23 Mayıs 2005
Ali Bilge ile söyleşiden

İncirlik

2. Dünya Savaşı sonrasında Amerika ile Türkiye arasında yakınlaşma bir imza ile  başladı. 12 Temmuz 1947’de, Truman doktrini çerçevesinde Türkiye ile Amerika arasında ekonomik ve askerî yardım anlaşması düzenlendi. Yardım anlaşması ile birlikte bütün bu üsler ve tesislere ilişkin koridorumuz açılmış oldu. Anlaşma sonrasında ise NATO’nun kuruluşuna tanık olduk. Ama NATO’nun ilk yıllarında Türkiye’nin adı geçmiyordu.Hatta 1950 yılında Türkiye’nin NATO’ya üyelik girişimi de iki kez reddedildi. Daha sonra malûm, Kore’ye asker gönderme mevzuundan ve özellikle Sovyetler Birliği’nin atom bombasına, hidrojen bombasına sahip olduğunu duyurmasından sonra, Amerikalılar 1951’de Yunanistan’la birlikte Türkiye’nin NATO’ya alınması için öneride bulundular.

1952 yılında Türkiye NATO’ya üye oldu. Üye olmasıyla birlikte NATO’nun diğer ülkelerle yaptığı ikili anlaşmaları da, diğer NATO sözleşmelerini de kabul etmek durumuyla karşı karşıya kaldı. Ancak Amerika ile 1947’de yapılmış olan ekonomik ve askerî yardımlara ilişkin bir anlaşmaya göre NATO’ya girdikten sonra NATO’nun tüm yükümlülüklerini yükleniyordunuz. İki tane ortak güvenlik anlaşması ve NATO Kuvvetler Sözleşmesi’ne dayanarak, ABD’nin Türkiye topraklarında askerî tesisler ve üsler kurması, askerî personel bulundurması kabul edildi.

İncirlik’ten kalkan bir F-16 savaş uçağı.

Bunun onayı aslında parlamentoda, 1954 yılında  yapıldı. Türkiye NATO’ya 1952 yılında girdi, ancak İncirlik Üssü inşaatı 1951 yılında başlamıştı. Türkiye NATO’ya girecek diye varsayılıyordu. Ama aslında NATO ile ilgisi yoktu bunun, ikili bir anlaşma söz konusuydu. Daha önce 1947 anlaşması ile başlayan bir süreçti bu. Daha sonra NATO’nun esas olarak ABD demek olduğu zaman içerisinde çok iyi bir şekilde anlaşıldı. İki ülke arasında yapılan askerî tesisler anlaşması çerçeveyi oluşturuyordu. NATO anlaşmasına taraf olduktan sonra Türkiye, topraklarında kurulacak askerî tesislerin durumuna ilişkin bir düzenleme yaptı. Bu düzenleme de 1954 yılında imzalandı. Yani onay daha ileri tarihlerde  gerçekleşti ama üslere yönelik hareket daha öncelerine dayanıyordu.  İncirlik’in öyküsü işte bu şekilde başladı.

“İkili Anlaşmaların İçyüzü”

Bu konuda en iyi çalışmalardan bir tanesi,  eski Milli Birlik Grubu senatörlerinden Haydar Tunçkanat’ın. Tunçkanat, 60’ların sonlarında, 70’li yılların başında İkili Anlaşmaların İçyüzü isimli bir kitap yazmış. O dönemlerde epey popüler. Çünkü başından itibaren günümüze kadar bu anlaşmaların büyük bir bölümü, özellikle de 1969’a kadar ikili anlaşmaların neredeyse tamamı gizli yapılıyordu. Ekleri bilinmiyor, ne kadar anlaşma yapıldığı da açıkçası bir muamma. Bu konuda, ikili anlaşmalara ilişkin olarak, 1966 yılında Süleyman Demirel’in başbakan iken, olağanüstü baskılar neticesinde yaptığı bir açıklama  var. Demirel, 1952-64 dönemine ilişkin ABD ile 54 adet ikili anlaşma yapıldığını açıklamak zorunda kalmıştı. Ama o zaman bazı askerî yetkililerin açıklamalarına göre bu sayı 91’di. Demirel’in 1966 yılında yaptığı açıklamaya göre, ABD ile Türkiye arasında 1950 öncesinde 3 tane, 1950-60 döneminde 31, 1960-65 döneminde 20 tane ikili anlaşma yapılmış.

