4 Temmuz 2003
Halil Turhanlı, Ömer Madra

Pacifica Radio

Bilindiği üzere, Berkeley 1960’lardaki ifade özgürlüğü hareketinin doğduğu yerlerden biriydi. 1950’lerin sonlarında Kuzey California’da bu sevimli kasabada yayına başlayan KPFA adlı radyo, ifade özgürlüğünün gelişmesinde yıllar boyunca önemli bir katalizör işlevi gördü. KPFA, bugün büyük bir network haline gelmiş olan Pacifica Foundation adlı vakfın ilk istasyonuydu ve halen de Pacifica Foundation’ın bayrak gemisi olarak kabul ediliyor.

‘People’s Park’ isyanında Berkeley öğrencileri polisle çatışmaya girmeden hemen önce, 15 Mayıs 1969.

Özgür ve Barışçı Alternatif Radyoculuğun Öncüsü

KPFA’nın temelleri 1947’de atılmıştı. O sırada Amerika, Avrupa’nın kurtarıcısı olarak alkışlanıyor, Avrupa’yı faşizmin çizmesinden kurtardığı söyleniyordu. Ancak sıcak savaştan hemen sonra bu kez de soğuk savaş başlamıştı. Bu dönemde Amerika’da düşünce özgürlüğü, temel hak ve özgürlükler baskı altına alınmıştı. KPFA’yı kuranların amacı da, bu ortama karşı mücadele etmekti. Ama radyonun yayına geçebilmesi için aradan iki yıl geçmesi gerekti; o zamanın koşullarında parayı ancak bulabilmişlerdi. Lewis Hill bu radyoyu 1949’da kurduğunda program yapacak pek fazla insan da bulamamıştı. İlk defa temas ettiği kişiler California yöresindeki küçük dergilerin etrafında toplanmış olan sanatçılardı. Kenneth Rexroth’un başını çektiği bir dergi olan Arc çevresi bu gruplardan biriydi. Daha sonra Beatnik’lerin politik kanadını oluşturanlar da genelde bu dergi çevresinden geliyorlardı.

KPFA hiçbir radyoya benzemeyen bir formatla ortaya çıkmıştı. Ayrıca bugün ‘call in’ dediğimiz dinleyicilerin programcılara telefon etmesi uygulamasına da bu radyo öncülük etmişti. Programların yapılmasında da zaten dinleyicilere danışılan; sponsor dinleyicileri olan, yöre halkının sorunlarını işleyen ve desteğini yöre halkından alan bir radyo oldu. 1960’larda bu tip radyoların çok görüldüğü ileri sürülebilir. Özgür radyoculuğun ya da alternatif radyoculuğun 60’larda çok yaygınlaştığı düşünülebilir, ama 60’larda yaygınlaşan bu radyolar alternatif müzik yayını yapan radyolardı. KPFA ise 1960’larda California Üniversitesindeki öğrenci hareketinin, ifade özgürlüğünün başlatıcısı, katalizörü, onu galvanize eden, elektriklendiren bir radyo oldu.

Deşifre Edilip Dinleyiciye Yollanan Yazılı Programlar

Lewis Hill, II. Dünya Savaşı sırasında vicdani retçiler komitesinin başkanı ve bu baskıyı en çok üzerinde hisseden insanlardan biriydi. Radyonun yayına geçtiği tarihten hemen sonra yine yer yer sıcak çatışmaların başladığı bir dönem yaşandı. Bunun ilk örneği de Kore Savaşı’ydı. Lewis Hill, Kore Savaşı boyunca Amerika’nın politikasını çok sert ve açık bir dille eleştirdi.

Kennedy döneminde danışmanlık yapmış olan ünlü iktisatçı John Kenneth Galbraith KPFA’nın önemini anlatırken “Berkeley bütün Amerika’dan farklı olarak kendisine özgü bir dış politikası olan şehirdir” diyor. Amerika, bu dönemde Küba’ya çıkarma yapmış, savaş ilan etmişti. Ama Berkeley, Küba ile arkadaş oldu, dost oldu. Öylesine liberal, sol liberter eğilimlerin ağır bastığı bir şehirdi Berkeley. Bu küçük şehir ve Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi ifade özgürlüğü hareketinin geliştiği, Demokratik Toplum İçin Öğrenciler örgütünün (SDS/Students for a Democratic Society) kurulup geliştiği yer oldu.

Lewis Hill, 1919-1957.

