Boğaziçi, İstanbul hayatına 16.yüzyıldan sonra girmeye başladı. 16.-17. yüzyılda Boğaziçi’nde Göksu, Tokat, Sultâniye, Çubuklu, Kandilli, Kuleli, Çengelköy ve Beylerbeyi gibi, kendi içine kapalı bağ ve bahçe tarımı yapan yerler yalnızca padişahların gezip eğlendikleri has bahçelerdi. 17. ve 18. yüzyılda padişah ve saraya mensup devlet ricalinin eğlence merkezi ise Sâdâbâd’dı. Yazlıkları da genellikle Haliç’te olmakla birlikte Sultan IV. Mehmed devrinde artık pek çok vezir, defterdar ve ulemanın da yazlıklarının Boğaz’a taşındığı görülmekteydi. Bunlardan biri de Şeyhülislâm Bahai Efendi idi. Kanlıca’da bulunan yalısı nedeni ile bu bölge Bahai Körfezi olarak da anılıyordu. Kanlıca o dönemde Müslüman nüfusluydu. Sonraları yabancıların da katıldığı, büyük şölenlere dönüşecek olan ilk mehtap âlemlerinin de burada yapıldığı söylenir.

18. yüzyılda Boğaz kıyılarına yabancılar yerleşmeye başladı. Sultan III. Ahmed döneminde ise Sâdâbâd halen gözde olmakla birlikte, devrin şairi Nedim, Boğaziçi’nin; özellikle de Göksu ve Küçüksu’nun güzelliklerini anlatmaya başladı. 19. yüzyıldan itibaren padişah ve yüksek tabakanın yazlıkları da artık Haliç’ten boğaza taşınmıştı.
19. Yüzyıldan İtibaren Boğaz’a Taşınan Yazlıklar
Kanlıca Körfezi’nde başladığı bilinen mehtap âlemlerinde musiki olup olmadığını bilmiyoruz. Ancak musikinin şenliklere katılması Müslüman halk ve özellikle yüksek tabaka için ancak Tanzimat sonrası mümkün olabildi.
Aslında “Boğazın tabiatında sular ve mehtap bulunduğu gibi saz yani musiki de vardır.” diyordu Abdülhak Şinasi Hisar. Ahmed Hamdi Tanpınar da ona katılıyordu; “Boğazın kendisi de sanatkârane, hatta müzikaldir. Tıpkı hoparlörle dışarıdan dinlenen opera gibi, bütün hareket adesenizin dışında kalır. Siz yalnız musiki duyarsınız.”
Seçkin ses ve saz sanatçılarının icrâ ettiği gerçek musiki sesleri ise ilk olarak kendisi de bestekâr olan Sultan I. Mahmud’un yaptırdığı Küçüksu Kasrı’ndan duyulmaya başladı. Bundan sonra, yabancıların genellikle ‘Asya’nın tatlı suları’, ‘Asya’nın sakin suları’, Edmondo de Amicis’in de ‘ilâhî dere’ dediği Göksu ve Küçüksu, Sâdâbâd’ın yerini aldı.

Julia Pardoe, İstanbul’u ziyaretinden sonra kaleme aldığı kitabında Göksu âlemlerini en ince ayrıntısına kadar anlatıyor, tanbur seslerinden söz ediyordu: Hanımlar ve beyler Cuma ve Pazar günleri Göksu, Küçüksu, Kalender ve Çubuklu’ya sandallarla denizden giderlerdi. Akşama kadar yemekler yenilir, sazlar çalınıp oynanır, salıncaklara binilirdi. Cariyelerin de türkü ve mâni söylemelerine izin veriliyordu. Eğer mehtap varsa hizmetçiler yalıya dönerken, hanımlar cariyelerini alıp ezandan kırk beş dakika sonra kayıklarına biner, mehtabı seyrederlerdi. Boğaz’da musiki sesleri yalnız Göksu ve Küçüksu’da duyulmazdı. Azime Sultan Sarayı’nda cariyelerden oluşan, iyi yetişmiş ses ve saz topluluğunun keman, tanbur seslerini ve şarkılarını kayıkla geçenler kürekleri yavaşlatarak dinlerdi
1896’da yazdığı Şehir Mektupları’nda Ahmed Rasim, “Bana kalırsa Haliç, yalnız bir Sâdâbad’ıyla buralara karşı övünemez. Göksu manzaraca ondan aşağı kalır mı? … Ayın doğuşu, mehtap töreni ayrı ayrı makamda ötüşlerle icra ediliyor.” diyerek Göksu mehtabının musikisinden söz etmişti.
