Cem Sorguç

Punk

Bir kültür, tavır ve sanat üslubu olarak punk, yaygın inanışın aksine, ne 1976’da ortaya çıkmış, ne de 80’lerde ömrünü tüketmiştir. Belki başlangıcı birkaç olay veya tarih üzerinde sabitlenebilir, ama ortaya koyduğu kuvvetli, değiştirici ve dönüştürücü etkileri nedeniyle, bu müziğin devamlılığı olduğunu, henüz sonunun gelmediğini, uzunca bir süre de gelmeyeceğini söylemek kehanet olmaz.

Engizisyon Mağdurlarından Siyahların Mücadelesine…

Punk’ın ortaya çıkış tarihi konusunda rivayet muhtelif; çeşitli göndermeler yapılıyor. Onu Ortaçağ ‘troubadour’larından, engizisyon mahkemeleri mağdurlarına veya 19. yüzyıl Londra gotiğine kadar götürenlere rastlanıyor ki, bu göndermelerin herhangi birini ya da tümünü birden reddetmek pek mümkün görünmüyor.

Müzik yazarı ve düşünür Greil Marcus punk’ın, Richard Thompson’ın 1968’de Fairport Convention için yazdığı ‘Tale in Hard Time’ adlı parçasında geçen “Take the sun from my heart / Let me learn to despise” (Çek güneşi yüreğimden / Aşağılamak neymiş öğreneyim) dizelerine yaslar.

Sıcak Dalgası ve Kuraklıkla Gelen Punk İsyanı

Adı artık Britanya siyah nüfusunun mücadelesi ile anılan Notting Hill Karnavalı’nın 1976 yılı şenliklerine denk gelen o sıcak ve kurak yaz ayları, daha önce atılmış punk tohumlarını birden yeşertiverdi. Ağustos’taki sıcak dalgası ile, ülkede kuraklık olduğu resmen ilan edildi, olağanüstü hale geçildi, su karneye bağlandı ve Kuraklık Bakanlığı kuruldu. Tırmanan gerginlik, 1975 yılından itibaren daha da artmaya başlayan ekonomik sıkıntı ve işsizlikle birlikte –alttan alta yoğunlaşarak– elen ırkçılığı da arkasına aldı ve Notting Hill Karnavalı, siyahlar ile onlarla kapışmaya meyilli beyaz polislerin karşı karşıya geldiği bir sahne oldu; ortam bir şehir savaşına dönüştü. Bu, punk’ın atası olarak kabul gören Britanya Punk’ının cisimleşmesiydi aslında. İklim etkisinin yanısıra 1976 yılının sonlarında 1940’lardan beri en yüksek orana ulaşan işsizlik ve Britanya hükümetinin IMF ile anlaşması da bunun üzerinde etkin oldu. Burada belirtmek gerekir ki, New York menşeli Amerika punk’ının müzikal etkisi punk’ın evriminde büyük rol oynamıştır ama bu vücuda toplumsal politik kisveyi giydiren, Britanya Punk’ı olmuştur.

Velvet Underground

1950’lerin sonları ile 60’lı yılların başlarında varoluşçu felsefe ve uzakdoğu felsefesi ile yoğrulan –ve Beatnik kuşağı diye de anılan– alt-kültür içerisinde tanımlanan hippi geleneği ile ona bağlı muhtelif kulvarlardaki müzikler, ‘60 sonları itibariyle çözülmeye, evcilleşmeye başladığı izlenimini vermeye başlamıştı. Bunun akabinde başka bir karşı duruş vuku buldu. Artık bu bir alt-kültürün oluşması şeklinde değil, mevcut düzen içerisinde bir karşı-kültürün palazlanmasıydı ki, punk da işte tam bu noktada serpilmeye başladı. İyi eğitim görmüş

The Velvet Underground.

–veya görme fırsatını yakalamış– orta sınıfa mensup, sistem dışında durmayı gönüllü tercih eden avangard Velvet Underground, ilk sahneye çıktığında bir ‘kepazelik’ olarak addedildi.

