Ulaşmanın en eski biçimidir yürümek. Metropol sakini, kasabalıdan; kentli, köylüden; Kuzey ülkelerdekiler, Güneydekilerden; Orta Avrupalı, geleneksel kültürlerde yaşayandan; Batılı, ekonomik bunalımdan mustarip eski Doğu Bloku vatandaşından; borsacı, işsizden hızlı yürür.
Hayat temposunun bu parametresi, elbette yaşam sevincinin ölçütü değildir. Çalışma hayatının stresi, sokaktaki yüzlerin yabancılığı, karaktersiz kent mimarisi, sosyal bağların gevşekliği, korku… Tümü, adımlarımızı hızlandırır. Yollar da, kent planlamacılarından ya da merhum Menderes’in 1950’lerdeki asfalt seferberliğinden çok çok önce, yürüyerek keşfedilmiştir. Geçmişte katedilmesi günler hatta haftalar süren birçok patika, günümüzde bile kullanılan yolların temelidir.
Bilinen Yol İnsana Güven Verir
Yol tarihçisi Maxwell Lay’e göre Kuzey Amerika’ya ilk gelen Avrupalı yerleşimciler sanıldığı gibi el değmemiş peyzajlarla değil “yarım metre genişliğinde milyonlarca patikayla bezenmiş toprakla” karşılaşmışlardı. Yeni yerleşimciler, hayvanların ve Kızılderililerin defalarca aynı güzergâhtan geçerek oluşturduğu patikaları kolayca benimsemiş ve aynı yolları kullanmaya başlamışlardı. Bu yüzden sonradan inşa edilen yollar, Amerikan hükümetinin resmi belgelerinde 1808’de bile hâlâ ‘yapay yollar’ olarak kayıtlıdır.
Kızılderililerin en ünlü ve uzun patikalarından biri olan ‘Iroquois Mohawk Trail’, New York Eyaleti’nde Buffalo’dan Albany’ye dek, yani 600 km boyunca uzanıyor. Bugün ‘New York Route 5’ adıyla anılan otoyol, Seattle’ın eski merkezine uzanan ana cadde ya da New York’taki Broadway de, yüzlerce yıl öncesinde yerliler tarafından arşınlanmıştı. Batı Dünyası insan doğasının, hatta hayvan sürülerinin kendiliğinden keşfettiği yollardan, dümdüz, simetrik güzergâhlara geçişi ise büyük ölçüde Romalılara borçlu.
30 yıldır dünya çapında patika ve eski yolları inceleyen, Stuttgart Üniversitesi’nden kent planlamacısı Prof. Klaus Humpert, doğal güzergâhlardan sapmalardaki tahammül sınırını keşfetmiş: “Yol gördüğümüz hedeften 25–30 dereceden fazla saptığı anda, alternatiflere yöneliyoruz.” Üstelik bu kural hem hayvanlar hem insanlar için geçerli.

Yani Norveç’teki Ren geyiğiyle, parkta ‘çimlere basmayınız’ levhasını çiğneyerek kestirmeye yönelen Parisli genç arasında bir fark yok. Bu durumda otomobil sürücülerinin şehir içindeki tek yön levhalarını hiçe saymalarına ya da bazı yayaların İstanbul E-5’te üst geçidi kullanmak yerine kendilerini araçların önüne atmayı yeğlemesine şaşmamalı. İstanbul, insan doğasına en aykırı gelişen kent kategorisinde kuşkusuz birinciliğe oynuyor.
Bu arada Batı’da bilim insanları yolların beyinde bıraktığı izleri sürüyor. London University College’dan Eleanor Maguire, Londralı taksicilere kentin turistik yerlerinin fotoğraflarını gösterince, beyinlerinin belirli bir bölümünün (sağ Hippocampus) faaliyete geçtiğini tespit etmiş. Taksici beyinleri başka kentlerin ünlü yapıtlarını gördüklerinde aynı tepkiyi göstermediklerinden, ‘güzergâh hafızasının’ ayrı bir yer tuttuğunu söyleyebiliriz, diyor Maguire. Kentlinin bir diğer şanssızlığı, kültürel sağ–sol takıntısı. Yer tarif ederken, “falanca yerden sola sap” deriz, dönüş yolunda tersten düşünmekte zorlanırız. Oysa Avustralya’daki Aborijin yerlisinin, kerteriz noktasını kafasında kuzey–güney gibi kriterlere göre konumlandırdığından, böyle bir derdi yoktur.
