Sefa, onu ilk görenlerin dikkatini, uzun, açık kumral saçlarıyla, kendine has yürüyüşüyle ve güzel yüzünü aydınlatan gülümsemesiyle çekerdi. Yalnız çocuklarda görülen bir özelliği vardı; yeni tanıştıklarına kendini hiç çaba sarf etmeden sevdirirdi. Yaşama dair, iyi kötü ne varsa kucaklamayı çok genç yaşta öğrenmişti. Yaşama sevinci dendi mi, kendisini tanımış olan herkesin aklına ilk gelen isim olması bundandı. Demagojiden hiç hoşlanmazdı. Olayları dramatize etmeyi sevmezdi. Dilini ve şehirciliğini pek beğendiği Almanya’da, elinin üç parmağını, adına kanser denen köpekbalığının dişleri arasında bıraktıktan sonra bile, kendi deyimiyle bu ‘dalış kazasını’ hep gülerek anlattı etrafındakilere.
Kendi hayatında olduğu kadar, yakınlarının hayatlarında da kasvete tahammülsüzdü. Onun yanında sıkkın, tasalı, çatık kaşlı olamazdınız. Neşesi bulaşıcıydı. Sizi dertli gördü mü, muzip bir çocuk gibi, ağzınızdan girer burnunuzdan çıkar, sıkıntınızı unuttururdu. Müthiş iştahlı biriydi ama yalnız iyi yemeye, iyi içmeye değildi iştahı. Dolu dolu yaşamaya, her ânın tadını çıkarmaya adamıştı kendini. Şimdi eksikliğini en çok duyduğumuz, güzel ahlaklı, tutarlı ve hepsinden önemlisi vefalı insanlardandı. Sevdikleri için hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz, doğru bildiği yoldan dönmek bir yana, bir tek geri adım bile atmazdı.
Mektebi Sultani’nin, Galatasaraylılık kanına islemiş mezunlarındandı. Öyle ki, liseyi normalden bir sene erken bitirme şansı doğduğunda, yuvadan vaktinden önce ayrılmayı kabul etmemişti. Teknik Üniversite’den matematik mühendisi olarak çıktı ve daha sonra da matematik zekâsını ve mesleki titizliğini yaptığı her işe yansıttı. Yorulmadan, hiçbir işi yarım bırakmadan, sızlanıp, söylenmeden çalıştı hep. Ders verdiği birçok şanslı gence yalnız matematiği sevdirmekle kalmadı, o çok özel, nadir bulunan ahlakını da aşıladı.
Mekanizması müziksiz işlemeyen insanlardandı. Cazı hep büyük bir tutku ve sadakatle sevdi. Kısa ömrünü çok sevdiği Boris Vian gibi caz ve edebiyatla doldurdu. Miles Davis başta olmak üzere, kimi müzisyenlere olan hayranlığını paylaşmaktan özel bir zevk alırdı. Bu yüzden, Açık Radyo’da Uçuk Mavi programını yaptığı dönem, hayatının en mutlu, en verimli dönemlerindendi. Açık Radyo ailesini, “tüm dostlarını, tüm dostlarına bıraktığı” vasiyetini, onlara emanet edecek kadar benimsemişti.
Son günlerini manik depresyon illetiyle ve Ortadoğu’da adımları gittikçe hızlanan anlamsız savaşa karşı amansız bir mücadele içinde geçirdi Sefa ve ancak kendi gibi yaşama dört elle sarılanların hakkı olan şekilde, kendi rızasıyla, başı dik, sessizce çekilip gitti aramızdan. Simdi Samed Behrengi’nin sözlerine karışıyor sözleri: “Hepimiz er ya da geç öleceğiz. Nasıl öldüğümüzün önemi yok. Önemli olan ne için öldüğümüz.” Emre Ülker .