Zapatista’ların 1994 yılında1 Chiapas’ın en önemli kenti olan San Cristóbal de las Casas’ta ortaya çıkışları NAFTA’ya, yani ABD, Kanada ve Meksika ticaret anlaşmasına karşı, ve bu anlamda neoliberalizme karşı kendilerini ilk kez ortaya koydukları eylemle gerçekleşmişti. Daha sonra 1994’ten 96’ya kadar uzanan zaman kesitinde ortaya koydukları, farklı politik görüntü ile dünyada yankı buldular ve dünya da onlara kucak açtı. Tabii bunu söylerken, iki farklı dünyadan bahsediyoruz. Onlara kucak açan da ‘öteki’ dünya, yani “farklı bir dünya mümkün” diyenlerin dünyasıydı.
Bu destek ve kucaklama zaman zaman gözden kaçsa da aslında son derece önemli bir nokta. Eğer Zapatistalar oradaki mücadeleyi, özellikle de en yoksul kesim olan yerlilerin, Kızılderililerin mücadelesini tamamen tek başlarına yürütüp, dışarıdan bu tarz alternatif mücadele desteği almasalardı Meksika hükümetinin onları ezmesi özellikle ABD’nin büyük gücüyle daha da kolay olabilirdi. Onlar eylem yaptıktan sonra içinde Meksika hükümetinin de yer aldığı büyük çoğunluk şöyle düşündü: “Bunlar klasik, bildiğimiz örgütlerden; savaşmaktan öte de herhalde pek bir vizyonları yok”. Bu düşüncelerle operasyon yaptılar ama ortaya çıkan tablo tamamen farklıydı; o köylere, güneydoğu Meksika dağlarına, La Condor ormanlarına gittiklerinde bu yerli yerleşim bölgelerinde bambaşka bir görüntü ile karşılaştılar. Orada kendilerini silahla, topla bekleyen insanlar yerine; okullarda, evlerde, ne kadar kapalı ya da açık mekân varsa her yerde toplanıp tartışan, kendi aralarında bazı konuları görüşen birtakım gruplar gördüler.
‘Masalar’, Komisyonlar, Forumlar…
Bunlar aslında komisyonlardı, daha doğrusu o zaman onlara ‘masa’ sözcüğünden türetilen, İspanyolca karşılığı olarak ‘mesa’ denmişti. Kadın hakları masasından tutun da yerli hakları, insan hakları masalarına kadar Meksika’nın en geri kalmış bölgelerinde, dağlarda kurulmuş bir dizi masa’da insanlar harıl harıl bilgileniyor, tartışıyordu; böyle bir tablo ortaya çıktı. Bu yerlerden biri de San Andreas köyü idi.

Burada kurulan 1 No’lu ‘Yerli Hakları ve Kültürleri’ masası zamanla diğer bölgelerdeki yerlileri de çok ciddi bir şekilde etkiledi ve tetikledi. Oralarda da kendiliğinden bu tür masalar, komisyonlar ortaya çıkmaya başladı. Sonra buradan İspanyolcada forum anlamına gelen ‘forumo’ fikri ortaya çıktı, yani Ulusal Yerli Forumu. Elbette Meksika sivil toplumu bu foruma kayıtsız kalamazdı, ve böylece bütün sivil toplum kurumlarının katıldığı bir komisyon ortaya çıktı. Sendikalar, üniversiteler, üniversite öğretim üyeleri ve parlamentoda temsil edilen partilerden temsilcilerin yer aldığı devasa bir yelpaze oluştu. Adına ‘Uzlaştırma ve Barıştırma Komisyonu’ sözcüklerinin baş harflerinden ‘KOKOPA’ dendi. Başında da Zapatistlerin sözcülüğünü yapan bir rahip vardı; Chiapas eyaletinin de başpiskoposu olan Samuel Luis son derece ilerici bir Katolik rahipti.
Zamanla durum öyle bir noktaya geldi ki hükümet artık buna kayıtsız kalamazdı. Gerek yurtdışındaki baskı, gerekse yurt içindeki kimi olaylardan dolayı sonunda Zapatistalar ile görüşmeyi kabul ettiler ve 96 Şubat’ında yapılan ünlü San Andreas görüşmeleri gerçekleştirildi. Fakat hareket hızını alamadı ve daha sonra “Meksika devleti reforma tabii tutulmalıdır” diyerek, Meksika devletini reforma davet eden bir başka ulusal forum oluştu; buna da ‘Devlet Reformu Forumu’ dendi. Yani mesele sadece Kızılderili haklarının, kültürlerinin korunmasının ötesine geçip bütün Meksika toplumunun yapılanmasını değiştirme yönünde talepleri de içermeye başladı.
