Çağrı Akyurt

Nükleer Serpinti

‘Fallout’ kelimesinin dilimizdeki karşılığı ‘nükleer serpinti’; yani bir nükleer silahın patlaması ya da bir nükleer kazanın gerçekleşmesi sonucu ortaya çıkan radyasyonun, atmosferden yeryüzüne geri yansıması… Fallout adlı oyunun anlattığı şey de tam olarak bu.

Dolayısıyla Fallout bazıları için sadece bir video oyunu olabilir, fakat yine de video oyunu deyip geçmemek lazım; zira Irak örneğinde olduğu gibi nükleer silah barındırıyor olabileceği iddiasıyla ülkelerin ele geçirildiği; Çernobil’de yaşandığı üzere, güvenlik sistemi devre dışıyken yapılan bir deney sırasında gerçekleşen sızıntı nedeniyle neredeyse binlerce kişinin ölümüne sebebiyet veren nükleer reaktörlere ve daha nicesine ev sahipliği yapan bir dünyada yaşıyoruz.

Fallout oyunu hem oyunun içindeki, hem de bilgisayar başındaki ‘siz’e tek bir şey haykırıyor: RADYASYON TEHLİKELİDİR!

Nükleer silahların da katılımıyla yaşanmış bir üçüncü dünya savaşının ardından, yıllarca sığındığımız, hatta doğup büyüdüğümüz yeraltı barınağımızdan su akışını sağlayan mikroçipimizin bozulması nedeniyle çıkmak zorunda kaldığımız ve neredeyse tamamen ‘yok olmuş’ bir dünyayla yüz yüze geldiğimiz bu oyun, kimileri için sadece bir bilgisayar oyunundan daha fazlası anlamına geliyor.

Nasıl ki bazı filmler, bazı kitaplar, bazı resimler insanları bir ‘farkındalığa’ yöneltmeyi amaçlıyorsa, bazı video oyunları da aynı hedefin peşinden koşuyor diyebiliriz. Ve bu düşünceye örnek olarak da Fallout’u gösterebiliriz; çünkü Fallout’un anlattığı korku dolu hikâyede Pamuk Prenses’in yedi cücesinden birini, Rapunzel’in saçını, Cinderella’nın ayakkabısını değil, bizzat hikâyenin sahibini, jönünü, esas oğlanını canlandırıyorsunuz. Bunu yaparken de kendi yarattığınız karakteri, tercihan ‘kendinizi’ yönetiyorsunuz: Hikâyeyi dinlemiyor, yaşıyorsunuz. Ve hikâye hem oyunun içindeki, hem de bilgisayar başındaki ‘siz’e tek bir şey haykırıyor: RADYASYON TEHLİKELİDİR!

Bu mesajı bize kimi zaman trajik, kimi zaman ironik şekilde veriyor oyun. Fallout’un dünyasında bir çeşit başa dönme, ‘primatlaşma’ söz konusu: Para yerine kullanılan gazoz kapakları, harap olmuş evler, fakirlik, sefâlet, kumar ve uyuşturucu bağımlıları, sokakları dolduran fahişeler, vs.

İnsanlar ve Mutantlar

İşin ilginci, bu kaos ortamı içinde ‘insan ırkı’ olarak yalnız değiliz. Radyasyon yüzünden derileri yanmış ve ‘mutant’ diye adlandırılmaya başlanmış mazlum insanlar, değişime uğramış garip garâbet canlılar, iki kafalı inekler ve kendini ‘şövalye’ ilan edip bütün bu değişime karşı gelen ‘Çelik Kardeşliği’ de hikâyemizde bize eşlik edenler arasında.

Bütün bu olayların sebebi ne? Cevabı basit: İsteseler birlikte kardeşçe yaşayabilecek ülkelerin -nedense- birbirlerine güç gösterisi yapma çabaları. Peki sonuç ne? ‘Yok’ oluş.

