
(Uçmak, Uçuşmak) Havada düşmeden yol almak. Paraşütle, balonla, motor gücüyle veya kuşlarda olduğu gibi çırpılan kanatlarla gerçekleştirilen eylem.
İlk uçanlar bulutlarla yakın dost olan fillermiş… Bir ağacın dalına konup da ağırlıklarından dolayı dal kırılınca, ağacın gölgesinde ders vermekte olan bilge ve öğrencilerinin üzerine düşmüşler. Öğrencilerin tümü ölmüş. Çok sinirlenen bilge, ilgili tanrılarla görüşüp fillerin kanatlarını söktürmüş ve filler o gün bu gündür sadece karada yaşar olmuşlar.
“İlk Kanat Tasarımcısı”
Doğuştan kanatlılar için kolay bir eylem uçmak, ama insanoğlu için… Daidalos ve oğlu İkaros çaresizlikten uçmak istemişler çünkü kapatıldıkları kaleden çıkabilmenin tek yolu uçmakmış. Baba birer çift kanat tasarlamış, oğluna da tembihlemiş: “Sakın çok yüksekten uçma, güneş kanatlarını eritir!” Oğul bu, hiç babayı dinler mi? Gökyüzünde olmanın verdiği coşkuyla iyice yükselince tam da babasının dediği gibi güneş kanatlarını eritmiş ve İkaros Akdeniz’e düşmüş. Acılı babanın tek tesellisi tarihe-efsanelere ‘ilk kanat tasarımcısı’ olarak geçmek olmuş.
Uçuş dinamik bir eylem, diğer bir deyişle havadan ağır olmak söz konusu ise uçmak için gökyüzünde hareket etmek gerekiyor; yani itici bir güce gereksinim var. İşte İskenderiyeli bilim adamı Heron neredeyse 2000 yıl önce, çok da farkında olmadan ‘Aeolipile’yi, yani kavram olarak bugünkü uçak motorlarının atası olan ilk gaz türbinini icat etmiş. İnsanın uçuş serüveninde Leonardo Da Vinci’nin çalışmaları da önemli bir yer tutuyor. Leonardo’nun helikopter ve paraşütü andıran çizimleri ile kuşları gözlemleyerek yapmaya çalıştığı ‘Ornithopter’ havacılık tarihinin kilometre taşlarından. Ancak ‘ilk motorlu uçuş’ için 1903 yılını beklemek gerekiyor…
İlk Motorlu Uçuş
1800’lerden itibaren hız kazanan uçma çabaları Sir George Cayley’in aerodinamik alanındaki çalışmalarıyla teorik anlamda da temellendirildi ve 1870’lerden itibaren de ‘uçmaya çalışmak’ tam anlamıyla ‘kalkışa geçti’. Ve nihayet 1903’te Wright Kardeşler ilk motorlu uçuşu gerçekleştirdiler (günümüzde daha önce de motorlu uçuş yapıldığına dair bilgiler olmasına rağmen genel kabul gören tarih hâlâ 1903’tür). Çalkantılı yılları izleyen savaş dönemleri havacılık alanındaki çalışmaları daha da körükledi; uçaklar birer ölüm aracına dönüştü. Hız, kapasite, dayanıklılık ve yükseklik arttı; hava gücü olmaksızın bir savaş kazanmak hemen hemen imkânsız hale geldi. Savaşların ardından gelen görece barış süreçleri ise ‘uçmak’ eyleminin daha insani amaçlar için kullanıldığı dönemler oldu. Uçak yolculuğu sadece kitlelere yayılmakla kalmadı, havacılık da bir hobi olarak insanların gündemine girdi.
Peki ‘uçuş’ anlatılabilir mi? Belki… ‘Uçuş’ öncelikle keyifli bir eylemdir; ister kendinizi bir yamaç paraşütüyle boşluğa bırakıverin, ister tek motorlu bir uçakla keyfe keder, bir oraya bir buraya uçuşuyor olun, ister dev bir 747’le Atlantik’i geçin… Önemli olan sadece ve sadece gökyüzünde olduğunuzun bilincine varıp o sınırlı anların tadını çıkarabilmektir. Neyin tarafından itilip, neyle yönlendirildiğiniz ikinci plandadır artık. ‘Uçuş’, şekline göre hızlı bir eylemdir; günlük hayatta alışık olduğumuz hızların çok ötesinde hızlar söz konusudur. ‘Uçuş’ estetik bir eylemdir, açık denizlerde uçmakta olan bir albatros ya da avını yakalamak için dalış yapan bir kartal göze son derece güzel görünür. ‘Uçuş’ biraz da çocuksu bir şeydir; uçurtma uçururken minicik ellerle, kendinizi o uçurtmanın yerine koyup gökyüzünde havalı havalı salınmak istemediniz mi hiç? ‘Uçuş’ kısmen bir karşı geliştir doğanın yarattığına, yerçekimini hiçe sayıp doğallığın ötesine geçmektir. Ve ‘uçuş’ gökyüzü, bulut ve rüzgârla dost olmaktır.
Tunciz Taner