28 Kasım 2003
Halil Turhanlı, Ömer Madra

Hacktivizm

Zapatistalar son derece ilkel koşullarda cangılın içerisinde yaşıyorlardı. Mücadelelerini de orada başlattılar. Buna karşın en son teknolojik gelişmelerden ve de bilgisayar teknolojisinden yararlanıyorlardı ve teknolojinin bu potansiyelini oldukça erken  keşfetmişlerdi. Bundan ötürü de Zapatistalar’ın ‘büyülü gerçekçiliğin’ politikasını yaptıkları söyleniyor. Diğer bir deyişle Zapatistalar’ın, Márquez gibi yazarların Latin Amerika‘ya özgü gerçeküstücülük anlayışlarını politik alanda gerçekleştirdikleri… Bu özelliklerinden dolayı da bağımsızlık mücadelesi yürüten diğer gruplardan –Peru‘daki Aydınlık Yolu’ndan, El  Salvador’daki gruplardan ve hatta Sandinistalar’dan– farklı oldukları vurgulanıyor…

Chiapas ormanlarında bir Zapatista yerleşimi.

1994 yılbaşında NAFTA yürürlülüğe girdiğinde Zapatistalar neo-liberalizme karşı manifestolarını yayınlamışlardı. Ve bunu cengelden e-mail yoluyla gönderdiler Yani yılbaşından hemen birkaç dakika sonra, insanlar bilgisayarlarını açtıklarında az öne yürürlüğe giren anlaşmaya karşı Zapatista’ların itirazlarını, manifestolarını postalarında buldular. E-mail alan kişiler de başkalarına ilettikçe hareket havuza atılmış bir taşın dalgaları gibi büyüyor, genişliyordu. İnternetin bu şekilde kullanılması açısından oldukça erken bir tarihti bu. İnternetin ancak 1995 yılından itibaren zaten internet yaygın kullanıma girdiği düşünülürse, olağanüstü erken bir müdahaleydi denebilir. NAFTA’nın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren, onlar da buna karşı ataklarını gerçekleştirdiler. Fakat bu müdahaleler e-mail aktivizmi düzeyindeydi.

Aktivizmden ‘Hacktivizim’e…

Sanal âlem diyoruz ama internetten yararlanmak için yine elle tutulur ve gözle görülür bir altyapı gerekiyor. İnternetin ve bilgisayar teknolojisinin  getirdiği olanaklardan tam olarak yararlanabilmek için ise bu altyapı şart. Zapatistalar ise son derece ilkel koşullarda yaşıyorlardı, böylesi bir altyapıdan yoksunlardı. Dolayısıyla, e-mail yoluyla ulaştıkları kişiler, onlara destek sağlıyor ve böylece internette küçük küçük 100’den fazla Zapatista yanlısı (pro-Zapatista) noktalar, düğümler oluşuyordu. Yani internette siteler doğuyor ve bunlar giderek çoğalıyor, Zapatistalar’a büyük bir destek sağlanıyordu. 1997 yılında Meksika Hükümeti Zapatistalar’a ve yerlilere karşı büyük bir kıyıma girişti. Acteal kıyımı sırasında çok sayıda yerli hunharca öldürüldü. Zapatistalar’a destek veren ‘taktik medya’ e-mail göndermenin, e-mail almanın ‘net’ aktivizmi için çok etkili olamayacağını düşünüyordu. Burada, Zapatistalar’a destek açısından ‘aktivizim’den ‘hacktivizm’e bir geçiş yaşandı.

Bu tarihten sonra Zapatista yanlıları artık yerlilere yapılan kıyımı duyurmanın ötesinde, Meksika Hükümeti’nin bu kıyımla ilgili yanlış haberlerini bloke etmenin, medya manipülasyonlarına karşı da bir tedbir almanın zorunlu olduğunu düşünüyorlardı. Yapacakları tek şey de resmi siteleri ‘hacker aktivizmi’ ile çökertmek ya da haberleşmeleri bloke etmekti. Zapatistalar’a teknik yardım ve altyapı desteği sağlayanlar, bu işi çok çok iyi bilen insanlardı. Özellikle, 1994- 97 yıllarını kapsayan dönemde hacktivizm nasıl yapılır, net eylemciliği nasıl gerçekleştirilir, en etkili biçimde nasıl hayata aktarılabilir, bunun üzerinde bayağı çalışmış, kafa yormuş kişilerdi. Bir yandan yüksek teknoloji balonu büyürken, müthiş zenginlikler oluşur ve yeni şirketler ortaya çıkarken; bir yandan da bu hacktivizm aynı teknolojiyi sisteme karşı kullanmanın yollarını açıyordu. Sistem karşıtları sistemi kendi silahıyla vurmakta gitgide ustalaşıyorlardı.

