19 Mart 2007
Halil Turhanlı

Thom Gunn

1950’lerde İngiltere’de, ‘Akım’ (Movement) adıyla anılan genç şairler kuşağının başta gelen özelliği modern Amerikan şiirinden etkilenmeleri ve şiirlerini bu etki altında yaratmalarıydı. Akım şairleri bugün salt şiirleriyle değil, modern Amerikan şiiri üzerine yapılmış oldukları incelemelerle de tanınıyorlar. Donald Davie, Ezra Pound üzerine incelemeleriyle de biliniyor. Charles Tomlinson, William Carlos Williams’ın şiirine odaklanan eleştirel donelerin yazarı olarak da ün sahibi.

Akım’ın en genç şairi Thom Gunn’ın şiirinin olgunlaşmasında, şiir anlayışının gelişmesinde de modern Amerikan şiiri etkili oldu. O da, Black Mountain şairleri, Robert Duncan başta olmak üzere San Francisco Rönesansı şairleri hakkında eleştirel denemeler kaleme aldı. Gunn’ın diğer Akım şairlerinden farkı, İngiltere’yi terk ederek Kaliforniya’ya yerleşmesi ve bu yer değiştirmenin şiirine yoğun ölçüde yansımasıdır. O kadar ki, Akım’ın diğer şairleri dahi onu bir İngiliz şairi saymazlar. Donald Davie, Gunn’ın ‘Orta Atlantik şairi’ olduğunu söyler.

Kavga Sözcükleri ve Doppelgänger

İlk şiir kitabı Fighting Terms (Kavga Sözcükleri) yayınlandığında, Gunn 24 yaşında bir Cambridge öğrencisi, gardını almış, dünyayla hesaplaşmaya hazır öfkeli bir genç adamdı. Metafizik şairlerden etkiler taşıyan ve eşcinsel ilişkinin İngiltere’de yasal olarak cezalandırıldığı bir dönemde yazılmış bu şiirlerde cinsellik kodlanarak işlenmiştir:

Yatakta bile poz takınıyorum
Arzu büyüyebilir
Her gece daha ayrıntılı ve daha ihtiyatlı
Ama, açıkgöz bir kız kuşkulanabilir
Benliğimin bedenim gibi çıplak olmadığından.

(Carnal Knowledge)

İkinci şiir kitabı The Sense of Movement’da (Devinim Duygusu) sınır aşma arzusu ve bu yönde bir eylem çağrısı duyulur: “İnsan daima daha yakındır hiç durmadığında.” Thom Gunn’ın erken dönem şiirlerinde hem irade, hem de arzu anlamlarına gelen “will” sözcüğü çok sık kullanılmıştır. Gunn’ın şiirinde bu sözcük, denetleyen irade ile arzulayan beden arasındaki çatışmayı ve çatışmanın yarattığı gerilimi ifade eder. Söz konusu gerilim ‘ben’in bölünmesine, parçalanıp ikiye ayrılmasına neden olur. Özellikle Fighting Terms’deki şiirlerde okur sık sık ‘Doppelgänger’ motifiyle karşılaşır. Pencereden baktığında sokakta kendini gören şairin benliğindeki bu bölünme; dolaptan çıkamamanın, orada kapalı kalmışlığın sonucudur. ‘Ben’in bölünmüşlüğü, Gunn’ın 1970’lerde yazdığı ve cinselliği gün ışığında kutladığı kimi şiirlerde devam eder; ancak bu kez, sonuçta bütünleşme gerçekleşir. 1971 yılında yayımlanan ve “en iyi kitabım” dediği Molly’de yer alan ‘Tom-Dobbin’ başlıklı şiirinde ‘ben’in bölünmesiyle ortaya çıkan iki kişi; Tom ve Dobbin cinsel ilişkide bulunurlar ve ancak orgazm noktasında aynı bedende yeniden bir araya gelirler. Bölünme o noktada armonik bir ilişkiye dönüşür. 1976 yılında yayımlanan Jack Straw’s Castle (Jack Straw’ın Şatosu) başlıklı kitabına adını veren şiirdeki şato, dolabın metaforudur. Şatoda, yani dolapta yaşayan Jack’ın bölünmüş ‘ben’i ancak cinsel fantezilerinde bütünlüğe erişir.

