Baskerville’li William, manastırdan kaçan atı kendisini hiç görmeksizin uzun uzadıya tarif edip, neler yaptığını anlattığında, hele atın adının Brunellus olduğunu bildiğinde Melk’li Adso’nun düştüğü hayret ve şaşkınlığı anlayışla karşılamak gerekir. Ama bir Sherlock Holmes okuru aynı biliş yöntemine soğukkanlı bir aşinalıkla dudak bükebilir. William’ın Baskerville’li oluşu ve çömezi Adso’nun adının ses özelliği bakımından Watson’a benzeyişini de ilk kez o okur fark edecektir.

Sherlock Holmes, Profesör Moriarty ile mücadelesi sırasında Reichenbach çağlayanı civarında ortadan kaybolmuştu. Üç yıl süren bu kayboluş, okuyucuların galeyanının Sir Arthur Conan Doyle’u pes ettirmesiyle sona erdi. Yazarı, Holmes’un bu süre içerisinde Sigerson takma adıyla (bu ada dikkat) tebdil-i kıyafet dolaştığını öne sürerek Holmes’u hayata döndürdü.
%7’lik Çözelti adlı kitap ise, bu ortadan kayboluşa farklı bir açıklama getiriyor. Bu kitaba göre Holmes, zararsız bir matematik öğretmeni olan Moriarty’ye kafayı resmen takmış, onunla ilgili hezeyanlar geliştirmiştir. Bu ciddi ruhsal rahatsızlığı fark eden çömezi Dr. Watson, onu Viyana’da genç bir hekime götürür. Doktorla ilk karşılaşmalarında Holmes muayene odasına şöyle bir bakar ve:
“Eveet, her şey apaçık,” der. “Macaristan’da doğmuş ve bir süre Paris’te çalışmış parlak bir hekimsiniz. Bazı radikal kuramlarınız yüzünden geleneksel tıp çevreleriyle aranız açık. Hastanelerle ve meslektaşlarınızla ilişkileriniz kötüleşmiş durumda. Evlisiniz, gururlu bir kişisiniz. Kâğıt oynamayı seviyorsunuz. Shakespeare’i ve adını telaffuz etmeyi beceremediğim bir Rus yazarını okumaktan hoşlanıyorsunuz. Söyleyeceklerim arasında size ilginç gelecek şeyler bu kadar.”
Doktor, “ama bu harika” diye bir çığlık atar. Cevap, “yok canım, çok beylik bir şey,” olur.
Doktor, Holmes’u hipnozla tedavi eder ve kronik hastalığının kökenlerine inmeyi başarır. Sonra iki adam birlikte, dünya savaşı çıkartma heveslisi bir maceraperestin peşine düşerler.
Psikanaliz – Dedektiflik
Pek çok gözlemci psikanalizle dedektiflik arasında benzerlikler bulmuştur. Bunların arasında Freud da var: “Varsayın ki, bir cinayeti soruşturan dedektifsiniz. Katilin ad ve adresi arkasında yazılı bir fotoğrafını olay yerinde bırakacağını mı umarsınız? Aradığınız kişinin çok daha az kesin ve belli belirsiz izleriyle yetinmek zorunda kalmaz mısınız ?”
Holmes’un % 7’ lik Çözelti’deki doktoru Freud’dur. Dr Watson, vakalarına koyduğu isimlerde (Kurt Adam, Sıçan Adam, Anna O, Küçük Hans) bile ‘Şerlokiyen’ bir hava sezdiği bu meslektaşını Holmes’a yakın ve uygun bulmuştur. Freud’un hastalarını tedavisi süresince, üstün yetenekli bir bireyin başkalarının göremediği ya da anlayamadığı şeyleri görmesiyle ya da anlamasıyla, gözlemcilerinden akla gelmedik vargılara ulaşmasıyla hakikat ortaya çıkar. Esrar dağılır ve hasta ‘iyileştirilir.’ Tıpkı ideal bir detektif öyküsünde olduğu gibi, amaç okuru şaşırtmak ya da acze düşürmek değil, hakikati ona peşi sıra sürprizli parçalar hâlinde sunarken bir yandan da okuru aydınlatmaktır.
Holmes ve Freud. Baskerville’li William’ın kendisinden yüzlerce yıl sonra yaşamış öncülleri mi? Soruyu cevaplandırabilmek için bu iki adam arasındaki bağlantıyı incelememiz gerekiyor.