Oysa onlar yeni bir hareketin muştulayıcılarıydı. Hippie kuşağının kafalarına kır çiçeklerinden taçlar takarak, “savaşma, seviş!” sloganları atarak politik ve melodik şarkılara eşlik ettiği bir dönemde Velvet, nihilist bir tavır sergiliyordu: Karanlıklar içinde, o zamana kadar popüler müzikte dile getirilmeyen sado-mazo metinlerden, alenen uyuşturuculardan, kadın-erkek sınırının muğlaklaştığı cinsellikten, toplumun altta kalmış isimsiz karakterlerinden hikâyeler anlatıyordu.

 

 

Hippiler mevcut egemen kültürden kopmaya çalışarak bir dünya yaratmak isterlerken, onlar bu dünyanın tam ortalık yerinde durarak yerleşik değer ve anlayışları dağıtıp parçalamak istiyorlardı. Yaptıkları müzik, yoğun distorsiyona, ‘kirli çalmaya’ ve kayıtlara yaslanıyor, konserleri de tek seferlik sanat performanslarını andırıyordu.

 

Patti Smith ve fotoğrafçı Robert Maplethorpe.

Iggy and the Stooges, Ramones, Richard Hell, Patti Smith, Bowie…

Aslında, henüz adı konmamış ve hedef gösterilmemişken punk’ın yoğun hoşnutsuzluğa maruz kalması da muhtemelen o tarihlerde gerçekleşti ve sonra da yerleşti. Velvet Underground ile hemen hemen eşzamanlı olarak ortaya çıkan Amerika temelli Iggy and the Stooges, Ramones, Richard Hell ve –onun gibi Fransız sembolistleri ile Beat kuşağından etkilenen– Amerikan punk’ının kuvvetli kadın figürü Patti Smith gibi proto-punk şahsiyetleri ile Britanyalı başka bir muğlak cinsiyet figürü David Bowie’nin başı çektiği glam-rock, glitter-rock ve Londra Pub-rock’u, punk müziğin bileşenlerini oluşturdular. Newyork Manhattan’da Hilly Kristal’ın açtığı ve 2006 senesine kadar faaliyet gösteren CBGB adlı kulüp, bu dönemin en önemli tanığıdır. Punk’ın gelişimi, ayrışması ve bir nevi Britanya çıkarmasına girişmesi de CBGB üzerinden oldu. (Bkz; CBGB)

 

Clash

Britanya punk’ının Jamaika ve Karayip sadalarıyla yoğrulması ve reggae ile evliliği ise en bariz halini Clash’de gösterdi. Clash, gerek kılık kıyafeti, gerekse politik tavrı itibariyle en ‘siyahi punk’ olarak anılır. Kurucu üyeleri Joe Strummer ve Paul Simonon o 1976 Ağustosu’nda Nothing Hill Karnavalı’nın içine düştüler ve bunun ardından ‘White Riot’ (Beyaz İsyan) adlı parçalarında siyah ırkın mücadele yapısını beyazlar için formüle ettiler. Bu müziğin Britanya’daki işçi sınıfı kökenli hali, en pür ifadesini de Clash’de buldu. Onların külliyatında bir iki istisna dışında aşk ve kadın temalarına rastlamak güçtür. Çalışan baba veya ağabey üzerinden sınıf ve özgürlük savaşçısı bir politik figür çizdiler. Militer imgeleri de punk’a özgü mana-kırıcı bir niyetle değil, düpedüz ‘mücadelenin’ bir uzantısı olarak kullandılar. Enstrümanları hem bir silahtı, hem de erkeklik organı. Grubun ismi de bu kavramlara eşlik ediyordu zaten: Clash (Çarpışma).

Sex Pistols ve Malcolm McLaren

Londra King’s Road’da mevzilenen Sex Pistols üyeleri ise ilk feyzlerini alt-sınıf züppesi olarak tanımlanan ‘mod’lardan aldılar. Modlar cinsiyet muğlaklığını ve Fransız kılık kıyafet tarzını benimsemiş; rockerların tersine temiz, bakımlı saçları ve giysileri ile yeni birer figür olarak müzisyenlerin ve takipçilerinin mevcut anlamını değiştirmişlerdi. (Bkz; Mod)

Malcolm McLaren ve Vivienne Westwood’un 1971 yılında King’s Road’da açtıkları butik, Britanya punk hareketinin en belirgin dönemine sahne oldu. Malcolm Mclaren bir sitüasyonist enternasyonal üyesi iken, sitüasyonistlerin öncüsü Guy Debord tarafından 1969 yılında afaroz edilmişti. (Bkz; Sitüasyonist Enternasyonal) Bunun üzerine kendi birikimi ile bir yeni-sitüasyonist grubu oluşturmaya, Fransız sitüasyonizmi ile kuvvetli bir İngiliz geleneği olan rock müziğin enerjisini birleştirip devrimci bir hareket meydana getirmeye niyetlendi.