Boğaz’a Ney Üfleyenler
4 Haziran 1829 mehtabında Tarabya Kasrı’nda Donizetti’nin askerî bando ile müzik yapması Sultan II. Mahmud’la birlikte değişen müzik anlayışının da habercisi oldu. Sultan Abdülaziz çok sonraları babası Sultan II. Mahmud ve batı müziği meraklısı ağabeyi Sultan Abdülmecid’e rağmen, Dolmabahçe Sarayı’nın Harem dairesi pencerelerinden yaz geceleri boğaza doğru ney üfleyip lavta çalacaktı. Boğaz’da ney üfleyen bir başka isim de Neyzen Tevfik’ti. Belki her ikisi de İncirköyü imamı Akmolla’nın geleneğini yaşatmaktaydı. Akmolla Ömer Efendi her sabah seher vaktinde yarım saat ney üfler ve sonra evç makamında salâ verirdi.

Özel Saz Takımları
20. yüzyıl başında bazı yalılarda özel saz takımları bulunmaktaydı. Halim Paşa’nın Rumelihisarı’ndaki yalısında haftada iki gece en meşhur hanende ve sazendelerden oluşan saz takımı fasıl yapardı. Merkez kumandanı Saadettin Paşa’nın her biri bir makam adı alan kırk sekiz cariyesinden kurulu bir saz takımı vardı. Bunlardan Bestenigâr adlı cariye genç yaşta ölünce bütün Boğaziçi göz yaşı döktü.
Özel saz takımı olmayan yalılarda yapılan musiki toplantılarında ise devrin çok ünlü müzisyenleri bulunurdu. Sultan Abdülhamid’in damadı Nurettin Paşa’nın yalısında Hacı Remzi Bey’in Bebek ve Adliyeli Asım Bey’in Kanlıca’daki yalılarında Hafız Osman; Yanyalı Mustafa Paşa’nın Anadoluhisarı’ndaki yalısında Hafız Osman, Kemençeci Vasil, Giriftzen Asım Bey, Udî Nevres; Mahmud Celalettin Paşa’nın Çubuklu’daki yalısında da Tanburî Cemil, Kemençeci Vasil ve Lemi Atlı musiki toplantılarına katılan ünlü müzisyenlerdi.
Azınlık yalılarında da musiki meclisleri toplanırdı Bunların en ünlüleri de Bebek’le Arnavutköy arasındaki Köçeoğulları yalısı idi.
“Bütün bir âdâb ve teşrifatı bulunan ve her mehtap gecesi bir yalı tarafından yaptırılan bu âlemler mâşerî bir opera, bir nevi ayışığı ibadeti gibi bir şeydi… Hissi hayatımızda o kadar yeri olan ve bize bir yığın asîl içlenmeyi telkin eden Boğaz burada en yüksek sanatlarımızdan biri olan musiki ile birleşiyordu.” Tanpınar’ın böyle biçimlediği bu gecelere Mehtâbiye denirdi. Serv-i sîmîn (gümüş servi) seyri de denilen bu âlemler senede iki veya üç kere yapılırdı. Temmuz, Ağustos bazen de Eylül aylarının 12., 13., 14. ve 15. gecelerinden birinde düzenlenir, aynı gecede birbirlerinin sesini bozmamak için iki saz takımı olmamasına dikkat edilirdi. Bu geceleri düzenleyen belli başlı insanlar vardı. Valde Paşa (Bebek), Said Halim Paşa (Yeniköy), Suphi Paşazade Sami Bey (Yeniköy), Hıdiv İsmail Paşa (Emirgân) vb.