Radyasyon, nükleer silahlanma, nükleer santral gibi kavramların -her ne kadar henüz oyundaki gibi mutant ırklar yaratmasa da- insan aklının almadığı/almayı reddettiği ölçüde korkunç olduğunu bildiğimiz hâlde, bütün bu kavramlara olan sevdamızdan vazgeçemiyor olmamızın nedenini çözmek çok güç. Çocukluğumdan aklımda kalan küçük bir ayrıntı vardır: İlkokulda okurken sınıfımızda asılı duran ve tarih çağlarını gösteren tabloda 2000 yılından sonrası için ‘uzay çağı’ yazardı, hâlâ neye dayanarak yapıldığını anlayamadığım bir öngörüyle. O yüzden benim için, içinde bulunduğumuz çağ ‘uzay çağı’dır; lâkin çağı yakalayan insanlar değil, teknoloji oluverdi, ne hikmetse… Ve ne üzücüdür ki hâlâ bunun farkına varamadığımızdan, kendi zekâmız daha çağa ayak uyduramadan yapay zekâyı (artificial intelligence) geliştirme çabasına düştük. Belki de artık her şeyi ‘sanal’ bir düzleme oturtup, bütün bu olan ‘korkunç ama gerçek’ olayları yadsımak istememizden, ya da ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ tavrımızdan… Geç de olsa korkarak, üzülerek farkına varacağız ki, Hiroşima’da ölen yüz binlerce insandan, Çernobil faciası yüzünden kaybedilen ve hâlâ kaybedilmeye devam edilen canlardan, radyasyonla yıkanan toprakların varlığını bildiğimizden beri sıkı sıkı sarılıyor o yılan bize. Ve ülkeye nükleer santral kurma çabaları azimle sürdürüldükçe, ülkeler ‘nükleer başlıklı kızlarını’ baş tacı ettikçe, herkes tehlikenin farkında olmasına rağmen ‘bize bir şey olmaz, her şey kontrol altında’ kafası değiştirilmedikçe, sıkmaya devam edecek bizi; boğana, öldürene kadar.

Bir şeyden ders almak, bir yanlışın farkına varmak için, o yanlışı yüzlerce kez tekrarlamak gerekmiyor. Tarih tekerrürden ibaret ve ‘gelecek’ belki de Fallout gibi oyunlarda, tehlikeyi bangır bangır bağıran kitaplarda, makalelerde, belgesellerde, en önemlisi de ‘geçmişte’ yazılmış durumda.

Fallout’un bir bölümünde, eskiden ailece oturup izlenen ‘Lassie’ adlı diziye bir gönderme vardır: Bir köyde karşılaştığınız, köpeği kendinden geçmişçesine havlayan adam, “Sanırım bize bir şey anlatmaya çalışıyor” der. Belki de bütün bu olan bitenlerle dünya bize bir şeyler anlatmaya çalışıyordur. (Bkz; Atom Bombası)

Çağrı Akyurt 

Paylaş:

Önceki Yazı

Noosfer

Melda Keskin
  Noosfer, yani duyu, duygu ve düşüncelerimizin oluşturduğu ‘zihinküre’ kavramı, 19 yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında Teilhard de Chardin…
Devamını Oku

Sonraki Yazı

Obey

Sona Ertekin
New York’ta mor renkle belirtilen tek metro hattı 7 ile Queens’den Manhattan’a doğru giderken yolun ortalarında tren yerüstüne çıkar. Dalgın…
Devamını Oku

İlgili İçerikler

Kemençe

Bülent Aksoy
Açık Radyo’nun Pozitif’le birlikte düzenlediği iki müzik şenliği unutulmayacak birer sanat ve kültür olayıydı. (Bkz; Şenlik) Resmî, yarı resmî, resmî…
Devamını Oku

Şimdi ve Burada

İdil Işık
  Açık Radyo’ya özgü bir ‘dirsek’.(Bkz; Dirsek) Takip eden programın sunacağı bilgiye, görüşe ve duyguya dinleyiciyi hazırlamak için yapılmış bir…
Devamını Oku

Güneş Enerjisi ile Yayın

Beysun Gökçin, Kaptan Thomas, Melda Keskin, Ömer Madra
Şu anda birlikte seyahat ettiğimiz Greenpeace’e ait Anna isimli tekne 95 yaşında, çok güzel bir tekne. Bunu modern çağdaş teknelerle…
Devamını Oku