2 Temmuz 2004
Ömer Madra

Marlon Brando

Çağın son büyük sanat dalı sinemanın belki de gelmiş geçmiş en büyük oyuncusu olan Marlon Brando, 1 Temmuz 2004 tarihinde, 80 yaşında yapayalnız, korkunç şişman ve beş parasız bir enkaz olarak öldü. Gazeteler ve televizyonlar, Hollywood filmlerinin ve Amerikan televizyon dizilerinin büyük çoğunluğunda olduğu gibi son derece beklenebilir bir ‘son’a tastamam uygun şekilde ele aldılar olayı: Marlon’un gençliğindeki inanılmaz güzelliği, bütün modern kuşağı derinlemesine etkileyen oyunculuk yeteneği ve ‘metod’u; sesi, mırıltısı, eksantrikliği, kadınları, trajedileri, gizemi, içedönüklüğü vb. hepsi ele alındı… Bunlar, onun eski ve yeni görüntüleri eşliğinde ve bilumum dedikodusuyla birlikte günlerce kapsandı.

Sadece bir küçük nokta haricinde: Marlon’un ‘duruş’u. Uzlaşmaması. Dikbaşlılığı.    Dünyanın gidişatı hakkındaki sözü. Söz-davranış birliği. Estetik-etik bütünlüğü… Bunlara değinildiğine pek rastlanmadı doğrusu. Tuhaf.

Kesintisiz 30 Dakika Alkış

Oysa Broadway’de İhtiras Tramvayı’nda kesintisiz 30 dakika ayakta alkışlanıp, Amerika’daki kadınların ve genç kızların akıllarını başından aldıktan sonra Hollywood’a geçtiği en ateşli yıllarında; daha yirmibeş yaşına basmadan, hem Sivil Haklar Hareketi, hem de genel barış ve adalet hareketi içinde en ateşli bir aktivist olarak yer almakta tereddüt etmemiş bir adam var dı ortada.

Yarım yüzyıla yakın bir aktivizm kariyerinin kilometre taşlarına şöyle üstünkörü bir bakış atmak gerekirse:

1959’da, Harry Belafonte ve Ossie Davis gibi dikbaşlı siyahi müzisyenlerle birlikte, SANE adlı nükleer karşıtı hareketin –hem de eğlence endüstrisinin kalbi– Hollywood’daki kolunun kurucuları arasında görüyoruz onu…

1963’te, dikbaşlı siyahi yazar James Baldwin’le kolkola bu sefer: Washington’a doğru yapılan o unutulmaz haklar yürüyüşünde…

Sonra Paul Newman’la, otobüslerde ırk ayrımını öngören kanuna ‘Derin Güney’de itaatsizlik ederken…

Daha sonra 1964’te, bu kez California’da, Puyallup kızılderili kabilesi reisi Bob Satiacum’la o nehirde ruhsatsız balık tutma ‘eylemi’ne girişerek sivil itaatsizlik yapar ve bu tuhaf balık avının bedelini tutuklanarak öderken…

Başkaldırı ve cinayetlerle dolu o unutulmaz 1968 yılında Martin Luther King’in katledilişinin ardından, bunu protesto için önemli bir filmin başrolünü reddeder ve “onun boşluğunu sevgi ve empati ile dolduramazsak, toplum olarak ayvayı yediğimizin resmidir” mealinde konuşurken… Derken, Kara Panter’lere ve hapiste öldürülen aktivistlere para ve destek verirken… Siyah aktivist Bobby Seal’le arkadaşlık, yoldaşlık ederken… ve bunların bedellerini filmlerinin ‘Derin Güney’ eyaletlerinin sinema salonlarında yasaklanması, bizzat kendisinin de Hollywood’da ‘Brando Kara Listesi’ne alınarak önemli rollerden mahrum bırakılması ile öderken…

1972’de akıl almaz bir ‘geri dönüş’ hamlesi yaparak Baba filmindeki rolü ile aldığı ikinci Oscar ödül törenine, ödülü reddettiğini bildirmek üzere kendi yerine Sacheen Littlefeather adlı bir yerli kadını gönderip, ABD hükumetinin yerlilere karşı süregelen ezme politikalarını protesto eden bir metni okuturken ve bunun bedelini törendeki davetliler tarafından yuhalanmakla öderken…

Küresel iklim değişikliğine karşı çevre koruma hareketleri içinde hem bedeni, hem kesesi ile her daim bilfiil yer alırken…

Marlon Brando, İhtiras Tramvayı filminin setinde, 1948.↩︎

Ve nihayet, o tek gözlü bungalovunda; hastalık, borç-harç ve gerçekten şaşırtıcı bir sefalet içinde yüzdüğü, arkadaşı Jack Nicholson’ın yiyecek yardımlarına gerçekten muhtaç halde, imzasını da emekli maaşlarının yatırıldığı banka hesaplarını da ABD’nin Irak savaş ve istilasına karşı mücadele eden barış aktivistlerinin hizmetine sunarken…1

Öteki Yüzde Elli

Gazete ve televizyonların yarım yüzyıllık bir oyunculuk ve aktivizm kariyerinin ardından bu ‘öteki yüzde elli’nin pek sözünü etmemeleri tuhaf. Ama, şaşırtıcı değil, öyle değil mi? Marlon’umuz, Bertolt Brecht’i bir an olsun yanıtsız bırakmadan geçti bu dünyadan: Onun ardından, “Büyük savaşların hazırlığı sürerken… büyük oyuncuları suskundu” diyemeyecekler. Bush’un kendisini öven taziyet sözlerini umarız duymuyordur.

Ömer Madra

www.acikradyo.com.tr 

06 Temmuz 2004.


  1. Bkz; Dave Zirin, A Eulogy For Our Marlon Brando, www.commondreams.org, 2 Temmuz 2004.
Paylaş:

Önceki Yazı

Marika Ninou

Serhan Ada
–Rebetikonun ölümsüz seslerinden. 1918’de Kafkasya’da doğdu. Onun öyküsünden ve rebetikonun ‘kralı’ Vasilis Tsitsanis’le kesişen yollarından esinlenerek gerçekleştirilen, yönetmenliğini Kostas Ferris’in…
Devamını Oku

Sonraki Yazı

Marvin Gaye

Sedat Nemli
Detroit kökenli Motown plak şirketinin prenslerinden biri ve şirketin kurucusu Berry Gordy’nin kızkardeşi Anna ile evli olan Marvin Gaye, soul…
Devamını Oku

İlgili İçerikler

Onbir Eylül (ABD – 2001)

Çev: Ömer Madra, Noam Chomsky
11 Eylül saldırıları birinci derecede vahşet olaylarıydı. Kurbanların sayısı açısından bakılırsa, bunlara benzer pek çok başka olayın seviyesine ulaşmazlar; Clinton’un…
Devamını Oku

Elmas

“Elmas birçok kişi için aşkı değil, savaş, umutsuzluk ve yoksulluğu simgeliyor. Birçok insan, 14 Şubat Sevgililer Günü’nde sevdiklerine elmas/pırlanta hediye…
Devamını Oku

İncirlik

Ali Bilge ile söyleşiden
2. Dünya Savaşı sonrasında Amerika ile Türkiye arasında yakınlaşma bir imza ile  başladı. 12 Temmuz 1947’de, Truman doktrini çerçevesinde Türkiye…
Devamını Oku