Belki de Zapatistleri diğer örgütlerden ayıran en önemli özelliklerden biri buydu… “Kendi davamızı toplumun davası haline getirmezsek bu sorunu çözemeyiz, çünkü bana bakıştaki yanlışlık toplumun bana bakışında da var, dolayısıyla toplumun bana bakışını değiştiremezsem ben zaten kendimi değiştiremeyeceğim, dolayısıyla bu sorun benim değil toplumun sorunudur, hatta onun ötesinde bütün dünyanın sorunudur” diyerek olayı hakikaten kendi dar alanlarından çıkararak bütün topluma yaydılar. İşte bu da bütün bir depremi yarattı, art arda gelen forumlar hızını alamadı ve uluslararası bir forum oluştu. Zapatistler 96 yılında neoliberalizme karşı kıtalararası bir çağrı yaptılar. Bunun sonucunda 50’nin üzerinde ülkeden temsilci giderek Chiapas’da bir uluslararası forum oluşturdu. Seattle, Brezilya ve daha sonraki Dünya Sosyal Forumu’ndan tutun da bugün organize edilenlere kadar tüm bu forumların nüvesinin atıldığı bir toplantıydı bu. Hatta ‘forum’ sözcüğü bile oradan mirastır diyebiliriz. (Bkz; Dünya Sosyal Forumu) Yani Dünya Sosyal Forumu’nun ve Avrupa Sosyal Forumlarının temelini ve çekirdeğini Chiapas’ta Zapatista hareketinde bulmak mümkün. Tabii ki bütün bu hareketlerin çok daha geniş, çok daha eski bir altyapısı var. Ve elbette hepsini tek bir harekete, tek bir eyleme indirgeyemeyiz ama burada yadsınamayacak bir katkıları olduğunu da görüyoruz.
1983: Başlangıç Yılı

Marcos Zapatist hareketin 1983’teki başlangıcını anlattığı metinde herşeyin 6 kişilik bir çekirdekten doğduğunu söylüyor. Marcos’un kaleme aldığı bu metin son derece sıcak, mütevazı ve bildiğimiz kahramanlık, yenilmezlik öykülerinden uzak. Zapatistaları hiçbir negatifliği olmayan bir örgüt gibi değil de, hayatın ve halkın içinden bir oluşum gibi yer yer esprilerle aktardığı bir metin aslında. “1983’te 10 Kasım’da La Condor ormanlarına geldik, yer arıyoruz, yağmur, çamur, ormanlık bölge, bir haftamızı aldı” diyor. Ayın 17’sinde nihayet bir kamp yeri bulmuşlar. Dolayısıyla tam olarak kuruluş tarihi 17 Kasım 1983. 6 kişilermiş; 5’i erkek, biri kadın; 3’ü yerli, 3’ü ‘mestiso’ denen melez, kırma. Marcos “nereden nereye geldik; 2003’te 20. yılını kutladığımız bugün bu oranlar tamamen tersyüz oldu; yerli oranı %98, kadınların oranı ise %45” diyor. Bu arada öğrendiğimiz yeni birşey de şu ki meğer ‘Subcomandante’ yani komutan yardımcısı lakabının patenti aslında Marcos’a ait değilmiş; daha önceden içlerinden birinin lakabıymış. Pedro isimli bir komutanın. Bu komutanın da şöyle bir hikâyesi var: Yer aranırken Pedro “Ben gidip bakıp, araştırayım” demiş. Birkaç saat ortadan kaybolduktan sonra geri gelmiş ve demiş ki “Rüya gibi bir yer buldum, muhteşem!” Hadi o rüya gibi yere gidelim, demişler, bir de gitmişler ki bir bataklık… Bu ne rüyası, bu olsa olsa baş belası bir yer, demişler ve oraya da ‘La Pesadilla.’ yani ‘Baş belası’ adını takmışlar. İlk kamp kurdukları yerin adını bu şekilde koyduktan sonra, bunun kahramanı zamanla yükselmiş, teğmen olmuş. Kendi aralarında askeri rütbeleri var, o da subaylık rütbelerinden subcomandante olmuş ama Chiapas baskını sırasında vurulup öldürülmüş Subcomandante Pedro…
Margaret Thatcher Kampında Balık Avı
Zapatistalarda zaten ‘commandante’ (başkomutan) diye bir rütbe yok; hep bir alt komutanlardan oluşuyor: ast komutan yani ‘subcommandante’ler. Bu da aslında sembolik bir hareket; komutana yani Emiliano Zapata’ya saygıdan kaynaklanıyor; komutan o çünkü… 1909’da başlayıp 1919’da sona eren Meksika devrimi sırasında Emiliano Zapata kendi hareketinin ulusal bir dava olduğunu ilk kez Aquas Calientes’te ilan etmiş ve oraya katılan kumandanlar, şefler de ona ‘kumandan’ lakabını vermişlerdi: ‘Comandante’. Dolayısıyla commandante, komutan Emiliano Zapata, diğerleri de ‘sub’ olabiliyor ancak, yani yardımcı, ast komutan. Zapatistler Aquas Calientes adını da kendi yerleşim yerleri için sembolik olarak kullandılar.