Ve bu insanlar işte bu radyoyu dinleyerek büyümüşlerdi biraz da. Lewis Hill’in 1950’lerin ilk yarısında yaptığı programlar deşifre edilip radyonun 2000 küsur dinleyicisinin adreslerine mektupla postalanırdı. Bu anlamda da yol gösterici olan, ateşleyen bir istasyon oldu, insanları çevresinde topladı.

Çocuklara Peri Masalları

Radyolar savaş dönemlerinde hem propaganda vasıtası olarak, hem de savaşan tarafların  amaçları doğrultusunda yanlış bilgi vermek için de kullanılabiliyorlar. Amerika’da ise savaş sonrasında, 1950’lerin sonlarından itibaren radyo daha fazla önem kazandı, farklı işlevler yüklendi. Şair Philip Lamantia bu dönemi şöyle anlatıyor: “Radyo benim hayatımda çok etkilidir çocuk olarak. Çizgi romanları da yadsımıyorum ama bazı hikâyeleri radyoda dinlemek benim bugün bir şair olarak düş gücümü çok etkilemiştir. Düş güçlerini harekete geçirmek için çocuklara peri masalları anlatmanın ideal ortamı radyodur.” Philip Lamantia radyo seslerinin kendisini bir şair olarak ne kadar etkilediğini söylerken 1940’ların Amerika’sındaki o çocuk programlarından söz ediyor, Dick Tracey, Terry ve Korsanlar gibi çizgi romanları bir de radyodan dinlemenin kendisi için ne kadar önemli olduğunu anlatıyor. Edgar Allen Poe’nun öykülerini okumadan önce ilk kez radyoda dinlediğini ve bu sayede okumaya merak sardığını anlatıyor.

Elvis Oturma Odamızda

1950’lerden itibaren televizyonun bir aile eğlencesi olmasıyla birlikte, radyonun yayını da gençlere yönelik bir hal aldı. Televizyondan duyulmayan müzikler radyoda çalınıyor, Elvis ilk kez radyoda duyuluyordu. Elvis’in televizyona çıkması bir hayli zaman aldı. Onu göstermek istemiyorlar, anne babalardan saklıyorlar, evin oturma odasına, salonuna sokmuyorlardı. Ama gençler onu radyodan dinlemeye devam ettiler. 1960’larda alternatif radyoların sayıları giderek çoğaldı ama yine de KPFA’cıların deyimi ile Pacifica Fountain gibi bir ‘free form’ radyo örneği henüz yoktu. Amerika Aleyhtarı Faaliyetleri Araştırma Komisyonu’nda ifade vermeye çağrılan insanlar, komisyonda söyleyemedikleri şeyleri ya da komisyonda dört duvar arasında kalan, kamuya açıklanmayan şeyleri bu radyoya gidip söylüyorlardı. Komisyonda birkaç kez ifade verenlerden bir tanesi de Lewis Hill’di.

KPFA müzik programlarında olsun, yorumcularında olsun benzersiz ve öncü bir radyo. Örneğin California’da cinsellik konusundaki sınırlayıcı yasaların henüz yürürlükte olduğu, gay ve lezbiyen hakları hareketinin henüz yükselmediği dönemde, yasakların kalkmasından çok önce KPFA’da bu yasakları delen programlar vardı. Bu programlardan birini yapan da 2003 yılında yitirdiğimiz ünlü besteci, Lou Harrison’dı. Harrison pasifizm ile cinsel özgürlüğün birbirini tamamladığını, bunların ayrı düşünülemeyeceğini belirtiyor, bu konuyu  KPFA’deki programında işliyordu. Yani KPFA’nın programcıları da en az kurucuları kadar cüretkâr ve tabu yıkıcıydı.