Holmes’un ‘muhakeme tarzı’nın en önemli özelliği, olağandan farklı olgulara yönelik dikkati, küçük dil sürçmeleri ve önemsiz gözüken karakteristik ayrıntıları gözden kaçırmamasıydı. Bu tarza bir örnek vermek yararlı olabilir. Dr Watson, beklenmedik bir zamanda Holmes’un evine gelir. Amacı onu birlikte bir tatile çıkmaya ikna etmektir. Ama daha ağzını açmadan Holmes ‘sebeb-i ziyaret’ini söyleyiverir:
Seni tanıdığım kadarıyla, bu durumu anlamamak imkansız. Muayene saatin 5-7 arası olduğu halde, sen saat 6’da yüzünde gülücüklerle odama giriyorsun. Demek ki, yerine birisini ayarlamışsın. Oldukça yorgun gözükmektesin, bu da tatil yapman için yeterli bir sebep. Göğüs cebindeki termometre bugünkü vizitelerini yapmış olduğunu, dolayısıyla tatilinin yarın başlayacağını gösteriyor. Yaklaşık üç aydır uğramamış bulunduğum odama telaş içerisinde, cebin tren tarifeleri, gezi programlarıyla taşarcasına dolu vaziyette dalarsan… Bu ziyaretin birlikte bir yolculuk fikriyle ilişkili olmaması için çok az neden var.
%7’lik Çözelti’de Freud’un da belirttiği gibi, Holmes’un mesleki gözlem tarzı, tıbbi gözlemle pek çok noktada örtüşür. Holmes’un yönteminin ona prototip seçilen kişilerden birisinin tarzıyla bağlantısı bu örtüşmeyi açıklayabilir. Conan Doyle’un tıp fakültesindeki hocalarından Edinburgh’lu cerrah Joseph Bell’in gözlem ve tıbbi tanı keskinliği dillere destandı. Doyle’un ifadesiyle “Bell, hasta kapıdan adımın atar atmaz, hastanın belirtilerini, şikâyetlerini sayıp, döker, adamın hayatıyla ilgili ayrıntılara girerdi.”

Sonra öğrencilere dönüp, “Beyler, bu adam bir şişe mantarcısı mı yoksa taş döşeyicisi mi, bilemeyeceğim. Yalnız, işaret parmağının bir yüzünde hafif bir sertleşme ve başparmağının dış yüzünde bir kalınlaşma görüyorum; bu da iki meslekten birinden olduğunun delili” derdi. Bell, kendisini Holmes’a prototip seçen Doyle’un iltifatlarına karşılık öğrencilerin eğitiminde en çok üstünde durduğu şeyin ‘küçük ayrımların büyük önemi ve önemsiz ayrıntıların belirleyiciliği’ olduğunu söylüyordu. Bu yöntem yeni bir şey değildi, babası ise Voltaire’nin Zadig’iydi.
Retrospektif Müneccimlik
“Ormandaki patikada bir atın nal izlerini gördüm. Hepsi de birbirinden eşit uzaklıktaydı. Dörtnala giden kaliteli bir at, dedim kendi kendime. En fazlasından 7 ayak genişliğindeki yolda, her iki yandaki ağaçların üstündeki tozlar yer yer süpürülmüş gibiydi. Ağaçların yolun ortasına uzaklıkları 3 1/2 ayaktı. Atın 3 1/2 ayaklık bir kuyruğu var ki, diye düşündüm, sağa-sola savruldukça bu tozları süpürsün. Ağaçların dibindeki 5 ayak yükseklikteki çalıların yaprakları yeni dökülmüştü, atın sürtünmesiyle olduğunu düşündüm. Öyleyse at 5 ayak yükseklikte diye bir sonuç çıkardım. Atın gemi 23 ayar altın olmalıydı. Gemin kabaralarını mihenk taşı olduğunu bildiğim bir taşa sürtmüştü. Nallarının bir çakmaktaşı üstünde bıraktığı izlerden de, 11 ayar gümüş mıh ile nallandığı kanısına vardım.”
İster istemez, yine Brunellus’u ve Baskerville’li William’ı hatırlıyor insan. Zadig atın adını bilememiş, farklı olarak. Zadig’in ‘Retrospektif Müneccimlik’ adı takılmış olan bu yöntemi, tekrarlanamayan durumların varlığını ve oluşlarını, yol açtıkları şeylerden çıkarmaktan ibaret.
Retrospektif Müneccimlik dendiğinde akla gelen bir diğer isim de İtalyan hekim Morelli oluyor. Morelli, resim sanatında sahici ile taklidi ayırt etme konusunda geliştirdiği yöntemle tanınıyor. Nasıl herkesin çok kullandığı bir kelime, çok sık tekrarladığı tipik bir davranış varsa, her ressamın da farkında olmaksızın yaptığı kendine özgü ayrıntılar vardır. Örneğin bir parmağı ya da kulak memesini her ressam son derece kendine özgü çizer. Kopyacı ise bu önemsiz ayrıntıyı taklit etmekle fazla uğraşmayacağı için ayrıntı sahiciliğin belirleyicisi niteliğini kazanır.

