Geleneksel tarih yazımı, arkalarına devletlerinin ve ordularının örgütlü gücünü alarak ‘zaferler’ kazanan lider ve komutanların kahramanlıklarından beslenir. Oysa işgalci bir güce karşı kazanılmadıkça bu zaferler, başka toplumlar için büyük acılar ve tüm savaşanlar için yerine konmaz kayıplar anlamına gelir. Gerçekte tüm insanlığın barışı ve huzuruna hizmet eden adımlar, devletleri ve orduları arkalarına değil karşılarına alabilenlerce atılagelmiştir. Geleneksel tarih yazımının çoğunlukla görmezden geldiği, yok saydığı bu hayırlı kahramanların en önde gelenlerindendir Mordechai Vanunu. 18 yıllık hapis cezasını doldurduğu gün kendisinin de söylediği üzere o, “özgürlük iradesinin ve özgür olan insan ruhunun” sembolü ve insan ruhunun yıkılamayacağının apaçık delilidir.
1950’lerin sonunda ABD’nin parası ve Fransa’nın teknolojisiyle inşasına başlanılan Dimona reaktöründe ne yapıldığı, İsrail tarafından uluslararası kamuoyundan uzun yıllar boyunca saklanabildi. 5 Ekim 1986’da Vanunu’nun İsrail’in nükleer silah programını bütün ayrıntılarıyla ve fotoğraflarla duyuran açıklamaları Sunday Times gazetesinde yayınlandığında dünya, İsrail’in sanıldığından çok daha büyük bir nükleer güce sahip olduğunu şaşkınlıkla öğrendi. O güne dek bu ülkenin yaklaşık 20 nükleer silah başlığı bulunduğu düşünülürken Vanunu’nun verdiği ayrıntılarla bu sayının en az 100 olduğu, 200’e kadar da ulaşabileceği anlaşıldı. Vanunu’nun ortaya koyduğu bilgilere göre Dimona, 1985’te yılda 12 yeni nükleer silah üretme kapasitesine ulaşmıştı.

Dahası İsrail, ‘basit’ atom bombası üretiminin çok ötesine geçmiş, hidrojen ve hatta nötron bombası yapabilir duruma gelmişti. Vanunu’nun 9 yıl çalıştığı Dimona reaktöründen ayrılmadan hemen önce büyük riskler alarak çektiği ve “dünya tarihini değiştirecek 57 fotoğraf”ta bu nötron bombası da görüntüleniyordu.
Aşkelon Cezaevinde 11,5 Yıl
Vanunu, 30 Eylül 1986’da kendisiyle ilişki kuran bir kadın ajan vasıtasıyla önce Londra’dan Roma’ya, oradan da uyuşturucu verilerek İsrail’e kaçırıldı. 7 Ekim 1986’da konduğu Aşkelon Cezaevinde Mart 1998’e kadar tamamen tecrit edildiği bir hücrede 11,5 yıl geçirdi. Bu süre boyunca metal bir paravan ardından arada bir olmak kaydıyla ailesinden, avukatlarından ve rahibinden başka kimseyle görüştürülmedi:
Ayrıca iki yıl boyunca hücremdeki lambayı 24 saat açık tuttular. Bir de kamera. Sürekli izleniyordum. Yapacak hiçbir şeyim yoktu. 24 saat boyunca yapayalnızdım. Hiçbir yere gidemiyordum. Bu durumla ilk karşılaştığımda şöyle hissettim… Sabah uyanıyordum, kıyafetimi değiştiriyordum, ayakkabılarımı giyiyordum fakat hiçbir yere gidemiyordum. Öylece yatağımda oturuyordum. Kahvaltımı yapıyordum. Ama hiçbir yere gidemiyordum. Aklım bu durumu kavrayamıyordu. Bu durumu kabullenmem uzun zaman aldı. Giyiniyordum, ayakkabılarımı giyiyordum ama sonra hiçbir yere gitmeden yatağımda oturmaya devam ediyordum.
Vanunu, geçen her gün daha da ağırlaşan bu tecrit koşullarıyla uzun, zorlu bir mücadeleye girdi. Devlet sırlarını açığa çıkarmakla suçlanan Vanunu, uzun yıllar alan duruşmalar boyunca kamuoyunun dikkatinden özenle kaçırıldı. Başkalarıyla konuşmasına, telefon kullanmasına izin verilmedi ve mahkemede kendini savunması bile hükümet kararıyla yasaklandı.
21 Nisan 2004’te Aşkelon Cezaevi’nden salıverildiğinde üzerindeki birçok kısıtlamanın ‘dışarıdaki’ hayatında da sürmesine karar verildi. Yabancılarla, özellikle de gazetecilerle görüşmesi, internet ve cep telefonu kullanması, havaalanlarına, limanlara, elçiliklere ve sınırlara yaklaşması ve İsrail’i terk etmesi yasaklandı, ve bu yasaklar 21 Nisan 2006’da İsrail savunma bakanlığının talebiyle bir yıl daha uzatıldı Vanunu kendisine kapılarını açan Kudüs’teki Anglikan Kilisesinde bir mahkûm hayatı sürerken yasakları çiğnemeye devam ettiği gerekçesiyle 2007 yılı Temmuz ayında yeniden 6 ay hapse mahkum edildi. Bunun üzerine Uluslararası Af Örgütü Vanunu’yu düşünce suçlusu ilan ederek derhal koşulsuz olarak serbest bırakılmasını talep etti. Mordechai Vanunu, eşine az rastlanan bir cesaretle ömrünün geri kalanını özgürce yaşayamamayı ve hatta ölmeyi göze alarak insanlık ve dünyanın geleceği için doğru bildiğini yaptı. Devletin büyük bürokrasi çarkları ve güvenlik aygıtları, çok uluslu şirketler, basın tekelleri, ulusal ve küresel çaptaki çıkar grupları karşısında bireyin çaresiz bırakıldığı modern dünyada insanın hür iradesinin hâlâ bir çok şeye kâdir olduğunu gösterdi.
Alper Kaliber.