Bülent Aksoy

Kemençe

Açık Radyo’nun Pozitif’le birlikte düzenlediği iki müzik şenliği unutulmayacak birer sanat ve kültür olayıydı. (Bkz; Şenlik) Resmî, yarı resmî, resmî görünmeyip de aslında resmî olan yahut resmî görüşten kopamayan kuruluşların düzenleyemeyeceği şenliklerdi bunlar. Çok belirgin bir özelliği vardı bu iki şenliğin de: Türkiye’nin musiki mozaiğini yansıtmış olmak… Bu mozaik lafı tabir-i âmiyaneden oldu artık. “Ne mozaiği lan…” diyen kafaya karşı çıkan pek çok açık fikirli kişi bulabilirsiniz yanınızda yörenizde, ama o mozaiği halka sunmayı iş edinip gerçekten de sunacak birilerini ararsanız çok az kişi ve kuruluş bulursunuz yanınızda. Bu iş hâlâ bir cesaret işidir. Açık Radyo “kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine açık” bir radyo olarak işte bunu başardı. Özetlersem, o iki şenlik bu ülkede düzenlenen en gayriresmî kültür şenlikleriydi.

O iki şenlikte bu ülkeye has birçok kültür değerini, her biri ayrı bir tat veren bir yurt güzelliğini tatma zevkiyle tanıdık. Ama bunlardan biri, o şenliklerdeki konserleri dinleyenler üzerinde, öyle inanıyorum ki, silinmez bir iz bırakmıştır: Karadenizli Rumların kemençe ve horon ziyafeti ….

1998’deki ikinci şenliği hatırlayalım. Şenlik başlamadan önce, Yunanistan’dan gelecek Karadeniz Rumlarının da bir konser vereceklerini şenliği düzenleyen görevlilerden öğrendiğimde hemen heyecanlanmış, bir beklentiye girmiştim. Konserden önce öğrendiklerim gerçekten de heyecan vericiydi… Türkiye ile Yunanistan arasındaki nüfus mübadelesiyle 1924’te Yunanistan’a gönderilen Karadenizli Rumlar yerel kültürlerini yaşatabilmek için orada kemençe-horon okulları kurmuşlar, bu geleneği günümüze kadar getirmeyi başarmışlardı… Bir kültürün kendi yerel mekânından koptuktan sonra da inatla yaşatılması ne kadar duygulandırıcı bir şeydi…

Karadenizli Rum ve Türk İcracılar Sahnede Yan Yana

6 Aralık 1998 Pazar günü saat 19.30’da Harbiye Askerî Müzesi’nin konser salonundayız. Karadenizli Rum ve Türk icracılar sahnede yan yanalar. İlgi büyük, salon hınca hınç dolu, oturacak yer kalmamış, çok sayıda dinleyici ayakta. Konser başlıyor. İlkin Kostas Siamidis, Vasileiadis Ahilleas, Kourtidis Yiannis adlı Rum icracılar çalıp söylüyorlar. Başka sazlar için de söylenebilecek bir şey kemençe için belki daha çok geçerlidir: İyi değil, çok iyi çalınması gerekir Karadeniz kemençesinin. Acemi bir çalgıcının elinde teneke sesine benzer sesler çıkaran, çekilmez bir saz olup çıkar. Ama bu kemençe bir başkaydı… Daha ilk nağmelerde dikkat kesilmişti herkes. O ne güzel çalıştı öyle! Âdeta insanın içine işliyordu bu Rumun çaldığı kemençe!.. Sadece kemençenin yayı değil, söyleyenin yanık sesi de herkesi bir anda sarmıştı. Ezgileri söyleyen genç Rum icracının mükemmel bir sesi olduğunu söylemek yeterli olmaz. Yürekten geliyordu sesi… Öyle bir ses rengi vardı ki, gönül telini titretiyordu insanın. Güzel musiki “güzel işte…” denip geçilemeyecek bir musikidir, insanda açıklanması zor duygular, acayip heyecanlar uyandırır. Halk musikilerinin ve geleneksel musiki türlerinin güzel örnekleri de “güzel işte…” denemeyecek ezgilerdir. Özellikle o geleneklerin içinde yaşayanların zihinlerinde zengin çağrışımlar uyandırır, yöreye has tarihî hatıraları da canlandırır. İşte o kemençe ile o insan sesi, o akşam sadece güzel ezgiler sunmamış, sahnede yer alan Rumlarla Türklerin bir arada yaşadıkları bir geçmişe bir anda çekmişti dinleyenleri.