Morelli’yle her iki kahramanımızın da ilişkisi vardı. Conan Doyle’un Henry amcası Dublin Sanat Galerisi yönetmeniydi ve Morelli’yle, oldukça samimi bir ilişki kurmuştu (‘Henryciğim’ düzeyinde) Freud ise Musa ve Michelangelo’da Morelli hakkındaki görüşlerini ifade etmişti. Tekniği psikanalize çok benzeyen Morelli genel görünüme kapılmadan, küçük ayrıntılarda ressamın kişiliğini arıyordu. Kişilik, ressamın bilinçli olarak kendini ifade etmeye çalıştığı yerlerden çok kişisel çabanın en zayıf olduğu yerlerde bulunabilirdi. Uzun uzadıya tasarlanarak yapılan formel davranışlardan çok, küçük ve kısa süreli jestlerimiz kişiliğimizi daha gerçeğe yakın olarak ortaya koyarlar. Psikanalizde de özgün karakteri, görünen belirgin özelliklerden değil, ‘aksesuar’lardan elde etmek ana yöntemdir.
Holmes’la Freud arasında Retrospektif Müneccimlik ilişkisi kurduğumuzda, bunun neden Freud’la Holmes arasında olduğu, (neden Freud’la, örneğin, Maigret arasında olmadığı) sorusuna da yanıt aramamız gerekiyor.
Kokain
Freud ve Holmes’u buluşturan nesnelerden biri de kokaindi. Holmes’un ilaç bağımlılığı tıp çevrelerini epey meşgul etmiş bir tartışma. Kimilerine göre, kendisine kokain enjekte ettiğini Watson’a söylemesi bir ‘temaruz’du. Kokain kullanıyor olması ihtimali, kullananlarda ortaya çıkabilecek birtakım organik ve ruhsal rahatsızlıklar pek gözükmediği için, oldukça düşüktü. Bir otorite ise, Holmes’un kokaini yalnızca merkezî etkilerinden (yani beyin fonksiyonlarına olumlu etkilerinden) yararlanacak biçimde kullandığını öne sürmekteydi. Kokain alışkanlık yapıcı bir madde olmakla birlikte, fizyolojik bağımlılık yaratmadığından Freud ve Holmes gibi güçlü kişiliklerin tutkunluk sorunu olamazdı.
Bu arada Holmes’un kullandığı maddenin ‘gelsemium’ olduğu ortaya atıldı. Kokain, Freud için ambivalans1 doğurucu bir madde olmuştu. Lokal anestetik etkileri üzerine yaptığı kapsamlı ve başarılı araştırma, kendi kullanımıyla sınadığı ‘parlaklaştırıcı’ etkilerle birlikte ambivalansın pozitif yanını oluşturuyordu. Ama atlamış olduğu bir nokta, başarısını keyifle hatırlayamama nedeni oldu. Kokainin oluşturduğu çok güçlü psişik bağımlılık, Freud’u ömür boyu rahatsız eden bir olgu olarak kaldı.
Holmes’un kokain kullandığı varsayımına dayanılarak, çeşitli sanrılarla hakkında kuşkular beslediği masum matematik öğretmeni Moriarty’nin peşine düşüşü ‘paranoia moriartii’ hastalığı olarak değerlendirildi. Bu nedenle, üç yıl süreyle psikiyatrik tedavi gördüğü varsayımını (ki %7’lik Çözelti’nin çıkış noktasıdır) destekleyebilecek bütün bu görüşler Freud-Holmes buluşmasını, gerçekle kurmacanın kesişmesini adeta pompalamış oldular. Bu varsayım doğruysa, Holmes’un üç yıl süreyle Sigerson takma adıyla dolaştığı şeklindeki (Conan Doyle’a ait olan) iddia geçersizleşiyor. Yine de Sigerson garip bir şekilde anlamlı bir isim. Çünkü bu ismi taşıyan kişi, Freud’un da bir süre ‘yanında’ çalıştığı ve çömezliğini yaptığı Charcot’nun eserlerini İngilizce’ye çeviren bir doktor. Çeviriyi Freud’un Charcot’yu Almanca’ya çevirdiği sıralarda yapmış olması da başka bir anlamlılık. Tabii, tüm bu anlamlılıklar dizisi Şerlokiyen anlamda!