Fransız filozof Paul Virilio’ya göre ‘çağdaş’ büyük kentlerde tüm hareket alanımızın kesin çizgilerle koşullandırılması, yasaklarla sınırlandırılması ve asansör, yürüyen bantlar ve ulaşım araçlarıyla yer değiştirmesi, insanda ağır kişilik bozukluklarına ve gerçeklik duygusu kaybına neden oluyor.
Bundan kötüsü, nörolojik bir hastalık olan ‘landmark agnosia’. Bu rahatsızlıktan mustarip insanlar, herkesin doğal olarak algıladığı bir camii, market ya da tek başına bir ağaç gibi büyük ve belirgin yapıları hatırlayamıyorlar. Yönlerini, çok küçük ayrıntıları, mesela farklı renkte bir kaldırım taşının yerini ezberleyerek bulmak zorunda kalıyorlar.
Yaya ve Şiddet
Yaya araştırmaları elbette marjinal bulgularla sınırlı değil. Amaç, ulaşımı ‘insancıllaştırma.’ Kent planlama uzmanları geometrik modellemelerde, Afrika’da bir köyde kendiliğinden oluşan kulübeler arası patikaların aynı zamanda en verimli yol ağı olduğunu keşfetmiş. Başka bir deyişle; kimse artık Stalinist disiplinle belirlenen, yukarıdan bakınca ‘harita metod defteri’ deseninde, bireyin ihtiyaçlarını göz ardı eden çevre mühendisliği anlayışını geleceğin yerleşimi olarak savunmuyor.
Tabii en tehlikelisi, yayaların bir araya gelip ‘kitle’yi oluşturdukları an. Mekke’de her yıl yaşanan sıkışıklıkta, güneşin altında ölen yüzlerce Hacı adayını saymazsak, 2001 yılında yine 50 kişi şeytan taşlarken ezilerek can verdi. Ölenlerin sayısı 1998 yılında 150, 1994’te ise 270 kişi idi. 1990 yılında tünelde çıkan panikte hayatını kaybeden Hacı adaylarının sayısı 1426, yaralı sayısı ölü sayısının kat kat fazlasıydı.
Böyle durumlarda yaşananları kavrayabilmek için, Elias Canetti’nin 50 yıl önce yazdığı ‘Kitle ve İktidar’ başlıklı çalışmaya göz atmakta fayda var: “Her bir insan özyaşamı için ne kadar vahşice savaşırsa, etrafını saran tüm diğerlerine karşı savaştığı da o kadar açık ortaya çıkar. Tıpkı kendine yapıldığı gibi, onu şu ya da bu yana iter. Ne kadınlar, ne çocuklar ne de yaşlılar gözetilir… Panik, kitlenin kitle içinde dağılmasıdır. Birey kitleden ayrılıp kaçmak ister; çünkü kitle, bir bütün olarak tehlike altındadır. Ama birey fiziksel olarak hâlâ kitlenin içinde saplanıp kaldığı için, ona saldırmak zorundadır…”
Neyse ki bilim adamları bizi bu deneyimden korumaya kararlı. 2001 yılı, Nisan ayında ilk kez, Almanya’da Duisburg Üniversitesi’nde ‘Yayalar ve Tahliye Dinamikleri’ konulu uluslararası bir konferans düzenlendi. 13 ülkeden katılan 100 dolayında uzman, yayaların neye göre nasıl hareket ettiğini tartıştı. Kentleşmeyle hareket halindeki kalabalığın her gün arttığı; konser salonlarını, alanları, stadyumları, toplu taşıtları, sinemaları, alışveriş merkezlerini, sokakları doldurduğu düşünülürse, geç bile kalındı. Varılan ortak kanı ise, yangın benzeri kriz durumlarında en büyük risk faktörünün insanoğlunun kendisinin oluşu.