Kiralık Pazar Kayıkları
Geceyi düzenleyen, en iyi ses ve saz takımını kurar, müzisyenler için oturduğu köyün bir pazar kayığını kiralardı. Pazar kayığı mehtâbiyeyi düzenleyen yalıdan müzisyenleri alır denize açılırdı. Üç-beş kayık ve sandalla başlayan grubun sayısı sonunda yüzlere ulaşırdı. Sultan Abdülaziz dönemindeki mehtâbiyelerde Boğaz’ın en derin yeri olan Kayalar ile Kandilli arasında kayıklardan atlaya atlaya karşıya geçilebilirdi. Fasla, Kalender’in önünden başlamak bir gelenekti. Sonra Yeniköy’den İstinye’ye gelinerek oradan karşıya geçilir, Kanlıca Körfezi’ne girilirdi. Mehtabı ve yankısı öylesine meşhurdu ki, körfez deyince herkesin aklına Kanlıca gelirdi. Burada mutlaka bir-iki fasıl çalınırdı. Bu fasla karadan katılanlar da olur, musiki ye meraklı olduğu bilinen yalıların önünden geçilirken durulur, onlara özel olarak çalınır, söylenirdi. Sandal sayısı çok fazla olduğu için, girilmeye kalkışılırsa ancak üç-dört saatte çıkılabileceği bilindiğinden asla Göksu’ya girilmez, Kandilli açıklarından karşıya geçilerek Bebek koyuna girilir, bir-iki fasıl da burada yapılırdı. Sabaha karşı pazar kayığı, müzisyenleri genellikle mehtâbiyeyi düzenleyenlerin yalısına, evine dönmek isteyenleri de uygun bir kıyıya bırakırdı.
Tepki Gösterenler
Bütün Boğaziçi’ni ayağa kaldıran bu gecelerden hoşlanmayanlar tepki gösterenler de vardı. Bunlardan Mısırlı Hilmi Paşa’nın damadı Nusret Sadullah Bey batı müziğini sevdiği, Tevfik Fikret bulunduğu mevki ve dünya görüşüne katılmadığı, gazeteci Saffeti Ziya Bey ise çok alaturka bulduğu için katılmayanlardı. Devlet adamları halkla iç içe olmayı uygun bulmadıkları, din adamlarının bazıları ise hoş karşılamadıkları için katılmazlardı.
Geceyi düzenleyenler, hanende ve sazendelere ayrılan kayıklara asla binmezler, davetlileriyle birlikte kendi özel kayıklarına biner onları takip ederlerdi. Bu kurala uymayanlar da vardı, Bunlardan biri de Kadripaşazade İsmail Bey’di. Kanlıca’daki yalısında yılda bir kere mehtâbiye düzenlenir, hanende ve sazendeler için kiralanan pazarcı kayığının dümenine bizzat İsmail Bey geçerdi. Bu mehtâbiyelerin ses ve saz heyetini Kemençeci Vasil yönetirdi. Sait Halim Paşa ise kendi kayığının dümenine geçerdi. Paşa’nın mehtâbiyelerine Hanende Nedim Bey, Hafız İsmail Efendi ve Kaşıyarık Hüsamettin Bey yalının meşkhanesinde günlerce çalışarak hazırlanırlardı.
Farklı Mehtâbiyeler
Biraz da diğerlerinden farklı özellikler sergileyen mehtâbiyelerden örnekler verelim:

Hıdiv İsmail Paşa, İstanbul’da olduğu zamanlar, mehtaplı geceler, padişahın doğum ve cülûsuna1 denk gelirse görkemli mehtâbiyeler düzenlerdi. Saz takımında Melekzet Efendi ve Anadoluhisarlı Hafız Şaşı Osman da bulunurdu.
Boğaziçi Bülbülü diye anılan Nedim Bey, Said Halim Paşa’nın kız kardeşi Prenses Zehra Hanım ile evliydi. Büyük ihtimalle Said Halim Paşa tarafından düzenlenen mehtâbiyede Nedim Bey ve Lemi Atlı’nın hanende olarak bulunduğu kayıkta Kemanî Ağa, Santurî Ethem, Kanunî Şemsi, Tanburî Cemil, Lavtacı Andon, Kemanî Tatyos ve Ali Rifat Bey de yer alıyordu. Sandal Baltalimanı’ndan Emirgân’a doğru yol alırken, Ali Rifat Bey, Şevkefzâ makamında öyle güzel bir taksim yapmıştı ki, Lemi Atlı hatıralarında bu taksimin bir ömre bedel olduğunu söylüyordu.