Bir Amerika seyahatinde New York punk sahnesine tanık olmuştu. New York Dolls macerasından, Richard Hell’in Rod McKuen’in “I Belong To The Beat Generation” şiirinin parodisi haline getirdiği ‘Blank Generation’ (Boş Kuşak) parçasından ve bundan mülhem tavırlardan çok etkililendi ve kafasında bir grup fikriyle Londra’ya döndü. Müzikal fikirlerin yanı sıra Hell’in yırtık tişörtleri, kullandığı çengelli iğneler, dağınık saçları da bir kılık kıyafet formülü olarak cebindeydi. Böylece King’s Road’da, artık adı “Sex” olan butikte, işçi sınıfı kökenli, iyi veya tam eğitim alamamış, enstrüman kabiliyetleri sınırlı ve kimisi adi suçlardan sabıkalı elemanlardan oluşan Sex Pistols kuruldu. Bu kadar raslantısal ve beceriksizce gibi görünen bir grup kurma eyleminin altında Malcom Mclaren’ın başarıyla gerçekleştirdiği bir projenin yattığına inanmak belki o zamanlar zor olabilirdi belki, ama bugün Sex Pistols, adı punk’la öncelikle ve en çok anılan gruplardan biri olmuştur.

Bir diğer önemli şahsiyet ise Mclaren’ın yakın arkadaşı ve onun gibi sabık sitüasyonist Jamie Reid’dir. Reid bir grafik tasarımcıdır. Daha sonra Sex Pistols’ınki başta olmak üzere tüm punk’ın grafik dilini oluşturmuştur. William Morris’in de hayranı olan Reid, Sex Pistols’ın; onun arkadaşı Bernard Rhodes da Clash’in kuvvetli politik figürler haline gelmesine katkıda bulundular.

“İnançsız Yaşamanın Pozitif Cesareti”

Punk gündelik hayatla sanat arasındaki sınırı kaldırdı. Bu muğlaklığı ilk ortaya koyan punk değildi elbette, ama onu sokağa indiren, popüler kılan, punk oldu. Zamanla, Duchamp’ın gündelik kullanıma ait eşyalardan oluşturduğu sanat yapıtları ile yarattığı anlayış, sembollerin ‘göstereni’ ile modanın kalıplarıyla oynamak, sürrealizmin Rus ve İtalyan ayağı, bir dada figürü olarak hiçlik ve boşluk –ki birçok punk bundan pek hazzetmediğini belirtir– işte bunlar Britanya Punk’ının alamet-i fârikası olur. Belki de Britanyalı gazeteci John Savage’ın saptaması tam yerine oturuyor: “Punk’ta nihilizm, olumsuzlama ya da inancın sinik bir reddi değil, inançsız olarak yaşamanın pozitif cesaretidir.”

‘Kendin Yap’ (DIY) Manifestosu

İlk punk dergisi olan ve bu türe özgü olarak fanzin formatında çıkan, elden dağıtılan Sniffin’ Glue’da –ilk olarak Melody Maker yazarı Caroline Coon’un kullandığı– DIY (Do it yourself) yani ‘kendin yap’ manifestosu yer aldı. Bu, punk’ın sloganı haline geldi ve sonrasında diğer müzik türleri için de kullanılan bir terim oldu. Başka bir önemli nokta da, dergide yer alan ‘müzik yapma formülü’ idi: gitarda üç akorun yerini gösteren bir çizim ve altında “şimdi kendi orkestranı kur” ibaresi…

