Ağaçtan yapılma küçük bibloların, bakır tasların, gülsuyu, lokum ve plastik oyuncakların; ‘yöresel’ tabir edilen peynirlerin, renkli kartpostalların, artist resimlerinin, taklit parfümlerin, üzeri plastik kaplı ve bazılarında kilit olan hatıra defterlerinin, esrarengiz hikâyelerin anlatıldığı macera kitaplarının beklediği; kasetten mekanik bir sesle gelen otobüsün ve kalınacak sürenin söylendiği; gözlerinden uyku akan garsonların çay servisi yaptığı; kaptan şoförlerin ağır adımlarla kendileri için hazırlanmış masaya yürüdüğü; yolcuların varılacak yere ne kadar süre kaldığını hesapladığı, çocuklarını tuvalete çıkardıktan sonra haşlanmış yumurta ve böreklerini atıştırdıkları; hali vakti yerinde olanların ise self-servis yemek yedikleri mekânlardır mola yerleri.
Mola yerlerinin insan kadrosu oldukça zengindir. Bu kadronun başında ütülü pantolonu, beyaz gömleği ve ‘hava serinledi’ diyerek üzerine aldığı ceketiyle yemek yiyen şoför gelir. Briyantinli saçları, saçlarına hafiften bulaşmış yağ izi olan şoför kravatını gevşettiği an mola başlamış demektir. Onun için mola yeri bir ‘dinlenme ânı’dır; zaten suretlerini ezbere bildiği insanları gördüğü, daha kaç virajın, kaç kilometrenin geçileceğini düşündüğü yerdir. Bu kadronun ikinci aktörü ise yolculardır; yola çıkılmıştır, varılacak bir yer vardır. Mola yeri onlar için yola devam etmek üzere ihtiyaçların giderileceği, yeniden yola çıkılacak ‘an’a kadar geçirilmesi gereken yerin adıdır. Kadronun diğer aktörleri ise mekânda yolcuları karşılayan garson ile esnaf gibi sabit kalan, hal ve hareketlerini sonsuz bir şekilde tekrar etmeye mahkummuş gibi duran insanlardır. Onlar için mola yeri yolcuların ihtiyaçlarını karşılayacakları ve bir sonraki yolcuyu bekleyecekleri yerdir. Görevliler için mola yeri bekleme odası gibidir. Bütün bu insanları bir araya getiren şey ise moladır, yani ‘ara’ vermektir.
Leblebi Tozuyla Hayber’in Fethi
Mola kavramı sözlüklerde; “süregiden bir faaliyete belirli bir süre ‘ara’ vermek” olarak tanımlanır. Bu tanımlamada herşey zamana göre belirlenir; kendinden önceki ve sonraki zaman dilimini tanımlar. Oysa mola mekânsal bir tasarımı da içerir. Sözlüklerde ve gündelik hayat içerisinde çok az sözü geçen bu mekânsal ifade şeklinin fazlaca yer bulamaması herşeyin zamana göre düşünülmesindendir. Biz, adına modern denilen dünyaya adımımızı attığımızdan beri her şeyi hesaplayarak, her şeyi zaman-hız grafiği içerisinde yaşamayı öğrendik. Bir otobüsün penceresinden uzak bir ışık hüzmesi gibi görünen kasabalar, kentler karanlıkta bir siluet olarak gördüğümüz şeylerdir. Oysa mola yeri bir ‘ara’ durak değil, kendi başına bir hayatın ve o hayata ilişkin insan kadrosunun faaliyette bulunduğu yerdir. Uzun zamandır unuttuğumuz mola yerleri; Hayber’in Fethi gibi halk hikâyelerinin, Harlequin tarzı aşk romanlarının, rüya yorumlama kitaplarının, pirinçle işlenmiş, istenirse üzerine isim yazılan tasların, çoktan tedavülden kalkmış leblebi tozunun, ‘saatli’ olarak tabir edilen bisküvilerin bulunduğu mekânlardır. Bu mekânlarda herşeyi bir arada sonsuz bir düzensizlik içerisinde bulabilirsiniz; vitrinde her an alınabilecekmiş gibi durduğu kadar, sonsuza kadar unutulmuş gibidir herşey. Uzun zamandır unuttuğumuz bu yerler, uzaktan bir ışık hüzmesi gibi duran kasabalarda “okumadı, bari işi olsun” denilen ilkokuldan terk çocukların çalıştığı, yolcuları beklediği yerlerdir. “Kaptan şoförünüz 15 dakika ihtiyaç molası verdi, çaylar şirketten” diyerek başlayan sesteki mekanik tonlama gibi herşey cansızmış gibi durur. Fakat yakından baktığınızda müstakil bir hayatın izlerini görmek mümkündür…
Satıcılar, yolcular, şoförler, adına ‘yolculuk’ denilen faaliyetin insan kadrolarıdır. “Dört bir yanı çelik ağlarla örmeyi” hedefleyen Türk ütopyasının gerçeğidir mola yerleri. Orada ‘ara’da kalmışlığımızın, buna rağmen hâlâ hedefe varmak için ilerleyişimizin, bu koşuşturmanın kıyısında kalmayı kader olarak gören insanların, her nasılsa hayatımıza sirayet etmiş eşyaların sonsuz bir düzensizlik içerisinde bulunduğunu görürsünüz orada. Nuh Köklü . www.acikradyo.com.tr . Yt; 21 Şubat 2002 .