Yavaş Kaçan Kurtulur
Birkaç yıl öncesine kadar mekân güvenliğinin sınandığı modellemelerde kitlenin sıvı gibi hareket ettiği hatalı olarak varsayılıyordu. Sinema salonunda yangın çıktığında, imdat çıkışı ne derece genişse, tıpkı bir şişenin ağzındaki gibi, daha fazla ‘miktarda’ insan tahliye olacaktı. Gerçekte ise durum hayli farklı: Panik hallerinde çıkış kapısının önündeki insanlar aynı anda hareket ettiğinden, bir tıkaca dönüşüyorlar.

Bu sorunun çözümü ise Nature dergisinde yayınlandı. Yapılan araştırmaların sonuçlarına göre kapı önü alanının bir sütunla daraltılıp; sütunun iki tarafından dolandırılan kitle bireylerinin hızı ve kapı önü yoğunluğu azaltılınca, aynı sürede daha çok insan tahliye olabiliyor.
Dresden Teknik Üniversitesi’nde ‘Normal ve panik durumlarda kendi kendini organize eden kalabalığın dinamikleri’ konusunda ders veren ulaştırma ekonometrisi uzmanı ve fizik profesörü Dirk Helbing, üzerinde çalıştığı bilgisayar modellemesinde başka ilginç bulgular da elde etti. Kitle, sinema salonunda genişleyen bir koridordan, ardından yeniden daralan bir kapıdan geçiyorsa, yeni tıkanmaların oluşumu kaçınılmaz. Oysa dar koridorda tıkanma yaşanmıyor ve tahliye hızlanıyor. Geçmişteki felaketleri inceleyen Helbing’e göre tıkanmanın nedeni “insanların normalden daha hızlı hareket etmek istemesi.”
Özellikle İstanbul 2. Boğaz Köprüsü’nü kullananlar, aynı gerçeğin trafikte de geçerli olduğunu bilir. Öncesinde ve sonrasında rahatça akan trafik, gişelerde şerit sayısı artıp daraldığında fazladan sıkışıklığa yol açar, çünkü herkes aynı anda hızlanıp şerit değiştirmektedir. Hollanda otobanlarında yapılan incelemeler, kimsenin bencilce hareket edemediği, sollamaya olanak olmadığı ve öndeki araçla aynı sabit hızla ilerlendiği durumlarda sıkışıklığın kendiliğinden açıldığını gösteriyor.
Dahası, sürü psikolojisinin etkisiyle insanların panik durumlarında, bir başka boş çıkış olduğu halde inatla çoğunluğun yöneldiği çıkışa doğru hareket ettiği gözleniyor. Güney Afrika’da 2001 yılında yaşanan disko yangınında gençlerin tamamı, dört çıkış olmasına karşın aynı yere yönelmişti. Sonuç: 13 ölü, 44 yaralı. Fizik profesörü Helbing’e göre kitlenin yıkıcı gücü inanılmaz: “Sadece 50 kişinin aynı yöne itmesiyle bile metrekareye bir tonluk basınç düşüyor. Kötü durumlarda çelik bariyerler dahi yamulabilir, duvarlar yıkılabilir.”
Son bir uyarı da, Hacılar dışındaki ikinci büyük risk grubu olan futbol taraftarlarına. “Ters akıntıdan mutlaka kaçınılmalı. Statlarda birçok felaket, son dakikada atılan bir gol yüzünden bazı taraftarların geriye hücum etmesinden kaynaklanmıştır.” 1982 Avrupa Kupası sırasında Moskova’da son dakika golünün bilançosu: 340 ölü, yüzlerce yaralı.1
Melih Kafa
www.acikradyo.com.tr
Yt; 11 Temmuz 2002
- Bu yazı 2002 yılında Ulusoy Traveller dergisinde yayınlanmıştır.