Baskerville’li William’ın Brunellus’u ‘teşhis’ini hatırlamaya çalışırsak, atın “küçük başlı, sivri kulaklı, iri gözlü” olduğunu tümüyle ‘atmış’ olduğunu görürüz. Atın öyle olup olmadığı konusunda hiçbir tutamağı yoktu, ama ilk vardığı çıkarsamaların yarattığı hava içersinde, çevredekiler atı o yetkin kişinin betimlediği gibi göreceklerdi. Peki, bu inandırıcılık Retrospektif Münneccimliğin yarattığı ‘mitik’ hava sayesinde diyelim; Wiliam atın adının Brunellus olduğun nasıl ‘tutturmuştu’?
“Kutsal Ruh sana akıl ihsan etsin oğul (…) Başka ne olabilir ki ? (…) Büyük Buridan bile, güzel bir attan söz etmesi gerektiğinde bundan daha doğal bir ad bulamazdı”
İşte böyle…
Retrospektif Müneccimlik hangi raddeye kadar geçerliliğini koruyabiliyor, ne zaman bir saçmalama biçimi oluyor kestirmek güç ama Dr Freud’un çok ünlü vakalarından birinin değişik verilerle tekrar irdelenmesi bu yönteme, diğer bir deyişle Şerlokiyen tarz muhakemeye halel getiriyor.
‘Kurt Adam’ın Rüyaları
Freud’un uzun süre tedavi ettiği hastalarından Kurt Adam (Sergey K. Pankeyev) tam olarak iyileşemiyor ve hastalığının sık sık nüksetmesi sonucu ömür boyu psikiyatrik tedavi ve yaklaşım gereği duyuyordu. Kendisiyle Freud’un hastası olduktan çok uzun bir süre sonra yapılan görüşmede hatırladıkları, onun da Retrospektif Müneccimlik yöntemiyle tanışık olduğunu ortaya koyuyor. Freud, Kurt Adam’ın rüyalarına özellikle önem veriyor, hepsini tek tek anlattırarak çeşitli yorumlarda bulunuyordu. Bu yorumlarda, rüyada apaçık gözükmeyen ama kökeninde bulunduğunu öne sürdüğü ilksel görünümler Kurt Adam’a pek anlaşılır gelmiyordu.
Bu ilksel görünümler, genellikle çocukluktaki cinsel yaşantılara ilişkindi. Yorumlarda varılan sonuçların, yani ortaya çıkarılan cinsel yaşantıların kurmaca olup olmadığı Kurt Adam’ı düşündürüyordu. Örneğin, rüyalardan birinde varılan sonuç, Kurt Adam’ın annesiyle babasını cinsel ilişki sırasında görmüş olduğuydu. Oysa, Rusya’da çocuklar sütannenin odasında yatarlardı, böyle bir şey görmüş olması hemen hemen imkânsızdı. Tabii istisnai bir durum mümkündü. Ama kökendeki bu yaşantının, Freud’un bir fantazisi olmadığı ne malumdu?
Sherlock Holmes fenomeni, bir mite yedirilmiş (emdirilmiş) bir yöntem olarak görülse daha anlaşılır olabilir. Holmes’un kullandığı Zadig yöntemiyle çıkarsamanın hakikatin kendisini değil, ama gölgesini yakalamaya daha çok hizmet ettiği aşikâr. Günümüz hekimlerinden biri, Şerlokiyen tarz muhakemeyi “her ne kadar mantıksal ve tümdengelimci etiketini taşısa da, son derece mantıksız ve sezgisel” olarak nitelendiriyor. “Ama o denli insani ki, titizlikle ve gerçeğe uygun tasarlanmış bir analitik detektif öyküsünden çok daha zevkli.” O mitik hava içerisinde, tüm bu çıkarsama, muhakeme ve tümdengelim hikâyelerine insanları inandırmak kolayca mümkün oluyor.
Freud teorisini oluşturmaya başlamadan birkaç yıl önce, Londra’daki bir başka hekim–yazar, Conan Doyle, ürün vermeye başlamıştı. Baker Street 221 B’de oturan bay Sherlock Holmes’un uzun uzun sözünü ettiğimiz yöntemiyle meseleleri ‘halledişi’ bir şeylerin habercisiydi.

Halledilen meseleler, bilmeceler, esrarengiz olaylar genellikle dış dünyaya ilişkin şeylerdi. Peruklar, tırnaklar, ayakkabı bağcıkları, cinayetler, entrikalar ve hırsızlıklar yöntemin nesnesiydiler. Dünyanın bütünlüğü, dış dünyaya ait bu sırların çözülmesiyle sağlanıyordu.