O konserde Rumlarla Türkler sırayla söylediler ezgilerini. Karadenizli Türk icracılar da hoş görsünler ama Rumlar Türklerden çok daha ustaydı. Gurbette yaşamanın hüznüyle olsa gerek, Karadenizli Rumlar Yunanistan’da kemençenin, horonun konservatuvarını kurmuşlar, folklorlarını sanat seviyesine çıkarmışlardı.

İki Ayrı Dil Ama Aynı Ezgi

Konserin doruğu, son bölümde Karadenizli Rumlarla, Karadenizli Türklerin birlikte çalıp söyledikleri bölümdü. Aynı Karadeniz ezgileri iki ayrı dilden çalınıp söylendi bu bölümde. Ama ne oldu? Salondaki dinleyiciler ezgi sözlerinin iki ayrı dilde olduğunu fark etmediler bile! İki dildeki sözleri silip süpürdü ezgi, söz havaya karıştı, uçup gitti; salonda sadece ezginin kendisi kaldı. İki ayrı dil ama aynı ezgi… Ezginin gücünü bundan iyi gösterebilecek bir örnek olabilir mi?

Bu konser bir gerçeği daha yakından gösterdi bize. Folklor ulus-devletlerin ulusal kültürlerini kurma programlarında önemli bir yer edinmiş, ülkelerin ‘ulusal’ kültürlerinin ayrılmaz bir parçası hâline getirilmiştir. Oysa folklor, halk kültürü, ulusal olmaktan çok ‘yerel’dir, ülkenin belli bir yöresine hastır. Bizim gibi çeşitli halk kültürlerinin yaşadığı ülkelerde bu gerçek daha bir göz önündedir. Peki şu dinlediğimiz ezgiler Türk ezgileri midir, Rum ezgileri midir? İkisi de değil elbette. O ezgiler belli bir tarih ile belli bir coğrafyanın malıdır çünkü. Türk ve Yunan ulus devletlerinin kurulmasından çok önce vardı bu musiki. Tarihi kim bilir kaç yüzyıla dayanır? Bülent Aksoy .

Paylaş:

Önceki Yazı

Kazım Koyuncu

Açık Dergi
Hopa’da 1972 yılında doğdu. Müziğe ortaokul birinci sınıfta mandolin çalarak başlamıştı. İstanbul’a üniversite eğitimi için geldikten sonra müzikle yoğun olarak…
Devamını Oku

Sonraki Yazı

Kenti Öldürmek

Emre Zeytinoğlu
Cansız varlıklara ‘can’ yakıştırmak, insanların genel eğilimi. Mitolojik öykülerden, farklı koşullarda modern toplumlara sıçrayan bir alışkanlık bu. Yani metropol insanının,…
Devamını Oku

İlgili İçerikler

Kartpostal

Nuh Köklü
Çimenler üzerinde yan yana poz vermiş bir çiftin, binaları, bilinmesi gereken özellikleriyle bir yerin, en fiyakalı, en iç gıcıklayıcı duruşlarıyla…
Devamını Oku

Oyun

Emre Zeytinoğlu
ciddi bir iştir. Yani Freud’un dediği gibi, “oyunun zıddı olan şey ciddilik değildir.” Gerçek dışı bir şey de değildir; üstelik…
Devamını Oku

Günümüzün Irkçılığı

Halil Turhanlı, Ömer Madra
Irkçılık aslında hiçbir zaman tek başına anlam ifade etmiyor, etkisi de olmuyor. Ancak milliyetçilik, halkçılık, etnik ve cinsiyet ayrımcılığı gibi…
Devamını Oku

Güven Nil

Alper Kaliber
(1944 – 2001) Güven Nil ile 1961 yılında bir yolculuk sırasında tanıştık. O Avusturya Lisesi’nde öğrenciydi, ben Robert Lisesi’nde. Birer…
Devamını Oku