ahlaki ve siyasal bir ilkedir. Şunu söyler: Bir eylem ya da siyasanın, halka ağır veya geri döndürülmez zarar vermesi olasılığı varsa, bundan zarar doğmayacağı konusunda bilimsel bir mutabakat olmadığı sürece burada ispat yükümlülüğü, söz konusu eylem ya da siyasanın uygulanmasını savunanlara düşer.
Bu ilke en çok çevre ve insan sağlığı üzerindeki insan etkileri bağlamında uygulanır; çünkü her ikisinde de, eylemlerin sonuçlarının önceden kestirilmesinin güç olduğu karmaşık sistemler sözkonusudur.
Çevre siyasetlerine uygulandığı haliyle ihtiyat ilkesi şunu öngörür: Radyasyon ya da toksinlerin yayılması, ormansızlaştırma, nüfus patlaması gibi durumlarda ispat yükümlülüğü, bu politikaları savunanlara düşer.
Kavram, doğal sistemlerin bütünselliğinin korunmasında etik sorumluluğu ve insan kavrayışının yanılabilirliğini içerir. Tanımı gereği, ihtiyat (ya da basiret) ilkesi, sonuçların meydana gelme olasılığı değil, sonuçların büyüklüğü üzerine odaklanır.
İhtiyat ilkesi en çok şu aşağıdaki olasılıkların bulunduğu hallerde uygulanmalıdır: Küresel ısınma ya da âni iklim değişikliği; türlerin neslinin tükenmesi; biyolojik çeşitliliği tehdit eden yeni ve potansiyel olarak tehlike arzeden ürünlerin (örneğin, genetik bakımdan değiştirilmiş organizmaların) çevreye sokulması, kalıcı ya da akut kirleticiler (asbest, endokrin bozucu madde ve bileşikler), besin güvenliği (deli dana, kuş gribi vb.), biyolojik güvenilirlikle ilgili başka yeni konular (yapay hayat, yeni moleküller).
İlkeye karşı olanlar bunun uygulanma zorluklarına, pratik olmamasına işaret etmektedirler. Çünkü, teknolojinin her uygulaması, belli ölçüde negatif sonuçlar çıkması riskini beraberinde getirecektir. Kâr motifinin ve en kıse vadede optimal sonuç alma saikinin diğer kaygılara üstün geldiğini günümüz pragmatik toplumunda ihtiyat ilkesi kendisine yaygın bir uygulama alanı bulamamaktadır. Der; Zeynep Damar .