Viyana’da, Berggasse numara 19’da çalışmalarını sürdüren Dr. Freud da benzer varsayımlarla, benzer esrarengizlikteki olaylarla uğraşmaktaydı. Tek fark, onun uğraştığı olayların iç dünyada geçiyor olmasıydı. Dış gerçeklikten, iç gerçekliğe bu geçiş önemli bir dönüşümün işareti olabilir. Çünkü tam o sırada, detektif hikayeleri bir tür olarak yükselişe geçmekteydiler. Diğer yandan, insanlarda dünyanın anlaşılmasının ve kavranmasının büyük bir sonu olduğu düşüncesi yaygınlaşıyordu. Dünya öyle kolay anlaşılır bir şey değildi, toplumsal ve psikolojik düzende kesinleşmiş bir yerleşiklik yoktu. Anlama için yardıma ihtiyaç vardı. Şöyle veya böyle, bir dedektif gerekiyordu. Hayatlarımızı ve hayat hikâyelerimizi yoluna koymamıza yardım etsin diye.
Çağın Laik Mitolojisi: Dedektiflik Edebiyatı
Psikanalitik görüşe göre, dedektif edebiyatındaki cinayet, ebeveynin cinsel ilişkisini temsil eder. Okur/detektif, çocuksu meraklılığın somutlaşmasıdır. Dr. Watson ise süper egonun ceza tehdidine karşı bir savunma aracıdır. “Ben ‘bu’ydum. Sadece, orada öyle duruyordum” diyebilmek için.
Mitlerden yana fukara çağımızın laik mitolojisi olarak da görülebilir dedektif edebiyatı. Kahramanların yöntem ve hünerlerini kullandıkları durumlar Eski Yunan’dan beri hep aynı: İnsanların, varlıklarını tehdit eden bir durumdan kurtarılması. Bütün mitlerdeki işleyiş de suçun rasyonel bir biçimde anlaşılması ve suçun kökenine kadar izlerin sürülmesi (ilksel görümün elde edilmesi) biçimindeki bir görüntüden ibaret.
Psikanaliz ise Freud’un paradigmalarına uygun hastalar bulunamamasından dolayı özellikle klinisyenler ve bilimadamları nezdinde itibar kaybına uğrayan bir mit. D.M. Thomas’a göre, Freud yayımladığı vakalarında hakikaten çok kusursuz bir Klasik Yunan öyküsünün peşindeydi. Kendisi de analitik seans gibi bir ritüelin ve psikanaliz gibi bir mitin yaratıcısı olmanın yanı sıra, (Jung’a göre) oluşan mitolojide bir tür yarı-insan, yarı-tanrı Herakles rolü üstleniyordu.
Yine de, mitin bilim açısından değerini yadsımamak gerekir. Getirdiği metaforlarla, baktığımız odakları kaydıran, incelediğimiz entelektüel materyale yeni bir düzen veren, mittir. Böylece, tam kavramsallaştıramadığımız bilimsel sorunlara yaratıcı bir yaklaşımda bulunmak, değişik bakmak mümkün olabilir.
Bu metinde kurmaca bir dedektiften sanki gerçekten var olmuş veya var olan birisi gibi söz edilmesi, gerçek bir kişiyle birlikte ele alarak incelenmiş olması garip gözükebilir. The Times’ın Temmuz 1984’teki sayılarından birinde şöyle bir mektup vardı:
“Sütunlarınızda Bay Holmes’tan ‘merhum Bay Holmes’ olarak söz edilmesi beni üzüntüye boğdu. Bay Holmes’un ölmüş olduğu henüz kesinleşmediği gibi, böyle bir durum sizin ölüm haberlerinizde de yer almamıştır. Editörünüzden, İngiltere’nin gelmiş geçmiş en büyük adamlarından birinin ölümüyle ilgili asılsız söylentiler yayılmasına aracılık etmemesini rica edeceğinize inanıyorum…”
Orson Welles’in ifadesiyle, Holmes hiç yaşamamış, ama hiçbir zaman ölmeyecek birisiydi. Sadece, kurmaca dünyasını mit âlemine girmek üzere terk etmişti.
İki sihirbazın bir araya geldiği ve karşılıklı takdir hislerini beyan ettikleri % 7’lik Çözelti’nin (ve bu yazının) son sözünü her zaman olduğu gibi Watson söyleyecektir. Viyanalı meslektaşıyla vedalaşırken, repertuarındaki en değerli komplimanı kullanır:
“Freud, en büyük detektif sensin!”.
Yankı Yazgan
www.acikradyo.com
Yt; 9 Ekim 2003.
- Ambivalans: Aynı anda karşıt duygular içinde olma hali.