Kıyı

Thom Gunn, 1950’lerin ortasında, Amerikalı sevgilisi Mike Kitey’nin ardından Kaliforniya’ya gitmiş, ‘erotik yeni Kudüs’ olarak tanımladığı San Francisco’ya yerleşmişti. Bu şehirde 1960’larda çiçeklenen karşı kültür Gunn’ı derinden etkiledi. Şiirine LSD, diğer sanrı yaratıcılar ve Grateful Dead’ın müziği girdi. San Francisco onun şiirinde daha köklü bir dönüşüm de yarattı. Baraj kapakları yıkılıp atılmış libidinal enerji, şiirine yeni bir soluk getirdi. San Francisco benzer bir etkiyi Michel Foucault’nun felsefesinde de yaratmıştı. Foucault’un ‘büyülü heterotopia’lar” dediği mekânlarda, San Francisco’nun saunalarında, müdavimlerini deri giysili erkeklerin oluşturduğu barlarda Gunn, sınırsız cinselliği buldu.

Thom Gunn, şiirlerinde sık sık karşımıza çıkan bazı figür ve imgelerle kişisel bir ikonografi yaratmıştır. Elvis Presley, Marlon Brando, James Dean, Charles Manson, siyah deri ceketliler… Bu figürler bir duruşu, ‘kıyıda’ varoluşu sembolize ederler. Gunn’ın şiirinde ‘kıyı’ (edge) anahtar bir sözcüktür. Tehlikeli bir duruşu, sağlam olmayan bir zeminde ayakta kalabilme çabasını, en ağır sonuçları peşinen kabullenmeyi ifade eder. 1990’larda yayımlanan The Man With Night Sweats (Gece Terleri İçindeki Adam ) ağırlıklı olarak Gunn’ın, virüsün hayatı tehdit ettiği, AIDS’in bir karabasan olarak hayatın ortasına çöktüğü yıllarda, 1980’lerde yazdığı şiirlerden oluşuyordu. Gunn elejik tonlar taşıyan bu şiirlerle, ıstırap içinde yavaş yavaş ölüme doğru yol alışlarına tanıklık ettiği arkadaşlarının anılarını canlı tutmak istemişti. Fakat, The Man With Night Sweats’de yer alan şiirlerde zamansız gelen ölüme boyun eğme, ölümü bir yazgı olarak kabullenme yoktur. Karışık duygularla yazılmıştır bu şiirler, kızgınlık ve yas iç içedir. Gunn, acıyı dramatize etmez, acıma duygusu uyandırmaz. Bu bakımdan F.R. Leavis’in düşüncesini paylaşır ve kendine acındırmanın, merhamet uyandırmanın etik açıdan doğru olmadığını belirtir.

Thom Gunn, 1929-2004.

 

 

The Man With Night Sweats’te Nietzsche’ci bir nihilizmin yerini kuvvetli bir komünite duygusu ve komüniteye bağlılık almıştır. Saunalardaki orjiler, barlardaki sert ilişkiler Gunn’ın şiirinden çekilmiş ve kırılganlık, şefkat, özveri, dayanışma gibi duygular ağırlık kazanmıştır. Şu da var ki Gunn, radikal bir alt kültürün değerlerinin savunucusu olmaktan elbette vazgeçmemiştir.

 

 

Yeni sağır aile değerlerini kutsadığı bir dönemde yazdığı bu şiirlerde, eşcinsel komüniteyi çekirdek aileye karşı bir alternatif olarak ortaya koyarak heteroseksist toplumun kurumlarına meydan okumayı sürdürür.

Boss Cupid (Patron Eros), Gunn’ın sorgulayan ve hesaplaşan şiirinde farklı bir duyarlılığı yansıtır, yeni bir evreyi işaret eder. Gunn’ın intihar eden annesi, hayranlık duyduğu şair Robert

Thom Gunn ve yeğeni Charlotte İngiltere’de Kent yakınlarındaki Snodland kasabasında yürüyüş yaparken, 1970.

