18 Ağustos 1969 Pazartesi günü sabaha karşı Hendrix sahneden indiği zaman, neredeyse ikiyüz bin kişilik izleyici kitlesinin yorgunluktan büyük bir tezahürat gösterecek hali kalmamıştı.
Oysa aynı kalabalık daha 12 saat önce çok daha büyüktü. Yarım milyon rengârenk genç 3 gündür New York yakınlarındaki Max Yasgur’un çiftlik alanında ünlü Woodstock Festivalini izlemekteydi. Jimi Hendrix, şenliğin son akşamı sahneye çıkacak ‘assolist’ olarak düşünülmüştü. Ancak zaman zaman ortaya çıkan kötü hava şartları zamanlamanın sarkmasına neden olmuş, Hendrix festivalin resmen bittiği saatlerden çok daha sonra sahneye çıkabilmişti ancak. Son kalan ‘çiçek çocukları’ yavaş yavaş eşyalarını toplarken, Hendrix’in gitarından çıkan blues tonlamalı doğaçlaması, Amerikan Ulusal Marşı ‘The Star Spangled Banner’i ölümsüzleştiriyordu.
Bundan üç yıl öncesine kadar Hendrix New York’da bir takım lokallerde iş bulabiliyorsa çalabiliyor, çoğunlukla da yaptığı müzik karmaşık ve gürültülü olduğu gerekçesiyle geri çevriliyordu. Birkaç önemsiz plak yapmış, birkaç da önemsiz grup kurmuştu. 1966’da New York’da yavaş yavaş sesini duyurmaya başlamıştı.
Okyanusun Diğer Yanı
Ancak Londra’da durum biraz daha farklıydı. Avrupa’da rock müzik hızlı yaşayan gençler için yeniliğin lokomotifiydi. ‘Beatlemania’ almış yürüyor, Rolling Stones konserlerinde saçını başını yolan genç kızlar görülüyordu. Bir yandan da o zamana kadar siyah Amerika’nın müziği olarak bilinen blues Londra kulüplerinde gitgide sesini duyurmaya başlıyordu. John Mayall, Jeff Beck gibi sanatçılar Britanya’nın beyaz blues sesini oluşturuyor, duvarlarda ‘Clapton Tanrıdır’ yazıları görülüyordu.
Eylül 1966, şansını Londra’da dememek isteyen Hendrix için bir dönüm noktası oldu. Animals grubunun eski basçısı olan ve yıldız ajanlığına soyunan Chas Chandler’la birlikte Londra’ya iner inmez, şehrin müzik dünyasına daldı.
1 Ekim 1966 tarihinde Londra’nın taze blues dünyası ilk şokunu yaşadı. Eric Clapton, Ginger Baker ve Jack Bruce’dan oluşan Cream grubu Londra Polytechnic’de gencecik bir kitleye daha ilk konserini verecekken Chandler’in ricasıyla Hendrix’i sahneye çıkardılar. Eric Clapton yıllar sonra bu konseri anlatırken Hendrix için “tamamen şovumuzu çaldı” diyecekti. “Gitarı dişleriyle çaldı, kafasının arkasında çaldı… Herşeyi yaptı… inanılmazdı!”. Clapton ve Hendrix yıllar boyu çok iyi dost olarak kaldılar.

Gitar Kazasından Sahne Ritüeline
Üç ay kadar kısa bir süre içinde, davulcu Mitch Michell ve eski gitarcı, yeni bascı Noel Redding’in biraraya gelmesiyle The Jimi Hendrix Experience oluştu. Londra lokallerinde hemen adı duyuldu grubun. Ardından Avrupa turnesine çıktılar ve bu defa da ‘Hendrixmania’ aldı yürüdü. İlk albümleri Are You Experienced Mayıs 1967’de çıktığı zaman ‘Hey Joe’ zaten herkesin dilindeydi. Avrupa konserlerinden birinde Hendrix’in kazayla gitarını kırması seyirciler tarafından yanlış da anlaşılınca, ‘gitar kırma ritüeli’ konserlerinin ayrılmaz bir parçası oldu ve önce Avrupa sonra Amerika’da Hendrix’in ününe ün kattı.
Hendrix iki yıl içinde Experience ile iki albüm daha çıkardı. Axis: Bold As Love ve Electric Ladyland. Electric Ladyland yayınlandığı zaman ekipte kimsenin neredeyse birbirini görmeye tahammülü kalmamıştı. Son derece kaprisli ve mükemmeliyetçi bir sanatçı olan Hendrix’e ne müzisyen dayanıyordu, ne de organizatör… Ömrünün kalan iki yılında bir iki grup kurma denemesinde daha bulunsa da Hendrix hep yalnız dolaşan bir kediydi ve hep öyle kaldı. Jimi Hendrix 18 Eylül 1970’de 28 yaşındayken, aldığı içki ve uyuşturucunun etkisiyle geçirdiği krizde kendi kusmuğunda boğularak öldü.
Hendrix’in erken ölümüyle müziğin bir başka kilometre taşı, Miles Davis’le birlikte gerçekleştirecekleri albüm projesi de yarım kaldı. Fusion-jazz’ın yaratıcısı Miles Davis ve rock dünyasının ikonu Hendrix’in bir arada yapacakları bu çalışma, yüksek ihtimalle progresif müziğin yatağını değiştirme gücüne sahip bir albümle sonuçlanabilirdi.
Hendrix 60’lı yılların ve hippie hareketinin önemli sembollerinden biriydi. Şüphesiz ki doğru zamanda, doğru yerde yaşamış ve ölmüş olması da efsaneleşmesine katkıda bulunmuştu. Bir Afro-Amerikalı olarak farklı fiziği, kendine özgü stili ve kıyafetleriyle, zamanının progresif beyaz blues-rock’çularının yanında farklı bir yerde durdu. Hepsinden önemlisi, yeteneği ve yaratıcılığı ile elektrikli gitara sınıf atlatan kişi olarak müzik tarihinde yerini aldı. Bugün Hendrix’in klasikleşmiş parçaları hâlâ referans olarak kabul ediliyor ve neredeyse her dalda en önemli müzisyenler tarafından yorumlanıyor.
Jimi Hendrix doğduğu şehir olan Seattle’da Greenwood Memorial Park’da yatıyor. Mezar taşında bir Stratocaster gitar resmi var. Son not: Jimi Hendrix, solaktı…
Faruk Eczacıbaşı