Dinleyicisi ile Bütünleşen Bir Radyo

KPFA’nın geliri yüzde 85 oranında dinleyicilerden aldığı bağışlara dayanıyor. Aynı zamanda çalışanların, programcıların büyük bir kısmı da gönüllü olarak çalışıyorlar. Radyonun kurucusu Lewis Hill aslında dinleyicilerinden sadece para vermelerini istemiyor, radyoyu başka anlamlarda da desteklemelerini istiyordu. Peki dinleyicilerin desteklediği radyo nasıl olur? Lewis Hill bunu şöyle açıklıyor: “Farklı bir program yapmak için dinleyici desteğine dayanmak pratik bir çözümdür, bu aynı zamanda çözülmeyi gerektiren bir sorundur da… Amerikalılar siyaset denildiğinde, kongrede neler konuşulduğunu merak ederler; oraya gönderilen temsilcilerin ya da senatörlerin ne konuştuklarıyla, bu yıl ne kadar vergi verecekleriyle ilgilenirler. Ama biz sadece Amerika’da olup bitenlerle ilgilenmiyoruz, Hindistan’daki açlık da bizi ilgilendiriyor, bu konuda da yayın yapıyoruz. Açlıktan bahsederken bizim programcılarımız, yorumcularımız ister istemez kişisel görüşlerini de açığa vuruyorlar. Aç kalan insan hakkında ne hissettiklerini, onlar hakkındaki duygularını da dile getiriyorlar. Bunun doğru olup olmadığını bilmiyoruz, yanlış yapıyorsak bizi uyarın, işte sizden beklediğimiz de bu!”

Dinleyici desteğiyle varolan KPFA reklam gelirleri ile şirketlere bağlı olmamak ilkesini de uzun vadede korudu. Reklam almaya başladıklarında özgürlüklerinin kısıtlanacağını biliyorlardı ve buna uzun zaman direndiler. O kadar direndiler ki maddi sıkıntı içinde kaldıkları 1950’lerin ortalarında yaklaşık 2 yıl kadar bir süre için yayınlarına ara verdiler. Bu verilmesi hiç de kolay olmayan bir karardı, çünkü bir radyo yayını bakımından 2 senelik kesinti oldukça önemlidir.

KPFA aynı zamanda radyonun kriz dönemlerinde kaybolup, travmatik denen dönemlerde tekrar güç kazanarak geri gelmesinin ilginç bir örneği. Özellikle 11 Eylül’de ikiz kulelerin ve Pentagon’un vurulmasından sonra, dünyadaki büyük değişime uygun olarak KPFA da tekrar ön plana çıktı. Amy Goodman, Robert Fisk, Arundhati Roy gibi, dünyada olup bitenlere akıl erdirmek isteyen, düşünen, yazan, çizen insanlar bu radyoda konuştular ve onların deşifre edilmiş metinleri de İnternet kanalıyla, bu sefer çok daha kolay olarak binlerce, on binlerce insana gündelik olarak ulaştırıldı.Yani Pacifica Radio günümüzde de hâlâ çok önemli bir misyonu üstlenmeye devam ediyor. Ayrıca ‘Democracy Now’ (Demokrasi Hemen Şimdi) diye adlandırılan kuruluşla da kopmaz bir bağı var.

Dinleyiciyle Programcı Arasına Reklam Girmesin

Lewis Hill ortaya koyduğu dinleyici sponsorlu radyo teorisinde radyonun çok yakın bir iletişim kurma imkânını verdiğini söylüyor. Diğer iletişim araçlarında geçerli olan bütün estetik ve etik kurallar radyo için de geçerlidir ama buna ek olarak radyoda, iki kişi arasındaki dolaysız iletişime ilişkin kurallar da geçerli. Radyo ile dinleyici arasında, adeta iki yakın dost ya da aile efradı arasındaki ilişkilere benzer çok yakın bir paralellik var. Hill bu bağlamda reklam konusundaki fikirlerini şöyle özetliyor; “Bizim reklam almamakta direnmemizin nedeni, bu yakınlığın bozulmasına yol açacak bir dilin kurulması ihtimali. Eğer reklam alırsak kaçınılmaz olarak o dilimizi, dinleyicilerle kurduğumuz o çok yakın ilişkiyi ve bu ilişkiye özgü dili zedeleyecektir reklamlar” diyor.

Mediyokrasi

Amerika’daki radyoların ortak özelliğinin ‘mediyokrasi’ olduğu söylenebilir. Lewis Hill, mediyokrasiye karşı olduklarını, kuruluş amaçlarından birinin de bu karşı çıkış olduğunu vurguluyor. “Biz de reklamlara dayandığımızda, şirket radyosu olduğumuzda mediyokrat olmaktan kurtulamayacağız. Dinleyici sponsorluğunda ısrar etmemizin nedeni mediyokrasiden korunmak” diyerek de bunun altını çiziyor. KPFA’cılar vasatlaştırma toplumunda, yani her şeyin tek boyutluya dönüştürüldüğü toplum biçiminde; dinleyici ile programcı ve yapımcı arasındaki bu adeta mahrem ilişkiyi mümkün olduğu kadar araya giren etkilerden arındırmak istiyorlar. Başka sakıncaları bir yana bırakılacak olursa, reklam da bu açıdan farklı bir yabancılaştırma yaratıyor. Yani reklamlara ve şirketlere bağlı olmanın sakıncalarını unutsak bile, sadece bu mesele, hem öz hem de biçim olarak çok önemli bir araya girme etkisi yaratıyor. (Bkz; Manifesto)