Bu anlaşmaların neden bu kadar çok olduğu ve onaylarının neden TBMM’de gerçekleşmediği sürekli tartışılıyor. Bunlar teknik anlaşmalar sınıfına sokuluyor!  Genellikle bütün askerî anlaşmaların adı her nedense teknik anlaşma. Örneğin nükleer başlıklı bir bomba meselesi varsa, bu hemen teknik anlaşma niteliğine sokuluyor ve gizli kalıyor. Bunlar hiçbir zaman kamuoyuna açık olmadığı gibi Meclis tarafından onaylanması da söz konusu değil, ya da anlaşmaların eklerini ve tutanaklarını göremiyoruz. Bu tür anlaşmaların pek çoğunun gizliliği şöyle gerçekleşiyor; zaman zaman ana anlaşma diye metin açıklanıyor, ancak teknik anlaşma kapsamında olanlar ve ekler Meclis’te dahi açıklanmıyor, o günkü ihtiyaca uygun olarak düzenlenen ekler anlaşmaya ekleniyor ve açıklanmıyor.

1960’lı yıllarda, özellikle 1961-69 döneminde parlamentoda bu mesele çok şiddetli bir şekilde gündeme getirildi. Ayrıca o zamanlar kamuoyu bugüne göre daha duyarlıydı. Örneğin Çetin Altan, Meclis’te bu konuyla ilgili ilk konuşmasını yapmış, “35 milyon metrekare Amerikan arazisi var, buraya NATO üssü deniliyor ama Amerika Savunma Bakanlığı’na bağlıdır” demişti. Tutanaklara göre Milli Savunma Bakanı Topaloğlu bunun üzerine hamlede bulundu ve iddiayı yalanladı. Daha sonra ortaya çıktı ki, Milli Savunma Bakanı’nın söz konusu anlaşmalardan haberi bile yokmuş! Onu yakından ilgilendirmiyor konu tabii. Hiç alanı değil!

Yargılama Yetkisi

1969’a kadar bu anlaşmaların ne içerikleri, ne sayısı, neden yapıldığı, nasıl yapıldığı, neleri kapsadığına ilişkin bilgiler açık bir şekilde görülmedi. Ondan sonraki süreçte de  gizliliğin devam etmesine karşın, kontrol altına alınmasına dönük ataklar yapıldı. En önemli hususlardan biri de şu ki, Türk yetkililerin yapılan askerî yardımlara ve tesislerin yönetimine ilişkin herhangi bir denetim ve müdahale alanı yoktu. 1947’den 1970’e kadar  bunlara inanılmaz vergi kolaylıkları sağlandı. Gümrük vergisi ya da tesislere yapılan ithalattan vergi alınmıyordu. Ayrıca yargılama yetkisi Türk makamlarına ait değildi. Bu üslerde çalışan askerî personelle ilgili yargılama yetkisi de yoktu, Amerikalı komutanın iradesine bağlı bir durum söz konusuydu ki bu da uzun süre sorunlara sebep oldu. Kendi ‘post office’lerini kullanıyorlar, kendi ‘px’ pazarlarını kullanıyorlardı ve tabii bu da bir ikinci el piyasa yaratıyordu. Hepimiz hatırlarız, üslerin bulunduğu şehirlerde Amerikan pazarları oluşmuştu. Gümrüksüz gelen malların ABD askerî personeli tarafından Türklere satılmasından doğan pazarlardı bunlar. Bunun gibi ayrıcalıklar 1960’ların sonlarına kadar devam etti.

En büyük üs İncirlik idi. 1958’de Lübnan’a buradan müdahale edildi. Amerikan uçakları İncirlik’ten kalkıyor, vuruyordu. Bizimkilerin ise hiçbir yetkisi ve müdahalesi yoktu. Ayrıca iki önemli olay da yaşandı. Birincisi Jüpiter füzeleri, ikincisi de U2 casus uçakları. Ancak zaman içinde Türkiye, 1967 Arap-İsrail savaşında, 1970 Ürdün olaylarında, 1969’da yine Lübnan olaylarında, 1973 Arap-İsrail savaşında ve 1980’de İran’da üslerin daha önceki gibi kullanımına izin vermedi. Alan dışı müdahaleye önemli ölçüde sınırlama getirmeye çalıştı. Yani Türkiye bu anlamda yapılacak bir kullanımı reddetti. Oysa ABD o güne kadar üsleri hiçbir kısıtlama olmaksızın kullanabiliyordu.