Kuruluştan bir yıl sonra yani 1984’te ise Marcos geldi. 2’si yerli, kendisi tek melez, toplam 3 kişiydiler.2 Marcos yazısında yaşadıkları tuvalet sorunundan bahsederken “mutfakları, yattıkları yerler var, bir de 25 ve 50 var” diyor… İlk geldiklerinde çok küçük bir gruplar, uzun süre de 12 kişilik bir grup olarak kalmışlar. Küçük abdest dediğimiz olay için ‘25 metre’ adını seçmişler. Bulundukları yerden 25 metre uzağa gidiyorlar, büyüğü içinse 50 metre. Dolayısıyla tuvalet sözcüğü için ‘25 ve 50’ kullanılıyormuş. Bugün de hâlâ onu kullanıyorlarmış: “Artık adam gibi tuvaletlerimiz var, gerçek anlamda tuvaletimiz var ama hâlâ tuvaletleri ‘25 ve 50’ diye adlandırmaya devam ediyoruz” diyor.
Bu arada mesela yapıları yapmak için taş gerekiyor vs. Bunlar için tekerlek yapalım, diyorlar. İlkel kavimlerin çözümleri gibi de arabalar yapacaklar. Ağaçtan, tahtadan tekerlek yapmaya kalkıyorlar ama bir türlü yuvarlak yapmayı beceremiyorlar, bir şekilde köşeli oluyor, dolayısıyla da taşları sırtlarında taşımak zorunda kalıyorlar sonunda. Yine böyle pasajlar var, hani bizde vardır ya, kahraman çok yüceltilir bu tür hareketlerde… Burada ise tam tersi oluyor. Mesela diyor ki “bir gün orman içinde yürüyoruz, öncülerden biri bağırdı ‘Yaban domuzları!’ Ardından kendisi o kadar hızla ağaca tırmandı ki bir daha kendisini göremedik. Geride kalanlar da kahramanca koştu tabii aksi yönde, sonuçta ortada zavallı küçük bir domuz yavrusu kaldı. Onu o kadar sevdik ki, evcil hayvan gibi yanımıza alıkoyalım dedik. Hayvancağızın hiçbir itirazı olmadı, seve seve kabul etti, herhalde o pis kokumuzdan dolayı” diyor.
Mesela balık tutarken yakaladıkları bir balığa Margaret Thatcher; balığı tuttukları yere de Margaret Thatcher kampı demişler, “çünkü balık neredeyse Margaret Thatcher’ın kopyası gibiydi, ona çok benziyordu” diye anlatıyor. Sonra 1985’te, aradan iki yıl geçmiş; “Ormanın ücra bir köşesindeyiz, herkesin gayet canı sıkkın, ortalık zaten yağmur, kasvet ve tek başımızayız, “Bu iş nereye gidecek?” diye insanlar kara kara düşünüyor. “Merak etmeyin, günün birinde binleri, on binleri bulacağız” deyince, bana tuhaf tuhaf baktılar. Orada yıldönümü kutlaması için bir mantar çorbası içmiştik; mantar zehirli olsa gerek, herhalde kafasına etki etti ya da zekâsına, düşünme durumuna ki böyle saçmalıyor diye baktılar” diyor.
