Hopa’da 1972 yılında doğdu. Müziğe ortaokul birinci sınıfta mandolin çalarak başlamıştı. İstanbul’a üniversite eğitimi için geldikten sonra müzikle yoğun olarak uğraşmayı sürdürdü ve 1992’de profesyonel müzik yaşamına geçti. Türkiye’nin ilk laz-rock grubu olan Zuğaşi Berepe’yi (Denizin Çocukları) kuran Koyuncu bu grupla 1995’ta Va Mişkunan (Bilmiyoruz), 1998’de İgsaz (Gidiyor) isimli albümleri yaptı. 1998’in sonunda Zuğaşi Berepe’nin dağılmasının ardından tek başına müziğe devam etti ve Salkım Söğüt isimli projelerin ikincisinde üç şarkıyla yer aldı. 2001 yılında ilk solo albümü Viya’yı çıkardı, ikinci solo albümü Hayde’yi Nisan 2004’te çıkaran Kazım Koyuncu altı ay süren nafile bir tedavi sürecinin ardından 25 Haziran 2005’te öldü.
Türkiye’de Rock’ta Yeni Bir Arayış
“Kazım Koyuncu Türkiye’de rockta yeni bir arayışı simgeledi. Zuğaşi Berepe kendi etnik, yerel dilini kullanarak müzik yapan bir gruptu ve önemli işler yaptı. Bu müziğin yapıldığı zaman dilimi, bu tür arayışların, devletten, yukarıdan devamlı baskı gördüğü bir dönemdi, Yani düzeyli etnik arayışların bir anlamda önü kesiliyordu. Bu anlamda bir özgürleşme ancak 2000’lerden sonra yaşanmaya başladı. Koyuncu ve grubu da bu özgürlükçü arayışı simgeliyordu.
Müzikal serüvenin noktalanması da müziğinin gelişimi açısından da son derece üzücü oldu. Çünkü 10-15 yıldır Türkiye’de öyle bir süreç yaşanıyor ki, bütün müzikler kendi alanlarında gitgide poplaşıyor. Hemen hemen bütün türler için geçerli bu. Buna alternatif arayışlar peşinde koşan çok az isim var. Kazım Koyuncu da bunlardan biriydi; her zaman müzikal arayış içinde olan bir sanatçıydı ve bu anlamda birçok deneyim yaşadı.
Viya adlı ilk solo albümü bir çıkış noktası ve Koyuncu’nun bir solo müzisyen olarak ortaya çıkışının işaretiydi. Deneysel karakterli; Laz müziğinin kaynaklarından yararlanıp bunu zedelemeden, poplaştırmadan yapmayı beceren bir albümdü bu. Kazım Koyuncu bunu yaparken etnik kaynakları baz alsa da, çağın ve günümüzün duyarlılığından hep esinlendi. Ama popun standart kalıplarına hiçbir zaman uymadı, buna eklemlenmedi. Hayde adlı albüm de aynı serüvenin bir devamıydı.
Kazım Koyuncu alışılmış çizginin dışında bir arayışı simgelediği için hakikaten çok umut verici bir isimdi; çoğu insanın da onunla ilgili büyük beklentileri vardı. Genç yaştaki ölümü herkesi fazlasıyla üzdü.”1
Orhan Kahyaoğlu
Koyuncu, vefatından iki ay önce tedavi görmekte olduğu Amerikan Hastanesi’nde düzenlenen ‘Çernobil’in Etkileri ve Hasta Hakları’ konulu panelde kanserle mücadelesini şöyle anlatmıştı: “Duyarlı bir sanatçı olarak dertleri hissediyordum, kanser de oldum artık. Ben kanserden çok korkan bir insandım; kanserim ve korkmuyorum. Sadece beni sevenleri ve özgürlüğümü düşünüyorum. Ölüm küçük bir şey ama hastalık sizin özgürlüğünüzü sınırlıyor”. 7 yakınını kanser sebebiyle kaybeden ve babası da kanser olan Koyuncu, Karadeniz bölgesinde kanserin sık görülmesini Çernobil faciasına bağlıyordu. Bununla ilgili olarak verdiği bir mülakatta: “Neredeyse her ailede bir kanser vakası var ve bu tesadüf değil” demişti. “Adamlar pişkin pişkin çıkıp çay içti karşımızda. Bunu yapan ya geri zekâlıdır ya da çıkar gruplarına hizmet ediyordur.

Eğer bu insanlar karşımızda çay içeceklerine erken teşhis için birtakım çalışmalar yapsalardı sonuç daha farklı olurdu. Şimdi bunlar cinayet değil mi? Buna karşı önlem almamak, o çok korktukları terörden daha kötü değil mi?”
Açık Dergi
Yt; 29 Haziran 2005.
- Pr; Açık Dergi, Yt; 29 Haziran 2005.