Hanende Nedim Bey’in ayrı bir grupla mehtâbiyeye çıktığı bir başka gece ise, Mekteb-i tıbbiye nazırı2 Doktor Saip Paşa’nın yalısından düzenlenen saz takımında Kemanî Garbis, Kemanî Kirkor, Kanunî Mihal, Lemi Atlı’nın hocası Hafız Yusuf Efendi ve Lemi Atlı bulunuyordu. Lemi Atlı öylesine güzel söylüyordu ki sandal ve kayıklar hangi saz takımını takip edeceklerini şaşırdılar.
Şirket-i Hayriye Vapurlarında Yeniden
Cumhuriyet döneminde Şirket-i Hayriye3 yönetim kurulu başkanı olan Necmettin Molla, en güzel dönemlerini Sultan Abdülaziz devrinde yaşayan mehtâbiyeleri tekrar canlandırmak istedi. (Bkz; Sazlı Cazlı Vaporlar) 1931 yazında, Şirket-i Hayriye vapurlarının arkasına takılan bir sal üzerinde; halkın, yüzünü görüp tanımadığı için Denizkızı adını taktığı Eftalya Hanım mehtaplı gecelerde şarkılar söyledi. Halk sevdi, benimsedi ama o eski gecelerin geri gelmesi mümkün olmadı. Fakat bu geceler bir Boğaziçi şarkısına vesile oldu. Aleko Bacanos Acem-aşîran şarkısını Eftalya için besteledi.
“Gel ey denizin nazlı kızı nûş-i şarab et
Çık, sahile gel sînede bir âlemi âb et”
Musiki Tarihine Geçecek Olaylar
Boğaziçi’nde, yalnız mehtaplı gecelerde değil, her zaman musiki vardı. O günler ve gecelerde de musiki tarihine geçecek olaylar yaşandı.
1895 yılı yazının mehtaplı bir Cuma gecesi Mehmed Akif, Tanburî Aziz ile arkadaşları Selahattin Bey’in yalısında buluştu. Neyzen Tevfik ve Bursalı Hafız Emin de katılınca denize açıldılar. Neyzen çalıp, Hafız Emin söyledikçe sandallar, kayıklar artmaya başladı. Beykoz’la İncirköy arasında Sultaniye çayırına çıkıp günü orada geçirdiler. Mehtap çıkıp da tekrar denize açılana kadar bütün sandallar onları bekledi. Mehmed Akif ölüm döşeğinde bile bu geceyi hatırlayacaktı.
Mahmud Celâlettin Paşa 1899 yılının bir yaz gecesi Çubuklu’daki yalısının balkonunda yardımcısı Nâzım Bey’e yeni bir şarkısını öğretmekteydi. Defalarca tekrarladığı halde Nâzım Bey eserin bazı yerlerini öğrenemiyordu. O sırada arkadaşları ile sandal gezintisi yapan Lemi Bey yalının önünde durarak eseri dinledi ve bir suskunluk anında yüksek sesle baştan sona okudu. Paşa Lemi Bey’i hemen yalıya aldırdı. Böylece Lemi Bey’i tanımış olan Celalettin Paşa ömrünün sonuna kadar onun teşvikçisi ve koruyucusu oldu.
Lemi Atlı, ihtimal, bir mehtâbiyenin arkasından konakladığı Yedisekiz Hasan Paşa’nın oğlu Said Paşa’nın Vaniköy’deki yalısında bir rüya gördü. Nâmık Kemal “Zevkin ne ise söyle, hicab eyleme benden” mısraı ile başlayan şiirinin Manyasizade tarafından bestelenmiş şeklini beğenmemiş ve Lemi Atlı’dan bestelemesini istemişti. Lemi Atlı da eseri rüyasında besteledi. Gözünü açar açmaz aynı odayı paylaştığı Leon Hancıyan’ı uyandırdı ve nihavend makamında bestelediği şarkıyı notaya aldırdı.
