Klasiklerin en cazip tarafı, onları günün kaygıları, ruh hâli, sorunsallarıyla tekrar okuduğumuzda bir önceki okumalarımızda üzerinde durmadan geçtiğimiz yönlerini keşfetmektir. Bugünlerde Cervantes’in başyapıtını savaş ve iktidar çerçevesinde yeniden düşünmek de gayet mümkün.
Kitabın ‘Esirin Öyküsü’ adlı bölümünde, İnebahtı Savaşı’na katılmış ve savaş sonrası yıllarca tutsak kalmış bir İspanyol askerinin öyküsü anlatılır. Aslında bu bölüm büyük ölçüde otobiyografiktir; çünkü Cervantes’in kendisi de bu savaşta esir düşmüş ve bedel ödenip kurtarılıncaya kadar beş yıl Türklerin elinde tutsak kalmıştır. Don Kişot’ta yer alan bu öykü, bir Haçlı seferi olmasına rağmen, savaşın yüceltilmesi değil acılarını içeren bir öyküdür. Örneğin, yardım gelmeyen bir kalenin savunmasını anlatırken, kalenin düşüşünden şöyle söz eder esir: “…o kötülük yuvasının yıkılmasına izin vermekle, Tanrı’nın İspanya’ya büyük bir iyilikte, lütufta bulunduğunu düşündü[m]; boş yere oraya harcanan sonsuz parayı yutan, bir türlü doymayan bu süngerin, dipsiz kuyunun tek işlevi, yenilmez Şarlken’in şanlı bir zaferle burayı fethetmiş olmasının anısını korumasıydı; sanki zaten ebedi olan şöhretini pekiştirmek için o taşlara gerek varmış gibi” (I, 38)1. Böylece savaşların ne mantıksız amaçlara hizmet ettiğinin altını çizer.
Ama Don Kişot’ta en kuşkuya yer bırakmayacak savaş karşıtı olay, Sanço Panza’nın valiliğinin sona eriş biçimidir. Sanço’nun valilik yaptığı ada sözüm ona düşman tehdidi altındadır. Ve Sanço’dan adayı koruyacak askerlere kumanda etmesi beklenmektedir (II, 53). Sanço bu göreve isteksizce razı olur:
“Giydirin şu zırhları bakalım, hayırlısı olsun,” dedi Sancho.
Ve sonra sözüm ona düşman saldırır. Ona bu oyunu oynayan Dük’ün adamları, yere kapaklanmış ve “kaplumbağa gibi, tuzlanıp iki tekne arasına konmuş yarım domuz gibi, ters dönüp kuma devrilmiş kayık gibi” sıkışıp kalan Sancho’nun üzerinde savaş naraları atarak tepinirler, “bir şehrin savunmasında kullanılan ne kadar kıvır zıvır, âlet edevat, savaş gereci varsa, hepsini heyecanla say[arlar].” En sonunda da düşmanı püskürttüklerini söyleyerek Sanço’yu zırhtan çıkarırlar. Ama Sanço için ada valiliği hevesi burada bitmiştir. “Beyler, yol açın bana, bırakın eski özgürlüğüme döneyim. Bırakın gidip eski hayatımı arayayım, bu yaşadığım ölümde dirileyim” diyerek bir daha oraya dönmemek üzere adadan ayrılır (II, 53).
Sanço korkaktır. O her fırsatta çatışmadan, dövüşten, savaştan kaçar. Gerçi efendisi Don Kişot’un kahramanlıkları Sanço’nun ağzını çoğu kez hayret ve hayranlıkla açık bırakır ama bu hayret ve hayranlıkta hep bir saflık gizli olduğu için, aslında savaş da, savaşkanlık da yüceltilmiş olmaz. Kaldı ki, yemeğe, içmeye, uykuya, rahata düşkünlüğüyle Sanço, hayatı; savaştan başka hiçbir şey düşünmemesiyle Don Kişot, ölümü temsil eder. Ortak serüvenlerinin birinde (II, 17) Don Kişot bir toz bulutunun içinden birbirine yaklaşmakta olan iki koyun sürüsünü iki ordu zanneder; daha doğrusu, her zaman yaptığı gibi, onların savaşmak üzere birbirine yaklaşmakta olan iki ordu olduğunu düşünür. Hemen zırhını kuşanır; kalkan elde beklemeye başlar. Onun görevi elbette çatışmanın seyrine göre zayıf tarafa yardım etmektir. Toz bulutu dağılıp da ortaya koyun sürüleri çıkınca Sanço’nun bütün bağırıp çırpınmalarına karşın Don Kişot inadından vazgeçmez. Sanço’yu korkaklıkla suçlar. Ve koyun sürülerine saldırır. Bu saldırının sonunda çobanlardan çok kötü bir dayak yer. İlk bakışta bu olay da Don Kişot’un yeldeğirmenleriyle savaşmakta gösterdiği abes azmi sergileyen bir örnek gibi görünürse de, savaşan orduların aslında koyun sürüleri olduğu düşüncesini ima ve ilham etmiyor da değildir.
Don Kişot’un bir de kalem erbabıyla savaş erbabını karşılaştırdığı ve savaşanların yazarlardan daha üstün olduğunu savunduğu bir konuşması vardır ki tümüyle bir ironi şaheseridir.

Çünkü bu konuşmada savaşı ve askerliği öven sözlerinin her biri aslında bir savaş yergisidir: “Yoksullar arasında en yoksulunun asker olduğunu göreceğiz; çünkü o, ya geç gelen, ya da hiç gelmeyen sefil maaşına veya hayatını ve vicdanını ciddi şekilde tehlikeye atarak kendi eliyle yağmalayabileceği ganimete bağımlıdır.” Bu cümle dikkatle okunursa görülecektir ki, bu bölümde (I, 38) askerliği övüyor gibi görünen Don Kişot, aslında bir vicdani retçi gibi konuşmaktadır.
Klasiklerin büyüklüğü de burada: Onları her yeni okuyuşumuzda yitirmekten korktuğumuz değerlerin, ilkelerin, duyarlılıkların geçerliliğini bulurken, isyan ettiğimiz anlarda da, gene onlar sayesinde, yalnız olmadığımızı fark ederiz.
Jale Parla
Miguel de Cervantes Saavedra; La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote. Çev. Roza Hakmen. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1996. (Tüm alıntılar)