1970’lerden gelen herhangi bir punk parçası, gökten yere inmiş bir müziktir. Bugün dinlendiğinde ve zaman içinde değerlendirildiğinde, hâlâ öyledir. Kendinden öncesine dair herhangi bir ses veya hatıra barındırmaz. Punk’çıların mevcut toplumsal değerleri reddedişleri, yaptıkları müzikle çakışır. Bozuk ve sınırlı akorlar kullanarak müziğin akademik ve öğrenme sürecinde olmazsa olmaz sayılan öğelerini dışarda bırakır. Punk parçaları kısadır. Ne söylenecekse kestirmeden, direkt, lâfı uzatmadan söyler. 60’ların ve 70’lerin o uzun, ağdalı enstrümantal sololarının, virtüozite kahramanlığının sonunu getiren de punk oldu. Punk, bir sanat ve müzik akımı olarak dinleyicileri ve izleyicileri ile birlikte yaratıldı. O sokakta doğdu, sokakta büyüdü…

Punk’ın basılı yayınları tıpkı giyim tarzı gibi kolaj tekniğine dayanıyordu. Kullandıkları gamalı haç gibi radikal ve tehlikeli işaretler yanıltmanın gücünden yararlanıyor, sembolün anlamını o inancın barınmadığı bir bünyede kullanarak bozma gayesi taşıyordu.

1977, punk’ın tarihindeki önemli yıllardan biri. David Bowie’nin 1972’de “5 yıl sonra kaos” diye işaret ettiği yıl; aynı zamanda Rasta inanışına göre vaat edilmiş topraklara dönüş tarihi; ve Britanya kraliçesinin tahta çıkışının 25. yılı. Onlarca mühim punk albümü bu yıl ortaya çıktı. Bu müzikal hareketlilik ve peşisıra gelen radikal hareketler, endüstriyi ve muhafazakar çevreleri harekete geçirmekte gecikmedi.

“Üçüncü Rock’n’Roll İnfilakı”

Zamanın ABD başkanı Jimmy Carter, Beyaz Saray’ın bahçesindeki bir caz konserinin ardından diline punk’ı dolayıp, bu hareketin bir an önce durdurulması gerektiğinden bahsetti. Müzik endüstrisi, bir kenara ittiği 60’lar hippie kuşağı müzisyenlerinin muhafazakâr veya zararsız (!) kanadını piyasaya sürmeye girişti. Fakat, punk ilk heyecanını ve etkisini bir süre yitirmiş gibi gözükse de hep var olageldi ve müzik tarihine kaşelenen punk ruhu popüler müziğe, yeni müziklere, caza ilham oldu. Elvis ve Chuck Berry’li 50’ler… Beatles ve Rolling Stones’lu 60’lar… ve onların arkasından 70’lerin ortasında patlayan punk. Onun hakkında “üçüncü Rock’n’Roll infilakı” der Richard Hell. 80 başlarından beri bir kaç kuvvetli müzikal etkiden ve dönemden bahsedilebilirse de, bunların hiçbiri punk gibi sosyal, politik ve müzikal olarak devrimci olamadı.

Müzik dünyası, 1978 sonlarına gelindiğinde, punk’ın fiziki yapısının dağılmasına şahit olmaya başladı. Sex Pistols’ın Johnny Rotten’dan (John Lydon) sonraki solisti Sid Vicious, sevgilisi Nancy Spungen’i öldürmekle suçlandı ve 4 ay sonra 1979’un şubatında aşırı dozdan öldü. Stranglers üyeleri solo çalışmalara yöneldi.

Clash’in ücretsiz konserleri iptal oldu, katılımcılar tutuklandı. 79 ortalarında Sham 69 ve Tom Robinson Band dağıldı. Muhtelif üniversitelerde punk konserleri yasaklandı. Kuaförler federasyonu punk saç stilini uygulamamaya karar verdi. Bu geniş moral kaybının yanı sıra, kimine göre punk’ın bitişi, Johnny Rotten’ın 1978 başında Sex Pilstols’ı terkedip PIL’i (Public Image Limited) kurmasıyla post-punk’ı başlatması olarak kabul edilir.

“Manifestoları gizli kalmış şarkı sözlerinden Mohikan saçlarına taşınan bu piç jenerasyon Türkiye’de punk olma, sokaklarda rahatça dolaşabilme hakkını bile büyük zorluklarla elde etti.”