Yerelle Evrenselin Köprüsü

Pacifica Radio örneğinde tamamen mikro bir evrenle makro bir evrenin arasındaki kopmaz bağı görüyoruz aslında. Radyo dediğiniz bir oyuncaktır ama çok önemli bir oyuncak, çünkü geniş olmasa bile vatandaş kitleleri ile çok önemli bir karşılıklı ilişkisi var. KPFA da gelirinin büyük bölümünü dinleyiciden edinmesi, ilk defa telefonla dinleyici mesajlarına yer vermesi gibi pek çok bakımdan dinleyiciyle ilişki kurma anlamında öncü bir radyo.

Radio Pacifica’nın en beğenilen programcılarından Alan Watts (1915-1973) bugün tekrar yayınlarıyla hâlâ dinleyicilerinin yanında.

Dinleyiciler görüşlerini ifade ediyorlar, açlık çeken yoksullara empati duyuyorlarsa onu da söylüyorlar. Bu anlamda objektif değiller, kişisel duygularını da ortaya koyuyorlar. Bu da çok önemli bir başka tartışmayı, felsefi meseleyi, etik-estetik bütünleşmesi meselesini meydana getiriyor. Çünkü sürekli olarak her yerde ‘tarafsız olmak’ zorunluluğundan bahsediliyor. Peki bu mümkün mü acaba? Belki de ‘tarafsız olmak’ diye bir şey söz konusu değil, ama ‘objektif’ olmak gerekiyor.

Otosansür: Sessizlik Kumkuması

Robert Fisk ve John Pilger ortak bir basın toplantılarında, gerçek büyük tehlikenin içeriden gelmekte olduğunu söylüyorlardı. Yani medyanın objektif olmayıp, kendi bile farkında olmadan otosansüre gittiğini… Radyolar, televizyonlar, gazeteler, dergiler tarihte görülmemiş bir boyutta otosansür yapıyorlar fakat bunun farkında bile değiller. Açık sansür örnekleri, otosansür örnekleri, vs. hepsi ortada; ama bunun ötesinde ‘sessizlik kumkuması’ dediğimiz şeye çok büyük katkıda bulunuyor herkes… İşte bu son derece tehlikeli bir durum. Ve bu anlamda medyanın sessizliği, suskunluğu arttırıcı bir rol oynamasını önlemek gerekiyor; bu çok önemli.

Halil Turhanlı. Ömer Madra 

Pr, Cuma Adlı Adamlar 

Yt; 4 Temmuz 2003.

 

Paylaş:

Önceki Yazı

Örgütlenmiş İkiyüzlülük

Oruç Aruoba
Toplum örgütlenmiş ikiyüzlülüktür. Toplumların içinde çeşitli düzey ve biçimlerde sürekli yalan söylenir. Yalan söyleyenler de bilir yalan söylediklerini; yalan söylenenler…
Devamını Oku

Sonraki Yazı

Parti

Açık Radyo
  Açık Radyo’nun, yayın hayatına başlamasına 6 ay kala yayınlanan Manifestosu, “…Eğlenemiyoruz!” diye başlıyor ve şöyle devam ediyordu: “Radyo, televizyon,…
Devamını Oku

İlgili İçerikler

Konuk

Açık Radyo
Açık Radyo’da 12 yıl içinde 13,000’i aşkın konuk ağırlandı. Noam Chomsky’den Richard Falk’a, Arundhati Roy’dan Robert Fisk’e, Joseph Stiglitz’den Dani…
Devamını Oku

High Scope

İbrahim Betil
eğitim sistemi, okul öncesi ve ilköğretim çağındaki çocukların sınıf içinde aktif katılım ve interaktif uygulamalarla öğrenim yapmalarını öngören bir sistem.…
Devamını Oku

Natür-Mort

Açık Radyo
Evet, söylemeye dilimiz varmıyor. Biyosferin bize gittikçe yüksek sesle fısıldadığı mesaja kulak tıkamayı tercih ediyoruz. Gördüğümüz zaman da başımızı çevirmeyi,…
Devamını Oku