üç degüstatör arkadaşımız daha var. Biz sızma, yemeklik türü zeytinyağlarını körfez bölgesi, Ayvalık, Edremit, Burhaniye’den alırken önce bildiğimiz müstahsillerden alırız. Tek elden alırız. Önce gidip müstahsilden numunemizi alırız, bunlarla laboratuar şartlarımızda, bu arkadaşlarla tat paneline gireriz. Herkes bu yağı tadar, ayrı ayrı değerlendirir, sonra kendi içimizde bunu tartışırız. Şirket isteklerine uygunluğu olup olmadığını denetler ve değerlendiririz. Dikkat ederseniz, yağı önce tadıyoruz, asit ve kimyasal analizlerini sonradan yapıyoruz. Tüketicimize verdiğimiz tadı devamlı sağlamak bizim en öncelikli görevimiz. Bu şekilde tadarak uygun bulursak, krom tankerlerle gidip bu müstahsillerden yağını alıyoruz. Fabrikaya girmeden önce de tekrar tanker numunesi alınıp analizleri yapılır, tat panelleri yapılır.

Transport esnasında bir dış etkenden etkilenme ya da karışım var mı yok mu, ona bakarız. Analizler bittikten sonra yağı fabrikamıza getiririz. Kontini tamamen kapalı bir sistemdir. Zeytin tarladan toplanıp fabrikaya geldiğinde zeytinlik yıkama havuzlarında yıkanır, çöpü, yaprağı ve yabancı maddeler tamamen ayrıştırılır. Yıkanan zeytin kapalı sistemde konveyörlerle kırılmaya alınır. Bu kırılma tamamen kapalı bir sistem, krom hazne içinde yapılır. Çünkü sulu baskıda yağ, devamlı hava ve suyla irtibat hâlinde. Kontinide ise tamamen kapalı bir sistemde. 3600 devirde bu zeytinler kırılır, hamur hâline getirilir. 3600 devir sıcaklık yaratır, sıcak ortam oluşur. Hamur hâline gelen zeytinler malazköre gönderilir. Burada pirina ve yağ ayrıştırılır. Bu da tamamen krom bir hazne, hava ile hiç teması yok. Ayrıştırılan pirina, pirina toplama sahasına, yağ da santrifüjlere gider. Burada santrifüjden geçirilir. En ufak yabancı cisim, su veya pirina kırıntısı varsa onlar ayrıştırılır. Buradan da tamamen krom hatlarla krom tanklara getirilir.

Burada tattaki fark şu ki kontini sistemde yağ daha meyvemsidir; yakarlığı, acılığı çok fazladır. Çünkü hava ile temas etmediğinden dolayı içinde bulunan feronlar dışarı çıkamaz. Bu acılık, yakarlık asidite ile değil, tamamen tatla ilgilidir. Çok aromatiktir. Sulu baskılarda bunlar hava ile temas ettikleri için acılık, yakarlık azdır. Hava ve su, acılığı, yakarlığı alıyor; ama taze zeytinyağında bu bilhassa aranan bir özelliktir. Sulu sistemlerde yağ daha yumuşaktır. Kontini sistemde daha canlı ve aromatiktir.

İtalya’da sulu baskıya yakın bir sistem var, Türkiye’de de olması lazım. Bu da çok yüksek maliyetli bir şey, çok ağır devirde çalıştırıyorsunuz, zeytin tanesini çizerek deliyorsunuz ve vakumla yağı alıyorsunuz. Burada da sulu baskıya yakın bir yağ çıkmış oluyor. Türkiye’de tüketicinin çoğunun artık kontini sistemle çıkan yağlara doğru kaydığı tespit ediliyor pazar araştırmalarında. Ama Türkiye’de Burhaniye’de, Aydın’da var bu tür üreticiler.

Biz Körfez, İda dağı eteklerinde oluşan Ayvalık, Edremit, Burhaniye zeytinlerinden alıyoruz. Bu yörede çıkan yağın dünyada emsali yok. Zeytinyağına âşığım, kim satarsa satsın; tüketilsin… Türkiye’de alım gücü daha yüksek seviyelere gelsin… İç tüketim 900 gr-1 kg gibi, ama bu 2 kg’lara çıktığı zaman Türkiye’deki sağlık problemlerinden bazılarının da halledileceğini düşünüyorum. Zeytinyağı çok güzel bir meyve suyu, dünyada emsali yok. Meyve suyu gibi sıkılıp, hiçbir işlem görmeden kullanılan bir ürünümüzdür. Zeytin ağacının huzuru, mutluluğu üzerinizde olsun, zeytin ağacı gibi uzun ömürlü olun…

Pr; Tad Muhabbetleri, Engin Akın, Yt; 7 Eylül 2002

Paylaş:

Önceki Yazı

Zenginlerle Yoksullar

ABD Başkanlarına ekonomik danışmanlık ve Dünya Bankası baş ekonomistliği görevlerini de yapmış olan ve 2001’de Nobel ödülünü alan ekonomist Joseph…
Devamını Oku

Sonraki Yazı

Zidane

Tan Morgül
Zinedine Yazid Zidane. (Doğum Tarihi: 23.07.1972, Marsilya-Fransa) Cezayir asıllı Fransız futbolcu. ‘Zizou’, ‘ZZ’ ve ‘Yaz’ lakaplı Bedevi futbolcu Zidane her…
Devamını Oku

İlgili İçerikler

Acayip Havalar

Açık Radyo
Çevreci yazar ve karikatürist Kate Evans 2006 yılında Funny Weather adlı bir kitap yayınladı. Tarihin bu ilk ‘küresel ısınma çizgi…
Devamını Oku

Çevre Yayıncılığı

Ömer Madra
ya da çevre haberciliği nasıl tanımlanabilir? Medyadan çevre konularında yapması beklenen, yerine getirmesi istenen işlev nedir? Medya ve çevre konusu…
Devamını Oku

Barry Commoner

Adem Örmar
Çağdaş çevreci hareketin öncülerinden. Dünyanın sınırları olduğu ve insan toplumunun bu sınırları hızla aşmakta olduğu yolundaki uyarıları ilk yapanlardan. Seçkin…
Devamını Oku

Biyoyakıt

Ömer Madra
biyokütleden elde edilen sıvı ya da gaz halindeki yakıt. Biyoyakıt, küresel ısınma tehdidine karşı alternatif mücadele yollarından biri olarak insanlığın…
Devamını Oku