Türkiye’de, ‘ulusal maçlardan önce milli marş’ uygulamasının uzayıp gitmesi, karşıt ya da yandaş fikirlerin yarattığı bir tartışma ortamını gündeme getiriyor. Bu arada, günümüzün en önemli tarihçilerinden biri olan Eric Hobsbawm, yirminci yüzyıl ile ilgili yorumları arasında, Türkiye, Cezayir ve Hindistan’a özel bir yer ayırıyor ve sanki bu ülkedeki tartışmaya ‘uzaktan’ katılıyor.1
Hobsbawm’a göre; 1960’lı ve 1970’li yıllarda Batı’da gözlemlenen toplumsal dönüşüm, Güney-Güneydoğu Asya’nın ve İslam dünyasının belli başlı ülkelerinde, çok farklı biçimlerde kendini göstermişti. Aslında Hobsbawm’un yazdıkları, küreselleşme sürecine bir anlam vermek ve bu sürecin kaynaklarına yakından bakmak isteyen herkesin ilgisini çekecek nitelikte: Güney-Güneydoğu Asya ve İslam ülkelerinde kent nüfusu artık değişik bir profil çiziyordu. Kentli karakteri, sömürgeler tarihi sonrasında ortaya çıkan ve ‘tam Batılı’ olarak tanımlanan elit bir kuşağın etkisinden kurtulmuştu ya da bu etki zayıflamıştı. Bir yanda yeni kent kuşağını oluşturan gençler ve diğer yanda da göçler ile kentlere dahil olanlar, modern dünyayı tanıyan, ondan etkilenen ve koşullarını çözümleyen bir kitle olarak söz sahibi duruma geldiler. Böyle bir değişiklik, Batılılaşmış elitlerin kendi ülkelerindeki yerleşik ideolojilerini, uzun ve kısa vadeli ulusal programlarını vs. altüst etti; aynı zamanda, devletin en büyük dayanağı olan ideolojik kamusal söylemi de değiştirdi. Bugün, yeni ve büyük orta sınıfların zihinsel yapıları, hiçbir biçimde eski elitler ile uzlaşma sağlamadı. İyi eğitim görmüş gençliğin toplumdaki yükselişi bile, o eski elitlerin sömürgecilerle yakınlık kurduğu düşünülen gönül bağlarına ve Avrupa ya da Amerikan okullarından edindikleri zihin yapısına asla destek vermedi. Diğer yandan, toplumsal bir ağırlık kazanan yoksul kitleler ise, düşünsel bakımdan eski elitlerin tümüyle dışına kaydı. Söz konusu yoksul kitleler, 18. ve özellikle de 19. yüzyıllarda dünyayı seküler bir siyaset ile donatmayı hedefleyen Aydınlanmacı Batılı liderlere yakınlık göstermedikleri gibi; aynı Batılı düşüncenin izini süren kendi liderlerine de ters düştüler. Tam burada Hobsbawm, Türkiye ve Cezayir’i yakından ilgilendiren şu yorumu yapıyor: “Her durumda, yoksul kitleler Batılı 19. yüzyıl seküler ilerleme özlemine duyulan inancı paylaşmadılar. Batılı İslam ülkelerinde eski seküler önderler ile yeni kitlesel İslam demokrasisi arasındaki çatışma aşikâr ve parlayıcı hale geldi. Cezayir’den Türkiye’ye kadar, Batılı liberalizmin ülkelerinde anayasal hükümet ve yasaların hâkimiyetiyle birlikte anılan değerler, örneğin kadın hakları -var olduğu kadarıyla- ulusun kurtarıcılarının ya da onların varislerinin askerî gücü tarafından demokrasiye karşı korunmaktaydı.”
‘Birliktelik Ritüelleri’
Ne var ki Hobsbawm tanımladığı bu çatışmayı, yalnızca İslam ile Batılı değerler arasına sıkıştırmıyor. Örneğin Hindistan’daki (ya da Sri Lanka’daki) çatışmaları yaratan ‘Hindu kapalılığı’nın, yeni iş çevreleri ve orta sınıflarca desteklendiğini belirtiyor. Bu desteğin ana nedenini önce, toplumsal düzeni yok olmuş köylülerin kimlik krizine; sonra da, eğitimli kitlesel gençliğin yükselişine bağlıyor. Açıkçası; ekonomik olarak farklı tabakalara bölünen köylüler, zayıflayan kast sisteminin statüleri, eğitimin eşitsizliğinden doğan gelir istikrarsızlığı, geleneksel toplum katmanlarını yok ediyordu. Cemaatleri hakkında endişe duyan insanların tedavileri için, yok edici darbeleri hafifletecek yeni ‘birliktelik ritüelleri’ne gereksinim doğmaktaydı. Bu ritüeller sürekli olarak, halkın ve yönetimin karşılıklı ‘ritüeller çatışması’na dönüşmekteydi: “1970’lerde hane halkının katıldığı eski özel ibadet biçimlerinin yerini aniden cemaat halinde Budist tapınma biçimleri aldı; ya da okullardaki spor gösterileri artık ödünç alınmış teyp kasetleriyle çalınan ulusal marşla açılıyordu.”
Bir yanda ibadet gösterilerinin bir cemaat ritüeli halinde yükselmesi, ‘Batılı devlet’ söylemine muhalefet oluştururken; diğer yanda da Batılı tarzdaki karşıt ritüeller, bu muhalefetin gücünü kırabilmek için öne sürülüyor. Örneğin; toplu ibadet ile milli marş çatışması, bir ‘siyaset yapma’ yöntemi olarak toplum dinamiklerini harekete geçiriyor, kamusal alanların karakterlerini de yeniden biçimlendiriyor. Emre Zeytinoğlu .
- Hobsbowm, Eric; Kısa 20. Yüzyıl: 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, Çev; Yavuz Alogan, İstanbul: Sarmal Yay., 2002.↩︎