Ömer Madra

Mağara Adamı

15 bin yıl kadar önce Avrupa’nın büyük bölümü buzul çağının pençesinde tir tir titreyip duruyordu. İşte o çağda, bugünkü Fransa’nın nispeten ılıman iklim kuşağı içinde kalmış Dordogne vadisinde, Lascaux yöresinde yakın akrabalarımız Cro-magnon insanları yaşıyordu. Bu atalarımız, yaşadıkları mağaraların duvarlarına, yeryüzünün bugüne kadar bulunabilmiş en eski ve muhtemelen en güzel formlarını resmetmişlerdi. İlk resimler, en iyi resimlerdi de denebilir.

Orada, bugün ‘Boğalar Odası’ diye adlandırılan yerde, harikulade boğa, bizon, antilop ve at resimlerinin arasında, duvarın ortasında yatay bir hat üzerinde 13 nokta duruyor. Bilim adamları, 60 yıldır seyrettikten, ya da inceledikten sonra, 2000 yılı ortalarında birden bunların bir ‘ay takvimi” olduğunu keşfediverdiler. Ayın gökte göründüğü her gün için bir nokta. Ayın aylık hareketinin yarısının temsili resmi. Ayrıca, yeni ay zamanı, ay gökte görünmez olduğu zaman, ‘görünmez ay’ı temsil etmek üzere bir de boş kare konmuş oraya. Bizim kat be kat ‘gerimizdeki’ bu ‘ilkellerin’ soyutlama yeteneği böyle işte.

Atalarımızın Astronomi Haritaları

Üstelik, bu kadarla da kalmıyor: Mağarada biraz daha ileri gidiyorsunuz, bu sefer de siyah yeleli ve benekli doru bir at resminin hemen altında yeni bir dizi noktayla karşılaşıyorsunuz. Bu kez sayıları 27. Neden 27? Çünkü, ayın gökteki seyri 27 gün sürüyor da ondan. Ana çizgiden bir eğri çizerek ayrılan noktalar dizisi ise, ayın gökyüzünde görünmez olduğu günleri simgeliyor: Lascaux’lu atalarımızın astronomi haritaları!

Ay takviminin ‘keşfedilmesinden’ birkaç ay önce yine Lascaux’da ‘ölü adam tüneli’ diye adlandırılan mağarada bugün ‘Yaz Üçgeni’ diye bilinen üç parlak yıldızın da haritası keşfedilmişti. Yalnız bunlar olsa, gene iyi: Lascaux mağaralar kompleksinin girişini tutan muhteşem boğanın omuzları üzerinde bütün haşmetiyle yükselen ‘resim’ ‘Yedi Bacılar’ diye de adlandırılan Ülker takım yıldızının tekmil haritasından başka birşey değil!

Dahası da var: Lascaux dışında, bugünki İspanya’da El Castillo mağarasında bundan 14,000 yıl önce atalarımız ‘Kuzey Tâcı’ diye adlandırılan takım yıldızının karmaşık haritası çizilmiş, duruyor. İrlanda’da Knowth denen bölgede de insanlar, Leonardo da Vinci’den 5 bin yıl önce taşların üzerine ayın haritasını bir güzel işlemişler, bütün ‘denizleri’ ile birlikte.

Sanatıyla, bilimiyle modern insanın hiçbir zaman tam kavrayamayacağı düzeyde karmaşık ve modern bir kültüre sahip olan bir toplumu onbinlerce yıl önce kurmuş ve güzelce yürütmüş bu insanlar.

Doğanın Ritmi

Bütün bu ‘planetaryum’ları, kâinat haritalarını neden çıkarmışlar peki? Bunun cevabını, yıllardır bu mağaralarda çalışan araştırmacı Dr. Michael Rappenglück veriyor: “Bu insanlar için doğa’nın ritmi önemliydi. Onlar doğa’nın bütün ritmlerinin farkındaydılar. Varolmaları ve varlıklarını sürdürmeleri buna bağlıydı çünkü. Doğa’nın ve onun ritmlerinin bir parçasıydılar.”1

Meselenin özü de tam bu noktada yatıyor: İlkel atalarımız doğanın ve onun ritmlerinin farkındaydı. Bizse, Gülhane Parkı’ndayız: Gelişmiş, modern olmuşuz. Doğaya ve onun ritmlerine hâkim olmayı ve hatta o ritmleri değiştirmeyi başaracak kadar ilerlemişiz.

Her nasılsa insan insanı şaşırtmaya devam ediyor. Bilim adamları, atalarımıza ilişkin araştırmalarında yeni bir bulguya rastladıkları anda şaşkınlıktan şaşkınlığa sürükleniyorlar. Kendini hem kâinatın merkezinde, hem de evrimin en gelişmiş noktasında kabul eden ‘modern insan’, atalarının sanatta, bilimde kültürde ne çok şey bildiğini, varoluş üzerine ne çok kafa yorduğunu, daha sonra da bu düşünce ve duygularını ne çok yaratıcı biçime dönüştürdüğünü ‘keşfedince’ afallıyor.

Fransa’da Lascaux ve Chauvet; İspanya’da Altamira mağaralarında mekânlarının duvarlarına günümüzden 15, 20, hatta 25 bin yıl önce akıl havsala almaz güzellikte ve sofistikasyonda sayısız resim çizmiş olan insanlar, gene de ‘ilkel’ diye nitelendiriliyor. Ortaya koydukları eserlere de naif bir büyünün sonucu diye bakılıyor. Hani, avlanmalarına yardımcı olsun diye o resimleri oraya yapmış oluyor o ‘ilkeller’, ya da kendilerini hastalıklardan, belâlardan korusun, hasta olmuşlarsa sağaltsın filan diye.