Duncan için yazdığı ve Boss Cupid’in hemen başında yer verdiği iki şiir, bir önceki kitaptaki şiirlerin elejik tonunu taşır.1 Boss Cupid’de bedenlerimize egemen olan, oklarıyla kalplerimizde kapanmaz yaralar açan, çocuk ve cin karışımı Eros’un esinlediği erotik şiirler de var, kuşkusuz. Ama, kitaptaki en ilginç şiirler, yarı karanlık bir duyarlılıkla seri katil Jeffrey Dahmer’in ağzından yazılmış olanlar. Kurbanlarının çoğunu yoksul siyahlardan seçmiş olan bir ırkçının Gunn’ın şiirinde kendine yer edinmiş olması okur için biraz şaşırtıcı.2

Beden

Thom Gunn, tıpkı Whitman gibi, bedenin şairidir. Bedeni erotize eden, kösnüllüğe açan, bedensel hazları kutsayan kutsayan bir şair… Fakat, Gunn’ın şiirinde cinsel deneyim belirli dozda şiddet de içerir. Onun ikonlar galerisinde rock’n’roll yıldızları ile en acımasız katiller yan yana dururlar. Elvis Presley’in sağına ya da soluna baktığınızda Charles Manson’ı görürsünüz. Finlandiyalı Tom’un figürlerini çağrıştıran, kasları çok gelişmiş, cinsel organlarının şişkinliğini blue-jeanlerinin gizleyemediği deri ceketli erkekler, gamalı haç desenli yataklarda sevişirler.3 The Man With Night Sweats’de Gunn’ın şiirinden uzaklaşan şiddet yüklü cinsellik, Boss Cupid’de yer alan, Jeffrey Dahmer’ın ağzından yazılmış şiirlerle geri döner. Gunn romantik geleneğin izlerini taşıyan ‘aşk ve ölüm şarkıları’nı, Patricia Highsmith’in Dahmer hakkında yazılmış bir kitabı değerlendirdiği ve 1994 yılında Times Literary Review’da yayınlanan bir yazısını okuduktan sonra yazmış. Ayrıca, ‘edebiyatın en büyük seri katillerinden biri’ olarak nitelediği Macbeth’den de esinlenmiş. Thom Gunn, aslında bir parya olan, duygusal açıdan kötürüm olmuş, cinsel saplantılı Dahmer’i ikonları arasına katıyor:

Yağmurun her gün yağdığı o huysuz yaz
Odamda oturuyordum, avareliğin izbesinde
Pek az hünerim vardı, annem ve babam uzaktaydılar
Sanırım boşanıyorlardı, doyumsuzluğum sıkıntı veriyordu.

(Iron Man)

Tom of Finland adıyla ünlenen Touko Laaksonen’in çizimleri 20. yüzyılın gey kültürüne damgasını vurdu.↩︎

Yapayalnızdı Jeffrey Dahmer. Beden geliştirme dergilerindeki (favorisi Iron Man) kaslı erkeklerin ya da polis fotoğrafçılarınca morgda çekilmiş erkek cesetlerinin fotoğraflarına bakarak mastürbasyon yapıyordu:

On yedi yaşındaydım; içkim vardı, ama buzdolabı bozuktu
Bütün gün yarı sarhoş mastürbasyon yaptım
Tek tesellim dergideki bir fotoğraf
Bir Iron Man standardı, kaslarla şişmiş bir beden.

(Iron Man)

Ölüm Meleği

Yalnızlıktan ürküntü duyan Dahmer, evine gelmeye ikna ettiği erkeklerin bir süre sonra çıkıp gitmelerine gengel oluyordu. Konuklarını alıkoymaya çılışıyor, gitmemeleri için yalvarıyordu:

Ah! Terk etme beni şimdi
Bütün isteğim yaslanmak yalnız bedenine
Alıkoyacağım seni gitmeye kalktığında
Biliyorum nasıl yapacağımı
Göğsünün kaburgalı kavsini kavrayacak
Çocuksu sıcaklığını tadacağım.