Yıl 1905. Refik Fersan’ın kayınpederi Mabeyinci Faik Bey’in Bebek’teki yalısında yapılan bir toplantıda, Sultan Abdülhamid’in kuyumcubaşısı Jak Harunaçi’nin Fransız eşi piyano çaldı ve büyük alkış aldı. Daha sonra o akşam orada bulunan, hem Refik Bey’in hem de eşi Fahire Hanım’ın (Faik Bey’in kızı) hocası olan Tanburî Cemil Bey’den bir şeyler çalması istendi. Cemil Bey tanburla Tâhir-bûselik taksim yaptıktan sonra Kemanî Rıza Efendi’nin peşrevini çaldı. Eser bittiği zaman Fransız madam ayağa kalkarak çok etkilendiğini söyledi ve kocasının düğün armağanı olan yakut taşlı değerli bir yüzüğü Cemil Bey’e armağan etti.
Boğaziçi’nin Musikiye Girişi
Musiki, 17. asırdan itibaren giderek artan bir coşku ile Boğaziçi hayatında yer alırken Boğaziçi’nin musikiye girişi çok daha sonraları gerçekleşti. Bunun bilebildiğimiz ilk örneklerini Sultan III. Selim, Dede Efendi ve Küçük Mehmed Ağa’nın güftelerinde görürüz. Daha sonraları Dellalzade, Haşim Bey, Zekâi Dede, Rahmi Bey, Hacı Arif Bey, Kazasker Mustafa İzzet, Nikoğos Ağa, Tanburî Mustafa Çavuş, İsmet Ağa, Markar Ağa, Suyolcuzade, Hafız Abdullah, Rıfat Bey, Mahmud Celalettin Paşa, Asdik Ağa, Kanunî Hacı Ârif, İsak Varon, Lavtacı Hristo, Bolahenk Nuri Bey, Cevdet Çağla, Fehmi Tokay, Fahri Kopuz, Kemal Niyâzi Seyhun, Mustafa Nâfiz Irmak, Münir Nurettin Selçuk (Bkz; Münir Nurettin Selçuk), Yesarî Asım Arsoy, Sadettin Kaynak, Şerif İçli, Osman Nihat Akın, İsmail Baha Sürelsan, Muzaffer İlkar, Şükrü Tunar, Ârif Sâmi Toker, Selahattin İçli, Avni Anıl, Şekip Ayhan Özışık, Alaeddin Yavaşça ve Cinuçen Tanrıkorur eserlerinde Boğaziçi’ni anlatma geleneğini sürdürdüler. Bu şarkılarda en çok Enderunî Vâsıf , Faruk Nafiz Çamlıbel ve Yahya Kemal’in güfteleri kullanıldı. Münir Nurettin Selçuk, Yahya Kemal’in şiirindeki musikiyi notalara taşıdı. Enderunî Vâsıf’ın neden pek çok şiirinin bestelendiğini de bize şu şiiri anlatsın:
Bir tıfla duçâr oldu gönül semt-i Bebekde
Pervâz idemez yavrucağım dâhi tünekde
Ol mâhı şikâr itmek içün sayd-ı semekde
Bir ‘âlem-i mehtâb idelim biz de felekde
Buldu henüz eyyâmını zevrakçe-i sahbâ
Orsa-boca Kandilliye dek çektirelim tâ
Gök kandil olub subha dek ey mâh-ı şeb-ârâ
Bir ‘âlem-i mehtâb idelim biz de felekde
Tavşan kanı mey dolduralım câm-ı niyâzâ
Yalvâralım ol mest-i mey-i gamze-i nâzâ
Mahfî kayalım yağlı piyâdeyle Boğâzâ
Bir ‘âlem-i mehtâb idelim biz de felekde
İşte mey ü mahbûb ü tarab cümle müheyyâ
Mehpâreciğim gel idelim ‘azm-i Tarabyâ
Hırsız küregîle yanaşub yâlıya tenhâ
Bir ‘âlem-i mehtâb idelim biz de felekde
Vâsıf gibi çarha çıkarub nağme-i âhî
Zevk eyleyelim şarkı çığırtmâ ile gâhî
Agûşe alub hâle sıfat gâhi o mâhî
Bir ‘âlem-i mehtâb idelim biz de felekde
En Çok Benimsenmiş Şarkılardan Örnekler
