Keşan’da doğdum, müziğe çocukluktan başladım. Sonra asker oldum tabii, 20 yaşında; orada bando bölüğüne aldılar beni. Isparta’da 58 tümen bando birliğinde, orada güzel başçavuşlarımız vardı, güzel nota biliyordular, onlar nota öğretti bana; marşları çaldık, sonra dönüşte İstanbul’a geldim.
Nota Düz Giden Bir Şeydir
Şimdi nota çaldığın zaman bir yolu takip ediyorsun, yani yolun dışına çıkamıyorsun, bir çizgi vardır, onunla çalıyorsun ama pratik çaldığın zaman, süslemeler, nağmeler çalıyorsun, yoksa nota düz giden bir şeydir. Eseri geçtikten sonra notayı at, artık onu kendin süsle, püsle, öyle çal, odur yani. Ben bu yolu takip ediyorum daha doğrusu. Tabii aile müzisyen, dedem falan hep müzisyen, babam meşhur zurnacı; Mümin Usta dediğin zaman Trakya’da herkes dururdu yani. O çaldıktan sonra başka biri çalmazdı.
Düğün Çalmak
40-50-60’lı senelerde davul zurna çok geçerliydi Trakya’da. Sonra sonra millet, köylüler başladı, ince çalgı diye bir şey çıktı, davullar, zurnalar çok gürültü yapar vs. diye artık ince saz tutmaya başladılar köy düğünlerine. Bu böyle devam etmeye başladı, zurnalar tamamen kalktı. Çalanlar da düğünlerde saz öğreniyorlar tabii. Düğünde çalmazsa müzisyen olamaz. Bizim tabirimizle ‘düğün çalmaya’ başlarsa, başarırsa müzisyen olur, yoksa olamaz. Ben profesyonel düğün çalgıcısı olarak 14 yaşımda başladım. 9-10 yaşında başladım, çalıyordum, ama düğün başaramazdım o zaman.

Sonra sonra bir komşu düğünü bana çaldırttılar, 14 yaşımda profesyonel olarak düğün çalgıcısı oldum; çaldım, başardım ve ondan sonra tabii bütün köylerden köylüler geliyorlardı, “ben Selim’i istiyorum” diyorlardı. Çünkü parlak, genciz, güzel çalıyoruz, beni tutuyorlar. Zaten kötü çalsan seni tutmazlar, aç kalırsın daha doğrusu.
Davulun Sesi
Benim çocukların da biri kanun çalıyor, biri klarnet çalıyor. Ramazan Sesler de Oğlan Bizim Kız Bizim adlı albümde çaldı, iki parçada beraber çaldık. Ramazan Sesler tabii ki benim talebem. Zaten bizde evde klarnet var, kanun var, bütün sazlar var. Cümbüş var, keman var; çocuk yetiştiği zaman bakıyor, bir sazı görüyor, alıyor, zaten dinliyor, bir şekilde öğreniyor. Çünkü aileden gelen bir iş. Derler ya davulun sesi karşıdan çok hoş gelir, ama içine gir de gör bak. Müzisyenlik çok zor bir şey.
Araştırmacı Müzisyenlik
Müzisyen olduğum için araştırmak zorundayım, araştırıyorum. Mesela Ege yöresinden, Orta Anadolu’dan bütün yöresel türkülerden, güzel bir şey duyduğum zaman onu kaçırmam. Araştırıyorum da, çekiyorum teybe, mutlaka çalmak lazım; çünkü isteniyor da mesela. Radyodan araştırsan, adamlar ağız burun kıvırıyorlar, “onu mu bulacağız, nereden bulacağız, arşivi mi karıştıracağız, nasıl bulacağız?” diyorlar.
