
Anayurt Oteli adlı kitabı sinemalaştırmayı düşündüğü sıralarda tanışmıştık Ömer Kavur’la. Dosttuk, Atıf Yılmaz, O, ben, Onat Kutlar vs. birlikte yemeklere filan giderdik. O sırada bu filmi çekeceğini duyduğum zaman ben de oyuncu olduğum için müthiş heyecanlandım ve gizliden gizliye de rolü oynamak istedim. Ancak Ömer’in hazırladığı 20 kişilik oyuncu adayları arasında ben yoktum, onlardan biri bile değildim. Sonuçta nasıl olduysa o 20 kişiden hiçbiri olmadı; bir gün beni çağırdı ve “bu rolü sen oynamak ister misin?” dedi. “Ben zaten ne zaman beni çağıracaksın diye bekliyorum” dedim. Kitaba dönersek, kitabı Ömer’den önce okumuştum, rolü ‘kaptıktan’ sonra da birlikte epey tartıştık, yani epey çalıştık kitapla ilgili olarak. O yazdı senaryosunu bildiğiniz gibi, ancak çekimler sırasında da epey birlikte çalışmamız oldu. Zaten bu çalışma da Ömer’le iyice birbirimizi tanımamıza ve daha sonra da birlikte senaryo üretme noktasına gelmemize neden oldu. Hem dostluğumuz perçinlendi hem de böyle sanatla ilgili bir iş yapmakta bir ortaklık kurulmuş oldu.
Ömer’le birlikte Yusuf Atılgan’a gittik. Ömer görüşmüştü tabii ve ben ilk defa karşılaşacaktım Yusuf Bey’le, bu bir sınavdı bir anlamda. Yani adamın koskoca bir eseri var, koskoca bir karakteri var Zebercet diye, ben de onu oynayacak adam olarak onun karşısına çıkacağım. O gün gittik ve hiç iyi geçmedi sınav. “Tip olarak romandaki Zebercet’e hiç benzetemedim” dedi ve hiç beğenmediğini söyledi. “Başka türlü düşünüyorum” dedi. Neyse ki filmi izledikten sonra toparladık, yani kendimizi beğendirdik! O daha küçük, ufak tefek, daha başka türlü bir adam düşünüyormuş, ama filmi izledikten sonra telefon görüşmemizde “ben oyunculuk denen meseleyi hesaba katmamıştım” dedi ve rahatladık.
Biz filmi çekmeye başladığımızda ilk olarak filmin ilk sahnesini çektik. Orası için ben Ömer’e bir oyuncu sürprizi hazırladım; tedirgin, burnumla gözüm arasında bir tik yaratmaya çalıştım. Bunu da yaptım konuşma sırasında. Birinci çekimden sonra, ikinci, üçüncü, dördüncü, sekiz defa filan çektikten sonra, “buran oynuyor” dedi. Ben hiçbir şey söylemedim, dokuzuncu çekimde oynatmadım ve çektik. Sonra da konuştuk, bu aramızda hoş bir anı olarak kaldı, halbuki ben onu bilerek yapıyordum. O da ilk çekimden dolayı çok stresliyim filan zannetti, o yüzden yapıyorum sanıp boyuna çekermiş meğerse.
Acaba Neyin Suçlusuyum?
Zebercet karakterin tematik yapısı aslında genel olarak iletişimsizlik. Anayurt Oteli de karakter yoluyla ülkemizdeki, giderek dünyadaki iletişimsizliği anlatmaya çalışan bir yapıt zaten. Yalnızlık iletişimsizliğin bir anlamda tabanı, yani o yalnızlığın üstünde iletişimsizlik çeşitli biçimlere bürünüyor, çeşitli kötü sonuçlara varabiliyor. Yalnızlık, elbette iletişim kurma isteğini yanlış yönlendirebiliyor, Zebercet’te olduğu gibi. Yalnızlık asıl tema, ama onu bir tabana oturtmak gerekirse, bu, iletişimsizlik.
Otel ise bu filmde zaten başat mekân, yani bir anlamda filmin başrolü. Sözünü ettiğimiz iletişimin, giderek bir iletişim kurma isteksizliğine dönüşmesini anlatan bir durum var orada. Yani otelin boşaltılmasının ve giderek boş, iletişimsiz, kimsesiz, yalnızlığın egemen olduğu bir ortamda da yaşanamadığının ifadesi var. Zaten kahramanımız kendini asıyor sonuçta. Tabii tabanda iletişimsizliğin olduğu bir yalnızlıkta ana karakterin kendisini suçlu hissetmesi gibi bir motif var. Birazcık da Kafka’yı aklımıza getirirsek, Dava, Duruşma vs. eserlerini; öyle bir motif var. Yani içinde nefes aldığımız, yaşadığımız ortamın bize kendimizi suçlu hissettiren bir yapısı var. Gerçekten suçlu olduğumuzdan değil, ama neredeyse suçu aramaya başlıyoruz, acaba neyin suçlusuyum diye aramaya başlıyoruz. Zebercet de öyledir, kendinde bir başkasının suçunu bulur, sanki onun suçuymuş gibi; ama esas suçu iletişimsizliktir, bu yüzden kendini asar.
Sanırım herkesin içinde bir Zebercet var, yani iletişimsizlikle mücadele ettiğimiz bir alan hepimizde var. Dolayısıyla bu ortak yanımız Zebercet’le, yani bu iletişimsizlik yüzünden yaptığımız yanlışlar, işlediğimiz suçlar var, bu yönden Zebercet bizi yakalıyor karakter olarak. Gittikçe yalnızlaşılıyor bu dünyada, belki bir yolunu buluruz.
Pr; Açık Dergi, Macit Koper ile söyleşiden