İlk ‘Bozgun’ ve Çoğalmanın Başlangıcı
O sırada öyle pek genişleme ihtimali de görünmüyor ama bir hamle yapıyorlar; bütün görüşlerini ve yaşamlarını değiştirecek bir hamle. Peki o zaman şu yerlileri bir dinleyelim, onlara uzanalım, temas kuralım, diyorlar. Orada çok anlamlı bir ifadesi var Marcos’un “Yerlilerle kontak kurduğumuzda sonumuz geldi. Bizim ilk bozgunumuz. Bozguna uğradık ve o bozgundan sonra da geometrik olarak büyümeye ve öteki olmaya başladık” diyor. Tabii bu bozgun mecazi anlamda, “Bizim eski örgüt kalıpları, o mentalite darmadağın oldu. Onlarla buluştuğumuzda, onlara kulak verdiğimizde, ‘bir de dinleyelim’ dediğimizde biz darmadağın olduk ama öteki olmaya başladık. İşte o zaman çoğalmaya ve büyümeye başladık” diyor.
Daha önce biraz da yol gösterici liderler olarak görüyorlar kendilerini ama asıl paradigma değişikliği de orada gerçekleşiyor anlaşılan. Çünkü tam tersi bir olay oluyor. “Bir gün yolda giderken kavanoza benzeyen pişmiş topraktan yapılmış birşey gördüm, ama içine cam karıştırmışlardı. Bir baktım, güneş vurdukça her cam parçası güneş ışığını yansıtıyor, her biri ayrı ayrı yansıma ama bütününde gökkuşağını andırır genel bir yansıma var. İşte biz böyle olmak istedik. Dünya da böyle olsun istiyoruz. Herkesin kendi hikâyesi olsun, herkes kendi hikâyesini anlatabilsin ama bütününde ortak bir hikâye olsun, ve o da rengarenk olsun, gökkuşağı gibi olsun” diyerek bu değişimin güzel de bir benzetmesini yapıyor.
Zócalo Meydanı
Zapatistalar 2001 yılının Mart ayında Meksika’nın başkentine büyük bir yürüyüş yaptılar. Zócalo meydanındaki törene yüz bin kişi katılmıştı; Marcos burada müthiş bir konuşma yaptı. Fakat bu görüşmeler de başarı ile sonuçlanmadı. Çünkü hükümet sadece göstermelik olarak bu jesti yaptığını sonunda kanıtladı ve olmadı işte… Kalkıp geri döndüler ama orada, özellikle başkent Meksika’da çok büyük bir ilgi gördükleri de şüphesizdi. Yurtdışından da bir sürü insan gelmişti. Marcos’un orada mesela en sık tekrar ettiği cümle şuydu: “Biz burada olmamalıydık, çünkü asıl olması gerekenler o halk, ama maalesef o halkın kendini ifade olanakları yok. Keşke biz burada olmasaydık…” İktidara bakışları çok net bir şekilde ortaya çıkıyordu; iktidara karşılardı. Siz birilerini temsil etmeye kalktığınızda, onların sözcülüğünü yapmaya kalktığınızda, aranıza bir mesafe giriyor, o mesafe iktidar aslında. O olduğu sürece de herşey sonunda yozlaşmaya başlıyor. Zapatistalar da bunu görüp, buna karşı tedbirler almaya çalışan, aslında bunu ortadan kaldırmaya çalışan bir hareket.

Bu tarihi gelişmeleri konu eden Fuego y la Palabra (Ateş ve Söz) adlı bir de kitap çıktı. Kitabın yazarı Gloria Muños Ramirez adlı bir kadın gazeteci; çok ilginç de bir hikâyesi var. Ramirez 1994’teki bu baskında çok etkilenmiş; Zapatistaları daha yakından tanımak istiyormuş. Çeşitli gazetelerde, ağırlıklı olarak da Zapatistlerin sözcülüğünü de yapan La Jornada diye ilerici bir gazetede yazıyormuş. Sonra 97’de kendisi için tarihi bir karar almış, pılını pırtısını toplamış, bütün ilişkilerini kesmiş ve ormana, La Condor ormanlarına Zapatistlerin yanına gitmiş; orada, onlarla birlikte yaşamaya karar vermiş. Hâlâ da orada yaşıyor. Bu süre içerisinde bu gelişmeleri, oradaki yaşantıyı, geçmişi, duyduklarını yazmış. Aslında değişik insanların görüşlerini de yansıtan bir kitap bu; farklı Zapatist gerillalar kendi bakışlarından bu hareketi anlatıyorlar. Marcos yer yer bu kitaba da değiniyor.