İncirlik ve diğer üslerin kullanımına ilişkin olarak 3 Temmuz 1969’da bir ortak savunma işbirliği anlaşması yapıldı, temel bir metin düzenlendi. Bu anlaşma metni TBMM’de gizli oturumlarda açıklandı. Türkiye’nin rızası olmadan başka bir ülkeye müdahale yapılmayacağı, tesislerin mülkiyetinin Türkiye’ye ait olacağı, denetleme yetkisinin Türkiye’ye ait olacağı gibi bir takım hususlarda Türkiye lehine iyileştirmeler yapıldı. Bu durum 1975 yılındaki ambargoya kadar devam etti. Hem afyon ekimi yasağının kaldırılması, hem de 1974 yılında yapılan Kıbrıs askerî harekâtı sonucunda malûm askerî ambargo geldi. Ambargo ile birlikte Türkiye, savunma işbirliği anlaşması ve üslerle ilgili  hukuki durumun geçerliğini yitirdiğini beyan etti. Sadece NATO amaçlı iki üste belli bir sayıda asker bulundurulmasına izin vererek diğer tüm anlaşma hükümlerini iptal etti. 1969’da yapılan düzenlemeyle, en azından 1947 sonrası durum biraz daha netleşmiş oldu. Sayısı bile bilinmeyen anlaşmalar, yükümlülükler bir metin altında toplandı ve Türkiye’nin eli biraz daha kuvvetlendi. Bu vaziyet, 1991 yılına, Körfez Savaşı’na kadar devam etti. Körfez Savaşı ile birlikte Türkiye müttefik koalisyon güçlerine bütün imkânlarını sundu.

Sonuçta geldiğimiz noktada İncirlik Üssü, Amerikan üsleri içerisinde dünyada en önemlilerinden bir tanesi. Bu konunun en önemli uzmanlarından tarihçi Chalmers Johnson’ın verdiği bilgilere göre, Amerika’nın dünyada 100 küsur ülkede 450’ye yakın üssü var.

Örümcek Adam İncirlik üssü kantin görevlileriyle birlikte, 25 Ağustos 2007.

Bunlar resmi rakamlar. Bir de Japonya’da Okinawa’daki 50 bin kişilik üssü var. Zaman zaman oradaki Amerikan askerlerinin ve subaylarının karıştıkları trafik kazaları, ırza geçme, vb. olayları gündeme gelmekteydi.

Aksiyon filmlerinin meşhur aktörü Chuck Norris’in İncirlik ziyareti, 18 Eylül 2007.

 

 

 

 

Aynı şekilde Türkiye’de de benzeri vakalar yaşandı. ABD askerî personelinin işlediği kazalar, cinayetler, suçlar karşısında onların yargılanma prosedürüne ilişkin bir yığın sorun yaşandı. Örneğin 50’lerin sonunda Yarbay Morrison olayı kamuoyunun hafızalarında iz bırakan olaylardan bir tanesiydi. Yarbay Morrison arabası ile sarhoş bir şekilde 2 kişiyi öldürdü, 11 kişiyi yaraladı ve sonra da ülkesine gönderildi. Bu ve benzeri olaylardan dolayı 1960-70’lerde, ABD üslerine ve Amerikalı  personele karşı kamuoyunda ciddi bir direniş yükseldi. Bugün göremediğimiz düzeyde bir duyarlılık söz konusuydu. Aynı dönemde Vietnam Savaşı nedeniyle de, dünyada ABD karşıtlığı yükseliyordu.