Çağdaş İnsanın ‘Amaç’ Saplantısı

Atalarımızın, içlerinden gelen önlenemez yaratıcı dürtülerinin sonucu olarak, yani sırf sanat olsun diye bunları yaptıkları nedense düşünülemiyor ya da kabul edilemiyor bir türlü. Doğru ya, bir ekonomik dürtüsü olmadan neden onca kök boya bulsun, onu hayvan kanıyla karıştırsın, karışımın içine öğüttüğü hayvan kemiklerinin tozunu ve zamkını ekleyerek kıvama getirsin ve oturup mağara duvarını binbir renkle boydan boya resmetsin ki? Hatta neden, yaptığı hayvan resmini üç boyutlu bir yarı-heykel haline getirmek için mağara duvarındaki girinti çıkıntıları tamı tamına hayvanın başına ya da kalçasına denk getirsin? Modern ‘homo economicus’, modern ötesi sanatçı atasını kavramakta zorlanıyor: “Mutlaka bir büyüsel, dinsel amacı vardır canım!”

Mağara resimleri, Lascaux, Fransa.↩︎

Aynı şekilde, ‘ilkel’ mağara adamının, içinden gelen önlenemez bir araştırma dürtüsüyle aynı duvarlara ayın, güneşin ve yıldızların hareketlerini müthiş bir kesinlikle resmedip böylelikle kozmos haritasını nakşetmesi ve bunun karşılığında da herhangi bir patent hakkı almayı akıl etmemiş olması, günümüzde insanın gen haritasını çıkarıp bundan büyük patent hakları elde etmeyi düşleyen III. Millennium insanını tarifsiz şaşkınlıklara garkediyor. “Büyü yapmak, avlanmayı kolaylaştırmak içindir canım!”

İşin garip tarafı, her yeni bulgu, modern insanın artık küstahlığa varan bu kendini beğenmişlik yargısını yerle bir etmek için bire bir olmasına rağmen, modern insan kendine bakışını azıcık değiştirmeyi aklının ucuna bile getirmiyor. “Aa, ne kadar şaşırtıcı, bu ilkel insanların uzayla, gökteki yıldızlarla ilişki kurabileceği aklımıza bile gelmezdi” diyorlar her seferinde. “Bu kadar ileri gitmiş olabileceklerini tahmin etmezdik! Yanılmışız.”

Çevrelerindeki bütün yaratıklar buzul çağı içinde varolmaya çalışırlarken, bugününün Fransası’nda, İspanyası’nda, İrlandası’nda, İskoçyası’nda sanat, bilim ve kültür alanındaki başyapıtlarını yılmadan ortaya koyan bu inatçı insanlar, birkaçyüz kilometre ötede olmalarına rağmen asla temas kuramadıkları öteki insanlarla aynı ‘dalga boyunda’ duyuyor, düşünüyor, araştırıyor, yaratıyorlar. Dahası, yalnız Avrupa’da değil, başka uzak kıtalardakiler, meselâ Güney Afrika’dakiler de öyle…

Aslında sorunun cevabı belki de tarih öncesinin bu mucizevi mağara resimlerini araştıranlardan Dr. Rappenglück’ün sözlerinde: “Bu mağaralarda olan bitenin sırrı, resimleri boyayan insanları anlamakta yatıyor.” Münihli araştırmacımıza nâçizane yanıtımız şu: “Boşuna üzülmeyin Doktor, onları anlamak istemiyoruz ki biz.”2

Ömer Madra


  1. BBC, 16 Ekim 2000↩︎
  2. Bu yazı iki bölüm olarak 18 ve 19 Ekim 2000 tarihlerinde Yeni Binyıl gazetesinde yayınlanmıştır.
Paylaş:

Önceki Yazı

Madrigal

Ahmet Çakaloz
sözcüğü birbirinden bağımsız iki ayrı anlam taşıyor. Çünkü Madrigal hem bir şiir formu, hem de bir müzik türü. En erken…
Devamını Oku

Sonraki Yazı

Mağrur Bamba

Cheickh Lô ile söyleşiden
Bamba bir ruhani liderin adı. Bamba Ma Woor da ‘Mağrur Bamba’ demek. Fransız askerleri Afrika’ya geldikleri zaman, başkaldırıp boyun eğmeyen…
Devamını Oku

İlgili İçerikler

Acı ve Beden

Bünyamin Esen
İnsanlık halleri varoluşun ifadesidir. Mutluluk, kaygı, dalgınlık, üzüntü, esrime, dikkat, acı, telaş, aşk, özen, özlem. Acı da hissetmenin bir ürünüdür,…
Devamını Oku

Susuzluk

Ömer Madra
  Su tatsız, kokusuz ve küçük miktarlarda çıplak gözle bakıldığında renksiz bir maddedir. Bilinen tüm yaşam biçimleri için elzemdir. Sıvı,…
Devamını Oku

Yalınayak

Seda Binbaşgil
Cesaria Evora Atlantik Okyanusu’nda adeta kendi haline terk edilmiş takımadalardan oluşan Cabo Verde (Yeşil Burun) Cumhuriyeti’nde 1941 yılında doğmuş. Bugün…
Devamını Oku

Dünyayı Kurtaran Adam

Hasan Ersel
Dünya kendisini yok edecek bir nükleer savaştan, tek bir Rus denizaltı komutanı sayesinde kurtulmuştu. Krizin doruk noktasında Kennedy Küba’yı çepeçevre…
Devamını Oku