Tekerleğin Yeniden İcadı
94 baskınında, 1 Ocak’ta tek kişi bile vurulmamıştı. San Cristóbal 24 saat işgal edildi. Genellikle bilerek çatışmadan kaçınıyorlardı. Yani nerede karşılaşma ihtimali varsa, oradan hep uzaklaşıyor, savuşturuyorlardı. Aslında Zapatist Hareket aynı zamanda silahı olabildiğince sembolik kullanmaya çalışan bir örgüt ama, rakamlara ilişkin birtakım ilginç veriler var, onu da dünya kamuoyu yeni öğreniyor. Mesela 94 baskınında 5 bin Zapatista’nın yer almış olduğunu… Sadece San Cristóbal için 1.500 kişi varmış. Marcos bu rakamları da veriyor. Sonra konuşmasında ilginç bir benzetme var, “Biz yerlilerle beraber olmaya başladığımızda vizyonumuz değişti ve iktidar sorununa farklı bakmaya başladık. Kendimizi iktidarı yok etmek üzere var olan bir oluşum olarak gördük ve bir katalizör olmak, bir köprü görevi görmek gibi yeni bakışlar edindik. İşte o zaman köşeli olmayan, gerçek anlamda yuvarlak bir tekerlek oluştu. Bu olması gereken bir biçimdi, çünkü ancak tamamen köşesiz olduğumuz zaman dönmeye başlarız ve hareket ederiz.” Bunu da, daha önce anlattığı, bir türlü beceremedikleri köşeli tekerlek olayına bağlıyor Marcos. Yani tekerleği sonunda bulmuşlar! Aslında bu politik anlamda bir tür buluş. Tekerleğin bulunuşu uygarlık tarihinde nasıl önemliyse, onların da politik uygarlık tarihine bu anlamda katkıları oluyor. Marcos mizahi bir şekilde farklı bitiriyor konuşmasını: “Biz Zapatistler, en küçük olanlarız, yüzlerini bakılsın diye kapatanlarız, yaşamak için ölenleriz… Daima bir tarih olmalı. Hiç unutulmaması gereken bir tarih vardır, çünkü unutursak o zaman kendimizi de unuturuz, kendimizi unutmamak için o tarihi unutmamak gerekir” diyor. Sonra da “Konuşmamdan çok sıkıldıysanız ben size bir müjde vereyim. Yarın bir şenlik var!”diyor ve o şenliğin adresini vererek “Vallahi ben gidiyorum, çünkü tebrik kartları geldi, onları bir dinleyeceğim. Bu arada bol pasta ve bol tatlı yiyerek sabahlayacağım herhalde. Hepinize sağlık olsun, herkes bir araya gelsin, hepimiz bir araya gelelim” diyerek konuşmasını bitiriyor.
Aslında Marcos’un ve genel olarak Zapatistlerin ütopik oldukları söylenir. Marcos bir konuşmasında bununla ilgili olarak da şu sözleri söylemiş: “Aradığımız, arzu ettiğimiz ve ihtiyacını duyduğumuz şey, tüm insanların, arada hiçbir parti, hiçbir örgüt olmaksızın, neyi isteyip neyi istemedikleri üzerinde anlaşmaları ve onu hayata geçirmek için, iktidarı almak için değil, onu uygulamak için tercihan sivil ve barışçı yollardan örgütlenmeleri. Bunun bir ütopya olduğunu söylüyorlar, biliyorum ama Zapatistlerin tarzı da bu zaten…” Pr; Açık Gazete, İlker Özünlü, Yt; 12 Kasım 2003
- Zapatist örgütün EZLN ya da FZLN olarak geçen kuruluşu 1983 yılında gerçekleşmişti. Dünyaya adlarını ilk kez duyurmaları ise 1994 yılında San Cristobal baskını ile oldu. 2003 yılında kuruluşun 20. ve San Cristobal baskınının da 10. yıldönümü; 20 ve 10; ‘El fuego y la palabra’ (Ateş ve Söz) başlığıyla kutlandı. Subcomandante Marcos, bu festivalin açılışında hareketin tarihini anlatan uzun bir konuşma yaptı. İlker Özünlü ve Ömer Madra’nın sohbeti ağırlıklı olarak bu konuşmaya yapılan göndermelerden oluşmaktadır.↩︎
- Marcos geldikten sonra oradaki yaşadıklarını yazdığı öykülerde anlatmıştı. Bu hikâyeler İlker Özünlü çevirisi ve Koca Antonio’dan Öyküler başlığı ile 2001 yılında Anahtar Yayınları’ndan çıktı.

“Biz Zapatistler, en küçük olanlarız, yüzlerini bakılsın diye kapatanlarız, yaşamak için ölenleriz…” Astkomutan Marcos.