Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre, dinden, ırktan ve ananeden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi, bu uslub-ı hayata göre de ‘saat’lerimiz ve ‘gün’lerimiz vardı… Madenden sağlam kapaklar altında mahfuz tutulan eski masum saatlerin yelkovanları yorgun böcek ayakları tarzında, güneşin sema üzerindeki seyriyle az çok münasebetkâr bir hesaba tebaan, minenin rakamları üzerinde yürürler ve sahiplerini, zamandan takribi sıhhatle, haberdar ederlerdi… Ecnebi saati iptilasından evvel bu iklimde, iki ucu gecenin karanlığıyla simsiyah olan ve sırtı, muhtelif evkatın kırmızı, sarı ve lacivert ateşleriyle yol yol boyalı, azim bir canavar hâlinde, bir gece yarısından diğer bir gece yarısına kadar uzanan yirmi dört saatlik ‘gün’ tanınmazdı.
Ahmet Haşim1
Ahmet Haşim’e göre ‘ecnebi’ saatler tepeden tırnağa bütün hayatımızı değiştirmiştir. Haşim’in bahsettiği yalnızca mekanik aletlerin ölçtüğü saat değil, bizatihi o mekanik aletlerin de kendisiydi. Üzeri mahfuzlu, içi mineli, akreple yelkovanın esrarlı bir hayattan haberler veriyormuş gibi ilerlediği saatlerin yerini şimdi üzerinde yalnızca rakamların olduğu dijital saatler aldı. Bazıları hava basıncını, yüksekliği, ya da dünyanın başka yerinde saatin kaç olduğunu da size haber verir ama haber vermediği tek şey hangi zaman diliminde yaşadığımızdır. Haşim’in deyimiyle ‘lakayt’ bir süreyi bildirir modern saatler bize.
Kültürel Anlamları
Özenle hazırlanan şerbetlerin sunulduğu, “Allah tamamına erdirsin” temennileriyle birlikte erkekliğe adım atma törenlerinin en hassas ânı, aile içerisinde biraz da kusurlarına rağmen mazur görülen amcanın aldığı saatin kola takıldığı andır. Çocukluktan erkekliğe geçiş, ‘zamanı bilme’ ayrıcalığıyla kutsanır; kol doksan derecelik bir açıyla kaldırılırken, saat Demiryolu Çocukları, Aya Seyahat gibi hikâye kitaplarının arasında özenli bir hediye olarak kabul görür. Çocuk için yeni bir oyun başlamıştır: Saatin kaç olduğunun kendisine sorulmasını ister, böylelikle saatten haberli olduğunu söyleyebilme fırsatına sahip olacak ve zaman gibi, hayat gibi ‘büyüklerin’ dünyasında kendisinin de var olduğunu gösterebilecektir. Yazları ‘hava güzel’ diyerek bahçelerde yapılan sünnet törenlerinde alınan saatin bir hediyeden çok daha fazla anlamı vardır. O insanlar için zamanın bilinmesi hayata nüfuz edebilmenin aracıdır; Ahmet Haşim’in torunları, hayatın kadran üzerinde gösterilen 24 saatlik dilimlere ayrıldığını ve de bu zamanın içerisinde nerede durduklarını görmek istemişlerdir. Saatin sekiz olması örneğin, Oğuz Atay’ın deyimiyle “perdelerin çekilip, canım günün nasıl geçti saati”dir. Mesela öğlen saati birçok işin hâl yoluna konması gerektiğini işaret eder bize. Saatle ilişkimiz hayatla olduğu gibidir, nasıl yaşıyorsak, saatleri de öyle algılarız. Herkesin birbirini tanıdığı, üzerine basıldıkça uçları kıvrılan sarı bakkal defterlerine hesapların yazıldığı, annelerin öğlenleri kapı önlerinde ‘Zeki Müren kirpiği’ çift ilmek gidip geldiği, okul sonrası çocukların boş arsalarda top koşturduğu yıllarda, ‘ecnebi’ de olsa saatler yaşadığımız mahalleyi, seyrettiğimiz acayip dizileri, ‘büyüyünce ne olacağımızı’ gösteren ve nasıl ilerlediği konusunda çok da telaşlı olmadığımız bir hayatı işaret ederdi.
Çok Fonksiyonlu Hayata Geçiş
Çok kanallı televizyonların, banka kartlarının, envai çeşit yiyeceklerin doldurduğu vitrinlerin Türkiye’sinde ise zaman telaşlı bir şekilde ilerlemeye başladı. Artık dakik olmamak büyük bir kusur, zaman ise her an sahip olmamız gereken bir mefhum hâline geldi. Aynı dönemde biraz uzağında kaldığımız modern dünyaya bizi alıştırmak için ‘zaman kullanma kılavuzu’ türünden kitaplar yazılmaya başlandı.

Zamanı iyi kullanmak gerektiği ve herkesin ‘boş zaman’ içerisinde bir hobi edinmesi gerektiği de aynı dönemlerde keşfedildi. Değil boş zaman, zamanın nasıl kullanılması gerektiğinin bile öğrenebileceğini düşünmek, alışık olmayanlar için yeni bir hayata adım attıklarının en açık göstergesi hâline geldi. Sünnet düğünlerinde ya da okul sonlarında alınan deri taklidi kemerli saatlerin yerine dijital ekranlı saatler aldı, tabii ‘çok fonksiyonlu’ olduğu da eklenerek. Çok fonksiyonlu dijital saat bize saatin kaç olduğunu söylerken aslında gizliden gizliye kendi bağımsızlığını ilan ettiğini de gösteriyordu. Artık zamana nüfuz etmekten çok onun peşinden koştuğumuz, onun insafına kaldığımız bir hayatın içerisinde olduğumuzu işaret ediyordu.
Bir kez düşünelim; geleceği şüpheli ve geçmişinden kaçan, devamlı olarak geçmişiyle problemli bir ilişki yaşayan topluluklar için en uygun saat, çok fonksiyonlu dijital ekranlı saattir. Zamanla ilgili bütün bağları kopartmanın, onun olası bir hatırayı canlandırabileceği düşüncesinden kaçmanın en uygun yolu en ‘şık’ından bir dijital saat edinmek olacaktır. Oysa okul müsamerelerinde polka oynandığı, Cumhuriyet idealleri için tahta bavullarla Anadolu yollarına düşüldüğü yıllarda, üzeri mineli saatler bizim için geleceği ve geçmişi düşündüren ve yavaş yavaş akışıyla adımlarımıza hürmet eden aletlerdi. Ahmet Haşim bir nostalji üslubuyla konuştu, o elinden kayıp giden şeyin yalnızca madenden kapaklı saatler olmadığını biliyordu. O saatlerle birlikte zamanın da elimizden kayıp gideceğini ve ‘yeni gün’ün “geceyi gündüze katarak saadeti az, meşakkati çok uzun, bulanık renkte bir ‘gün’ vücuda getireceğini” de biliyordu. Müsamerelerde polka oynayanların, onların eşraftan babalarının yanlarında daima zamanın ne olduğunu onlara gösteren bir saat vardı; şimdiki dijital saatler gibi ‘lakayt’ bir rakamın ekrana yapıştırıldığı saatler onlar için hayra yorulmaması gereken bir kâbustu.
Nuh Köklü
www. acikradyo.com.tr
Yt; 22 Mart 2002.
- Ahmet Haşim; Bütün Eserleri / Gurabahane-i Laklakan / Diğer Yazılar. Ed. İnci Enginün, Zeynep Kerman. İstanbul: Dergah Yayınları, 1991.