Gizlilik Üzerine Oluşan Bir Tarih

Buradan çıkan iki şey var. Birincisi, üsler ve Amerika ile yapılan askerî anlaşmalar üzerinde hep bir gizlilik, gizlilik üzerine oluşan bir tarih sözkonusu… Türk yöneticilerinin bu gizliliği olabildiğince korumaya gayret ettikleri görülüyor. Bu anlaşmaların üzerinden gizlilik ve koruma kalktığında, 1947’lerden bugünlere Türkiye’yi yöneten siyasal ve bürokratik iktidarların aynaya nasıl bakacakları ise merak konusu. Bu belgeler gizli, tutanaklar, ekler tam olarak bilinmiyor. Bugüne kadar ortaya koyulanlar da yeterli değil. Amerikan gizli belgeleri üzerinde 40-50 yıllık bir koruma var ama Amerikalı yetkililerin bu süreci yaşayan Türk politikacı ve bürokratların hâlâ hayatta olması gerekçesiyle bunları yayınlamadıklarına dair bir takım söylentiler de söz konusu. Bu üslerin kurulmasına ve kullanımına ilişkin olarak yapılan anlaşmalar, anlaşmaların içeriğine yönelik olarak yapılan görüşme tutanakları ve tüm bu gizli belgeler üzerindeki ambargolar kalktığı zaman, yakın tarihimizde rol alan siyasal ve bürokratik kadroların ülkelerine neler yaptığı, tüm bu gizliliğin ne anlama geldiği daha açık bir şekilde anlaşılacak; oynanan oyunlar, ihanetler ve ‘bedhahlıklar’ ortaya çıkacaktır.

İkinci konu da şu ki, İncirlik Üssü ve diğer üslerin yapılışı, imarı, belli kesimleri de zengin etmişti. NATO ve Amerikan üsleri günümüzün ünlü ve büyük pek çok müteahhit şirketine başlangıç sermaye birikimi sağlamıştı. Helali hoş olsun ama sadece açıklansın, yoksa bir diyecek yok. Hem Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre sadece Amerikalılar değil, Koreliler, Macarlar da kullanıyorlarmış İncirlik Üssü’nü. ABD’nin yanında sembolik asker gönderenler de kullanıyormuş. Sonra bir de, nükleer başlıklı silah meseleleri var. İncirlik’te 90 tane nükleer başlık bulunduğunu iddia etti Greenpeace. Bu daha önce pek çok yayında da yer alan bir husus, 90 civarında olduğu çeşitli Amerikan kaynaklarına dayanarak zaten ortaya konmuş durumda. Ve bilindiği üzere İncirlik Adana’ya 10 km uzaklıkta. Adana o zaman daha küçük bir kentti, şimdi üs şehrin içinde, buradaki askerî faaliyetlerin oradaki tarımsal araziyi ve hayvancılığı da etkilediği tespit edildi. İnsanlar üzerindeki etkisi ayrı… İncirlik hayli eski bir öykü ve İncirlik tarihi çok  önemli.

Ali Bilge ile söyleşiden 

Pr; Açık Gazete

Yt; 23 Mayıs 2005.

Paylaş:

Önceki Yazı

İlhan Koman

Sadi Öziş ile söyleşiden
akademide birlikte olduğumuz zamandan itibaren, uzun yıllar boyu, hayatımızın beraber geçtiği kardeşim, ortağım… Birlikte çalışmamızın bütün semerelerini, ortak yanlarımızı, bunları…
Devamını Oku

Sonraki Yazı

İnsan Zekâsı

Zeynep Damar
İnsan Zekâsı, Dünya nereye gidiyor? Acaba tek yönde mi gidiyor? Bence değil, sorun da zaten oraya buraya çekiştirilip farklı yönlere…
Devamını Oku

İlgili İçerikler

Flâneur

Ayfer Tunç ile söyleşiden
Sait Faik benim belki de Türk edebiyatının en büyük ‘flâneur’ü. Flanör kavramını belki biraz açmak lazım. Walter Benjamin’in hediye ettiği,…
Devamını Oku

Oğuz Atay

Ömer Madra
(1934-1977) Romancı, hikâyeci; oyun, günlük ve biyografi yazarı. Oldukça kısa ömrünün, biri de ağır bir hastalıkla boğuşarak geçen son yedi…
Devamını Oku

Tanya Reinhart

Ömer Madra
  İsrailli dilbilimci, edebiyat ve felsefe hocası, yazar ve aktivist (1943-2007). İsrail-Filistin sorunu üzerine yazdığı kitapların1 yanı sıra, İsrail’in Yediot…
Devamını Oku