(Trobadour)

Jeffrey Dahmer evine davet ettiği insanları egemenlik alanı içine tutmak istiyor, bu alana bir kez giren insanların oradan çıkmalarına izin vermiyordu. Kendi kendine yeten bir dünya kurmuştu ve kurbanlarının sayısına bakıldığında, kalabalık bir dünyada yaşıyordu. Dahmer, bu parçalanmış cesetler dünyasının tek yaşayanı ve dolayısıyla da efendisiydi. Dahmer’i seri cinayetler işlemeye yönelten sadece dayanılmaz yalnızlık duygusu ve bunun yol açtığı korku değildi. O, kıyıcılık kertesinde öteki bedeni keşfetme arzusu duyuyordu. Evine davet ettiği, çoğu kendi gibi kimsesiz erkekleri, bazen içkilerine ilaç katarak bayıltıyor, karşı koyamayacak haldeki bu insanların bedenlerini seviyor, okşuyor, mastürbasyon yapıyor ve Georges Bataille’ın “güzellik lekelemek, kirletmek için arzulanır” sözünü doğrularcasına onların gövdelerine boşalıyordu. Thom Gunn’a göre Dahmer, gösterilmek istenilenin aksine bir nekrofil değil, karşılıksız seven romantik bir âşık, bir ölüm meleğiydi. O, karşılaştığı, tanıştığı insanların yazgılarıydı.4

Halil Turhanlı

www.acikradyo.com.tr

19 Mart 2002.

Kaynaklar

Alfred Alvarez; The New Poetry: An Anthology. New York: Penguin Books, 1973

Thom Gunn; Boss Cupid. Faber, 2000.

Gregory Woods; Articulate Flesh: Male Homo-Eroticism and Modern Poetry. Yale University Press, 1987.


  1. Gunn, 1944 yılında kaleme aldığı ‘Toplumda Eşcinsel’ başlıklı o ünlü yazısında eşcinsel kimliğini savunan Duncan’a açık sözlülüğünden dolayı duyduğu hayranlığı daha önce bazı düz yazılarında da dile getirmişti.↩︎
  2. AIDS’den dolayı genç yaşta ölen İran asıllı, avangard tiyatrocu Reza Abdoh, ‘Cesetlerin Yasası’ adlı oyununda Dahmer’in cinayetlerini homofobinin ve toplumun AIDS hastalarına bakışının metaforu olarak kullanmıştı).↩︎
  3. Benzer imge ve figürlerle yeraltı sinemacısı Kenneth Anger’ın filmlerinde de karşılaşırız.↩︎
  4. Şiir çevirileri Halil Turhanlı’ya aittir.
Paylaş:

Önceki Yazı

Tezkere

Ömer Madra
Sayısı 70 bini aşacak belki 100 bine doğru gidecek. Başlayamıyor, alanda yer kalmadı. Ve hâlâ kilometrelerce uzakta, hipodromdaki başlangıç noktasındaki…
Devamını Oku

Sonraki Yazı

Tim Buckley

Alper Kaliber
  İrlandalı bir göçmen ailenin çocuğu olarak 14 Şubat 1947’de New York’ta doğdu ve 28 yıllık ömrüne 9 stüdyo albümüyle…
Devamını Oku

İlgili İçerikler

Dino Valenti

Sedat Nemli
San Francisco’nun Haight-Ashbury mahallesinde, daha doğrusu, kesişen sokaklarında doğup, Fillmore West ve Avalon Ballroom konser salonlarında yaşanan altın çağı (1966-68)…
Devamını Oku

İşsizlik

Çiğdem Delay
Dünya küreselleşiyor. Teknoloji gelişiyor. Herşey manasız yere büyüyor, küçülüyor. Niye savaştıklarını bilmeyen ordular, ait oldukları topraklardan çok uzak diyarlarda birbirleriyle…
Devamını Oku

Yaya

Melih Kafa
Ulaşmanın en eski biçimidir yürümek. Metropol sakini, kasabalıdan; kentli, köylüden; Kuzey ülkelerdekiler, Güneydekilerden; Orta Avrupalı, geleneksel kültürlerde yaşayandan; Batılı, ekonomik…
Devamını Oku

Hata

Jonaathan Steele
“Afganistan bombardımanlarında haftada 150 hedef hatası yapıldı, geçen hafta tek bir bölgede 300 sivil bu hatalardan birinde öldü, bu hataların…
Devamını Oku