Brenna McCrimmon, ‘Kanlı Takip’ ve Kanada’da 20 Festival…
Benim ilk çalışmam Brenna McCrimmon ile yaptığımız Grup Karşılama albümü, Kalan Müzik’ten çıktı. Aşağı yukarı, bu yola aynı dönemde baş koyduk gibi bir şey. O 96 yılında Kanada’dan gelmiş buraya, eskiden benim küçük şirketlerden kasetlerim vardı, onu eline geçirmiş hanımefendi, beni arıyor. O zaman albüm yapacak, Rumeli parçaları okuyacak, “bana kim çalacak, Selim çalar ancak” diyor. Çünkü benim ezgilerimi dinliyor, uygun geliyor. Sonra yine tesadüfen Sıraselviler’de bir yerde, Andon’da çalıyorum. Andon’da o zaman tesadüfen bir Fransız grupla çıktım. Fransa’dan bir grup gelmiş, ud çalan Faslı bir arkadaş vardı, iyi bir müzisyen ama Fransa’da yaşıyordu, o grubun şefiydi. Grupları eksik gelmiş, orada işletmeci iki bayan vardı “bunlarla siz de çalın” diye benden rica ettiler. “Ben bunlarla nasıl çalarım, provamız yok” filan dedim, ama onların bana güvençleri sonsuz. “Selim abi sen yaparsın ya, yardımcı ol” dediler. Peki dedim, konser başladı, beni attılar sahneye. Ne çalacağımı da bilmiyorum, onlar çalıyor ben onları takip ediyorum kanlı kanlı. Kanlı takip derler ya… Ve emprovizeler, doğaçlamalar yapıyorum. Çok güzel bir konser oldu o gece, aşağı yukarı iki saat sürdü. Brenna Hanım da tesadüfen o gece oradaymış, konseri izlemeye gelmiş. Konser bitiyor, koştura koştura gidiyor Sonia Tamar Seeman’a, “ben Selim Sesler’i buldum” diye. O zaman o da doktorasını yapan bir Amerikalı. Onlar da beni arıyorlarmış. Ertesi akşam yine geliyorlar Andon’a, ben üst katta restoran bölümünde çalıyorum; fasıl müziği, yani Türk müziği yapıyoruz. Geldiler 8-10 kişilik bir masaya oturdular, faslımızın ilk 45 dakikasını bitirdik, beni masaya davet ettiler. “Tamam” dedim, gittik orada tanış olduk, kartlar verildi, onlar verdi, ben verdim. “Bu ara evinize gelebilir miyiz” dedi daha yakından konuşmak için. Tabii dedim, bir hafta sonra bunlar geldi. O zaman Brenna hanım patladı “rica etsem benimle bir albüm çalışabilir misin, beraber çalışabilir miyiz?” dedi. “Tabii, niçin olmasın” dedim. O zaman o albümü yaptık. Yıldırım hızıyla oldu Grup Karşılama albümü. O aldı kalıbı gitti, Kanada’da çıkarttı albümü 96’nın son aylarında ve 97’de bizi aldı Kanada’ya götürdü. Orada aşağı yukarı 20 festival falan gezdik. Çok ilgi gördük ve çok güzel bir ziyaret oldu.
“Klarnet’in Coltrane’i”
Sonra İngiltere’de Guardian gazetesinde ‘Klarnet’in Coltrane’i’ diye bir yazı çıktı. O Guardian gazetesine yazan arkadaş beni çok takip etti burada. Geldi iki sene önce, nerede çalıyorum diye beni takip ediyor, geliyor, rakısını söylüyor, oturuyor demleniyor, derin derin dinliyor. Hatta ve hatta onu çok hissettim, gözleri kızarıyor, kırmızı oluyor gözleri. Sonra evde iki saat röportaj yaptık, adam gitti. Bu albümlerden sonra, tabii Fatih Akın’ın Duvara Karşı filmi, İstanbul Hatırası filmi çıktıktan sonra, dünyada bir unvan kazandı bu filmler de, tabii biz de daha çok tanınmaya başladık. O filmden sonra çıkardı o yazıyı nedense… Bilmiyorum, sanki adam bir nokta bekledi, bir boşluk bekledi gibi, bana öyle geliyor. Teşekkür ediyorum.
Pr; Açık Dergi
Selim Sesler ile söyleşiden.
Yt; 13 Kasım 2006.