Türk Punk’ı

80’lerin sonu 90’ların başında yurtdışı görmüş abiler ve ablalar sayesinde punk kültürüyle tanışan gençlerden bahsediyoruz… Bir avuç insandan oluşan, hâlâ birbirlerini gördüklerinde o dönemki samimiyeti yürekten hisseden ve uyuşturucudan ölmüş arkadaşlarını anmadan edemeyen, evinde dertli, sokakta sistemden bunalmış, üstü başı dinlediği müzikle başkaldıran, haykıran bir topluluktu bu. Manifestoları gizli kalmış şarkı sözlerinden Mohikan saçlarına taşınan bu piç jenerasyon Türkiye’de punk olma, sokaklarda rahatça dolaşabilme hakkını bile büyük zorluklarla elde etti. Sataşanı, saçına laf söyleyen hanım teyzesi, dayak atan magandasıyla dönemin tüm ağırlığını hissetmiş bir azınlıktan bahsediyoruz. Bu insanlar bir araya gelip kendilerini yaşam tarzları ve aynı zamanda dinledikleri müzik olan ‘punk’la ifade edebilmişler, günümüze LSD, CMUK, Tampon, Dead Army Boots, Kabız Kuğu, Rashit gibi isimleri bırakmışlardır. Bu tayfa ikinci sınıf Türk filmlerini, Deniz Pınar’ın Narmanlı Han’daki müzik külliyatını pek sever ve onlarla beslenirdi. Günümüzde Türk Punk’ı abilerinin ablalarının açtığı yolda daha rahat yürüyor. Not Made In China, Cemiyette Pişiyorum gibi taze kanlarla yoluna devam ediyor.

Bahar Onan

“Yara Kabuğu Kadar” Kısa Ömrü Tarihe KazınmayaYetti

Hızlı geldi ve görünen ömrü belki “bir yara kabuğu kadar” oldu; ama o 3 yılda da ortalığın tozunu attı; tavrını, müziğini tarihe kazıdı. Arkasından gelen post-punk, Manchester, grunge, hardcore ve onlarca başka akımı, müziğin bünyesindeki bir nota gibi doğal, derinden, dolaylı veya dolaysız biçimde etkiledi, onların içine sızdı. Gerçek hayata, pratiğe yaslanan bir kültürel devrim olarak sadece müziği değil, bir çok başka şeyi de değiştirdi. Halen, kendisiyle yeni tanışanları derinden etkileme gücüne sahip.

Cem Sorguç 

Paylaş:

Önceki Yazı

Public Enemy

Hilmi Tezgör
Norveçli yazar Henrik İbsen’in 1882 tarihli, İngilizce’ye An Enemy of the People ve A Public Enemy (Bir Halk Düşmanı) olarak…
Devamını Oku

Sonraki Yazı

R, r

Tan Morgül
Türk alfabesinin yirmi birinci, Latin alfabesinin on sekizinci harfi. Sami dillerinde kullanılan formunun Mısır hiyeroglifindeki baş biçiminden esinlendiği söylenir. Önemli…
Devamını Oku

İlgili İçerikler

Savaş ve Şövalye

Jale Parla
Klasiklerin en cazip tarafı, onları günün kaygıları, ruh hâli, sorunsallarıyla tekrar okuduğumuzda bir önceki okumalarımızda üzerinde durmadan geçtiğimiz yönlerini keşfetmektir.…
Devamını Oku

Granny D

Granny D. Haddock
Ülke çapında Granny D (D Nine) olarak bilinen Doris Haddock, 97 yaşında Amerikalı bir büyükanne. 1999 yılında, 90 yaşındayken, ülkede…
Devamını Oku

Hip-Hop

Cüneyt Bolak
Hip-hop’la ilgili söylenmesi gereken ilk şey belki de şu: Hip-hop bir müzik türü değildir. Bu gerçekle ilgili en güzel lafı,…
Devamını Oku

Godzilla

Godzilla ile söyleşiden
40’lı yıllarda Japonya’da dünyaya geldim. Doğum tarihim ne yazık ki tam olarak bilinemiyor. Asım adım ise Gojira, ama Amerika’da, Avrupa’da…
Devamını Oku