Gariptir yıllarca Boğaziçi mehtaplarında şarkı söyleyen ve çok velût bir bestekâr olan Lemi Atlı’nın –bir eserinde Hisar’dan bahsetmekle birlikte– Boğaziçi’ni diğer bestekârlar kadar biçimleyen eseri yoktur. Bu şarkıların halk tarafından en çok benimsenen ve söylenenlerine birkaç örnek verelim:
Sâdullah Ağa’nın Hicazkâr şarkısı:
Gel seninle yarın ey serv-i revan
Olalım mahfîce Göksu’ya revan
Lavtacı Hristo’nun Kürdîli hicazkâr şarkısı:
Gidelim Göksu’ya bir âlemi âb eyleyelim
Tanbûrî Mustafa Çavuş’un Şehnaz bûselik şarkısı:
Küçük suda gördüm seni
Gözlerinden bildim seni
Osman Nihat Akın’ın Nihâvend şarkısı:
Körfezdeki dalgın suya bir bak göreceksin
Ârif Sâmi Toker’in Mâhur şarkısı:
Çek küreği güzelim uzanalım Göksu’ya
Alaeddin Yavaşça’nın Hicaz şarkısı:
Boğaziçi şen gönüller yatağı
Bilinen bilinmeyen, sevilen sevilmeyen tüm Boğaziçi şarkılarında Beşiktaş, Bebek, Emirgân, Kalender, Tarabya, Hisar, Yeniköy, Kanlıca, Kandilli, Çubuklu, Beykoz, Göksu ve Küçüksu’nun dilberleri, gecesi, mehtâbı gurûbu, eğlenceleri, durgun ve dalgın suları anlatılır. Sevgililer gezmeğe, mehtab seyrine, sandal gezintisine, saz meclisine davet edilir. Başkası ile görülen sevgiliye de sitem gönderilir. Bütün bu güfteler ve nağmeler aracılığıyla biz Boğaziçi hayatını ve musikisini öğreniriz.
Şimdi Boğaziçi’nde musiki veya musikide Boğaziçi var mıdır? Varsa nasıl bir musikidir bilmiyoruz. Nakkaştepe’de yatan Şevki Bey ve Rauf Yekta Bey; Kanlıca’da yatan Santurî Ziya Bey; Aşiyan’da yatan Münir Nurettin Selçuk Boğaziçi musikisini özlüyorlar mıdır dersiniz?4
İncilâ ve Fikret Bertuğ
www.acikradyo.com.tr
23 Haziran 2002.
Kaynaklar
Abdülaziz Bey; Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1995.
Abdülhak Şinasi Hisar; Boğaziçi Mektupları. İstanbul: Hilmi Kitabevi, 1955.
Ahmed Hamdi Tanpınar; Beş Şehir, İstanbul: Devlet Kitapları, 1969.
Ahmed Hamdi Tanpınar; Yaşadığım Gibi. İstanbul: Türkiye Kültür Enstitüsü Yayınları, 1970.
Ahmed Râsim; Şehir Mektupları. Ankara: M.E.B., 1990.
Balıkhâne Nazırı Ali Rıza Bey; Bir Zamanlar İstanbul. Ed. Niyazi Ahmet Banoğlu. İstanbul: Tercüman 1001 Temel Eser.
Edmondo De Amicis; İstanbul (1874). Ankara: Kültür BakanlığıYayınları, 1981.
İstanbul Ansiklopedisi. İstanbul: Tarih Vakfı-Kültür Bakanlığı, 1994.
İstanbul İçin Şehrengiz, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1991.
Julia Pardoe; 18.yy.’da İstanbul. İstanbul: İnkılap Kitapevi, 1997.
Lemi Atlı; Hatıralar. İstanbul: Türkiye Yayınevi, 1947.
Musahipzâde Celâl; Eski İstanbul Yaşayışı. İstanbul: Türkiye Yayınevi, 1946.
R. Schiele, W. Müller-Wiener; 19.yy.’da İstanbul Hayatı. İstanbul: Alman Arkeoloji Enstitüsü, 1988.
Refik Ahmet Sevengil; İstanbul Nasıl Eğleniyordu. İstanbul: İletişim Yayınları, 1985.
Salâh Birsel; Boğaziçi Şıngır Mıngır. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 1980.
Salâh Birsel; Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi. İstanbul: İşbankası Kültür Yayınları, 1982.