O bir İstanbul yazarıdır. Neler anlatmaz ki? Semtler; cadde cadde, sokak sokak, ev ev… O evlerde oturanlar, onların hayatı, yazlığı, kışlığı, örf ve adetleri… Beyler, paşalar, sanatçılar, esnaftan veya mahalle halkının bildik, tanıdık kişileri… Farklı kimlikler; Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Arnavutlar, Boşnaklar, Çingeneler… Bıçkın ağzı, edebi dil, argo, deyimler, tabirler, kendi bulduğu benzetmeler… herşey iç içedir bu yazılarda. Bunlar arasındaki gidiş gelişler o kadar ustaca kotarılmıştır ki okuyanı rahatsız etmek bir yana anlatımın akıcılığı kitabı elinizden bıraktırmaz. Haklarında doğru dürüst bilgi olmayan, -hadi insaflı davranalım- olan kişilerin bile okuyucuyu böylesine sarıp sarmalayan, anlatılan kişiyle ilişki kurmayı sağlayan, üstelik de mizahî bir üslupla anlatımı, herhalde pek az kişinin başarabildiği bir şey olmalı. Öylesine ince bir üslup ki biraz ölçüyü kaçırsanız istihza taşıyabilir.
Sonra eğlenceler… Eğlence yerleri; gazinolar, mesire yerleri, bayram yerleri, kıraathaneler, kahvehaneler, meyhaneler… Düğünler, kına geceleri, sünnet düğünleri, yiyecek ve içecekler.. Velhasıl İstanbul hayatına dair her şey.

Üstelik, Hoca Ali Rıza’dan ders almış bir ressam ve karikatürist olan Sermet Muhtar Alus âdeta resmettiği anlatımıyla kalmamış, resimlerini de çizmiştir. Türk Müziği açısından da gerçek bir hazine olan Alus, doğru dürüst fotoğrafı bulunmayan kimseleri bile âdeta gözünüzün önüne getirir…
Kemençeci Vasilâki’nin Mercan Terlikleri
Kemençeci Vasil hakikaten biricik bir musiki üstadı ve kıymetli bir icrakârdı. Para ve şöhretten müstağni1, yalnız sevildiği ve takdir edildiği yere koşan bir adamdı. Davet edildiği yerde fasla başlamadan evvel soyunur, geceliğini giyer, ayaklarına mercan terliklerini geçirir, bir taraftan çakar, bir taraftan da çalardı.
Udî Nevres Bey’in Alışkanlıkları
“Bu gibi âlemlerin en mümtaz simalarından birisi de Udî Nevres Bey’di. Bilhassa ve tercihen Süleyman beyin saz fasıllarına iştirak eder, bu iki eski dost, sazdan evvel saatlerce tavla partisi yaparlardı.”
Yüksek Tabaka Müzisyenlere Nasıl Bakardı?
“Çok mültefit ve yakışıklı bir zat olan Mustafa Paşa merhum, her akşam hanende Osman Bey’i refakatine alarak, Şehzadebaşı’nda, Fevziye kıraathanesinde oturmayı itiyat2 edinmişti.”
Sermet Muhtar Alus bir zamanı, bir mekânı, bir ânı anlatırken; karşınıza iki üç cümleyle hikâye edilen bir müzisyen çıkıverir. Üstelik kanlı canlı karşınızda durmaktadır…
Yerebatan yalnız ramazanlarda, o da camisinden ötürü, dillerde dolaşırdı. İkindi mi yaklaşıyor, sokak ağzına kadar dolu. Hafız Sami’nin mukabelesini dinlemeğe seğirten süslü hanımların hepsi orada… Hafız Efendi meyilli sarık, burulu bıyık, taralı sakal, lâvantalar içinde, Şam kutnusundan3 pufla mindere diz çöküp gözlerini süze süze o pürüzsüz, nefis sesiyle Eüzü’yü tutturdu mu mest olan olana; can ve yürekten ah çeken çekene…
Hangi müziklerin hangi sosyal gruplara hitap ettiğini de onun tespitlerinden çıkartmak mümkündür.
Şehzadebaşı’ndaki, şimdiki Letafet Apartımanı’nın altına ve geçidin yanına düşen büyük dükkân bir ara İpekçi Kâni’nin Hüsn-i İntihap mağazası, sonra da Şems Kıraathanesi olmuştu. Orada da cuma ve pazar geceleri incesaz… Fakat Kemanî Ağa, kemanî Tatyos, kemençeci Vasil ayarındakiler yok. Ya Bülbüli Salih ya da Tahsin gibi Loncalıların takımı… Fasılbaşılar civan, şen ve ateşli oldukları için ağır aksak, ağır düyek, sengin semai, devr-i hindi, sofyandan şarkıları da arama… Çaldıkları hep curcuna, köçekçe; binaenaleyh bütün müşteriler de cavalacoz…
Sermet Muhtar Alus’un pek çok kitabı geçtiğimiz yıllarda yeniden yayınlandı. Refik Halit Karay’ın dediği gibi o bir ‘İstanbulist’ti. Fakat nedense İstanbullular, kendilerine, oturduğu, yürüdüğü, gezdiği yerleri, dinlediği müzisyenleri, okuduğu yazarları anlatan bu insanı pek tanımıyorlar. Bir yerlerde yanlışlık var ama nerede?
İncilâ Bertuğ
www. acikradyo.com.tr
31 Mayıs 2002.