2003 yılında Bağdat’ı bombalayıp ardından Irak’ı istilaya girişmeden önce Amerika Birleşik Devletleri silahlı kuvvetlerinin üst düzey subayları, savaş hazırlık planlarını ‘şok ve dehşet’ yaratmak şeklinde tarif ettiler. Gerçekten de bu plan fiiliyatta eksiksiz olarak uygulandı. Günümüze kadar kesintisiz sürdürülen şok ve dehşet uygulamasının günümüzdeki sayısal sonuçları şöyle özetlenebilir:
Ortalama Amerikan vatandaşı, Mart 2003 tarihli istilanın başından bugüne kadar 10 bin Iraklı sivilin şiddet yoluyla öldüğünü sanıyor. Gazetelerde en çok 70 bin sayısına yer veriliyor. Oysa, öldürülen Iraklı insanların sayısı bir milyonun üzerinde. Bu sayı ise, örneğin Darfur’da öldürüldüğü tahmin edilenlerin 5 katı. 1994’teki Rwanda soykırımında katledilenlerin sayısından bile çok daha fazla.
2007 eyülülünde Opinion Research Business (ORB) adlı araştırma kuruluşunun yürüttüğü anket sonucunda ABD istilasının başlangıcından araştırma tarihine kadar 1.220.580 kişinin şiddet kullanımı sonucunda hayatını kaybetmiş olduğu hesaplandı. Bu, Johns Hopkins Üniversitesi Kamu Sağlığı Fakültesi öğretim üyeleri tarafından bir yıl önce yürütülen ve Avrupa’nın en saygın sağlık dergisi Lancet’te yayımlanan araştırmanın sonuçlarını da doğrular nitelikteydi. Lancet’te yayımlanan araştırmada 2006 Temmuz’una kadar 601 bin insanın şiddet yoluyla hayatını kaybetmiş olduğu hesaplanmaktaydı. Ama, araştırmadan sonra meydana gelen ölümler de hesaba katıldığında, bu araştırmanın sonucu da ölü sayısını 1 milyonun üzerinde verecekti. Kanalizasyon sisteminin çökmesi, elektrik kesintileri, ilaç-doktor-sağlık personel yetersizliği gibi savaş şartlarından doğan problemlere bağlı ölümler bu hesaba dahil edilmiyor.
Center for Economic and Policy Research ve Just Foreign Policy kuruluşlarının kurucularından yazar Mark Weisbrot, bizatihi Amerikan işgalinin de şiddeti soykırım boyutlarına vardıran önemli bir etken olduğunu gösteren pek çok kanıt bulunduğunu belirtiyor. İşgalin en önemli özelliklerinden biri dini grupları birbirine kırdırma politikasının doğrudan sonuçlarından biri olan ölüm mangaları. Irak’taki ölüm vakalarının ezici çoğunluğunun intihar bombalarından değil, ateşli silahlardan ve infazlardan dolayı meydana gelmesi de bunun kanıtlarından biri.
Savaş ve şiddet sonucunda yaralanan ve sakat kalan Iraklı siviller hakkında sistemli bir bilgi edinmek olanaksız görünüyor. Bununla birlikte, pratik olarak, bir milyonu aşkın sayıda insanın öldüğü bir ortamda, ölen her kişi başına iki ila üç yaralı saymanın makul bir hesap olacağı belirtiliyor.
Ölü ve yaralılar dtışında, Financial Times’a göre savaş Ortadoğu’da son 60 yılın en büyük göçmen krizini de ortaya çıkarmış durumda. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin verilerine göre 2.2 milyon Iraklı ülkelerinden kaçarak komşulara, ağırlıkla Suriye (1.4 milyon) ve Ürdün’e (750 bin) sığınmak zorunda kaldı. Bu sayılara ilaveten 2 milyon insan da ülke içinde göçmen durumuna düştü. ORB araştırmasının ölüm sayılarına eklendiğinde, Irak’ın istiladan önceki 26 milyonluk nüfusunun en az yüzde 20’si ölmüş, yaralanmış, sakat kalmış, yurt dışına kaçmış ya da ülke içinde göç etmiş durumda. Dünyanın en hızlı büyüyen göçmen krizinde ayda 60 bin kişi, yani günde 2 bin kişi evinden kaçmak zorunda kalıyor. Buna karşılık, BM’nin Suriye’deki mülteciler için ayırdığı para, günde kişi başına 1 dolardan az. 2007 yılında ABD bu milyonlarca mülteciden 1600’ünü, Britanya da 500’ünü kendi ülkesine kabul etmiş durumdaydı. (Bkz; Göç)

Irak nüfusunun yarısından fazlası çocuk. Çocukların yaklaşık 20’si de 5 yaşın altında. Bu çocukların dörtte biri az besleniyor, yüzde 10’u da akut beslenme yetersizliği içinde. UNİCEF’in bir araştırmasına göre, Irak çocuklarının dörtte üçüne yakın bir kısmı travmatik stres sendromundan mustarip. 5 milyon Iraklı insan, hayatta kalabilmek için tamamen yiyecek karne sistemine bağımlı. Ama, Irak konusundaki en yetkin yazar ve gazetecilerden Patrick Cockburn’e göre, güvenlik kaygıları yüzünden en az 2 milyon kişi artık karne sisteminin dışında bırakılmış ve beslenemez durumda kalmış. Ülkede işsizlik oranı 2007 sonlarında yüzde 68’e varmış durumdaydı. Doktor ve eczacıların dörtte üçü ülkeyi terketmek zorunda kaldığı için, sağlık sistemi çöküşün eşiğine gelmiş haldeydi. Nihayet, 2007 sonlarına doğru kolera salgını ülkeyi boydan boya sarmış, Dünya Sağlık Örgütü’ne göre sadece Kuzey Irak’ta 7 binden fazla kolera vakası kayıtlara geçmişti.
ABD, 2003’de ilk bombalarla Bağdad’ı tam bir cehenneme çevirdiği gün, bir havai fişek firması da patent bürosuna ‘şok ve dehşet’ adını almak için müracaat etmişti. Patent bürosuna daha sonra aynı adın münhasıran kullanım hakkı için başvuran firmalar arasında bir bilgisayar oyunu, bir böcek öldürücü, bir golf sopası ve bir de prezervatif imalatçısı bulunuyordu. Bu ticari emtiadan hangisine yâr olduğu bilinmiyor, ama Şok & Dehşet adının piyasa değerinin en azından Ortadoğu bölgesinde halkoyunun gözünde sıfıra yakın olduğu tahmin edilebilir.
Ömer Madra
Kaynaklar
Mark Weisbrot “Holocaust Denial, American Style”, AlterNet.org, 21 Kasım 2007; Les Roberts: “Iraq’s Death Toll Is Far Worse Than Our Leaders Admit”, Independent online, 14 Şubat 2007; Conn Hallinan, “The Casualties of Iraq”, Foreign Policy in Focus, 18 Ekim 2007; Madeleine Bunting, “The Iraq War has Become a Disaster that We have Chosen to Forget”, Guardian online, 5 Kasım 2007; wikipedia.org