Elektronik Sivil İtaatsizlik

Teknik ayrıntılarını bir yana bırakırsak, FloodNet adlı kendi web siteleri aracılığı ile Meksika Hükümeti‘nin resmi sitelerini bloke ediyorlardı. Javascript temelli bir araç olan FloodNet’ten yükleme yapılıyordu. Bir dakika içinde de birkaç yeniden yükleme gerçekleştiriliyordu. Her yeni yüklemede daha fazla sayıda insan, daha fazla Zapatista destekçisi eyleme katılıyordu.  FloodNet’te otomatik olarak çalışan bir sistem ile kullanıcının yeniden yükleme düğmesini  tıklamasına gerek kalmıyordu. Böylelikle, Meksika hükümetine ait iletişim kanallarını tıkıyorlardı. Yaptıkları bir tür sivil itaatsizlikti aslında; elektronik sivil itaatsizlik. Beri yandan şunu da söylüyorlardı: bu tür bir hacktivizm gerçek hayattaki eylemciliğin yerini almamalı, onunla bütünleşmeli. Bu nedenle, hacktivizm’i gerçekleştirirken, yani sanal alemde Meksika Hükümeti’nin sitelerini bloke ederken, aynı zamanda dünyanın pek çok yerinde Meksika konsoloslukları ve büyükelçiliklerinin önünde protesto gösterileri düzenliyorlardı. Sokaktaki gösterileri de sanal alem üzerinden, internet üzerinden koordine ediyorlardı. İnternetten yapılan duyurular elçiliklerin önündeki protesto gösterilerinin kalabalık olmasını da sağlıyordu. Bu da Zapatistalar’a önemli bir stratejik ve lojistik destek anlamına geliyordu. Bu destek orada da kalmıyor, daha geniş bir alana açılarak küresel adalet mücadelesine de katkı sağlıyordu. Yani, Chiapas ormanlarında başlayan ve ilk bakışta yerel sayılabilecek direniş küreselleşmekteydi. Chiapas ormanlarındaki bu mücadeleyi benzerlerinden farklı kılan da buydu belki de. Bir zamanlar Sandinistalar’ın yürüttüğü de dahil olmak üzere, diğer gerilla eylemlerinden çok farklıydı. Zapatistalar eylemlerini dijital dünyada, sanal âlemde de sürdürüyorlardı. Bu eylem tarzı ‘Dijital Zapatismo’ olarak adlandırılıyordu… Aslında bu, 1960’lardaki yeraltı yayıncılığının da bir devamı niteliğindeydi. Özellikle de 1999’da Seattle’daki geniş çaplı ve büyük yankı uyandıran protesto gösterilerinden sonra ‘bağımsız medya’nın doğuşu düşünülürse hepsinin birbiriyle çok yakından ilgili olduğu su götürmez bir gerçek. Belki bu bağlamda Sovyetler Birliği’nin baskıcı komünist yönetimine karşı gelişen ‘Samizdat’ adlı yeraltı yayıncılığı hareketinden esinlenmiş olmaları da muhtemel. Aslına bakılırsa Samizdat anlayışının yeni teknolojilerden yararlanarak dijital aleme taşındığını söylemek pekâlâ mümkün.

New York Times gazetesi Zapatistalar’ın e-mail göndererek başlattığı hareketi daha o dönemde ‘postmodern devrim’ olarak adlandırıyordu. Daha az sempatik yaklaşanlar ise bunun bir savaş olduğunu söylüyorlardı ama henüz adamakıllı bir savaş da yoktu ortada. Asıl ‘dijital aktivizm’ 1997’deki Acteal kıyımından sonra başlayacaktı… İnterneti haberleşmede kullanan başka gruplar da hacktivizm’i  eleştiriyor, hacktivizm’e eleştirel biçimde yaklaşıyorlardı. Yani bunun ‘dijital olarak doğru’ (digitally correct) olmadığını ileri sürüyorlardı. Hacktivizm’i eleştiren bir kesim vardı kısacası. Dijital Zapatismo’yu savunan hacktivistler ise ‘hacking’ tabir edilen eylemlerin aslında bir ‘digital sit-in’ olduğunu söylüyorlardı. Yani sanal alemde gerçekleştirilmiş bir tür oturma eylemi. Eylemciler dijital olarak doğru olmayan bir tavır içerisinde bulundukları iddialarını kabul etmiyorlardı. “Bu bir doğrudan eylemdir, aynı zamanda da bir tiyatrodur. Meksika hükümeti de Zapatistalar’a karşı çok acımasız davranıyor, acımasızca  şiddet uyguluyor.” diyorlardı. Asıl şiddet, gücü elinde bulunduran taraftan geliyordu. Karşı taraf, yerli halkın taleplerini dikkate almak yerine imha politikası uygulamayı tercih ediyordu.

Sanat, Performans ve Tiyatro ile Bütünleşme

Meksika hükümeti 50 köylünün ölümü hakkında pek az şey söyledi, pek az açıklama yaptı. Hiç bir şey olmamış gibi davranmayı tercih etti. Yaptıkları açıklamalar ise gerçekleri gizleyen ya da çarpıtan resmi yalanlar olmanın ötesine geçmiyordu. Bu resmi propagandayı ve manipülasyonu kırmak ve etkisiz  kılmak gerekiyordu. Zapatistalar ve onlara destek verenler, işte bu noktada yeni teknolojilerden yararlanmanın ne denli yaşamsal olduğunu daha iyi anladılar. “Yeni teknolojileri kullanmazsak, eski  iletişim teknolojilerinde ısrar edersek, 1960’lar ve 70’lerin samizdat anlayışını elektronik aleme geçirmezsek, dijital düzeye taşımazsak çok da etkili olamayız” diyorlardı… Bu yüzden de dijital olarak doğru olmadıkları yollu savları dikkate almadılar. Yaptıklarının aynı zamanda sanat olduğunun, salt politik bir eylem değil, aynı zamanda estetik bir etkinlik olduğunun da altını çizdiler…

Elektronik Kargaşa Tiyatrosu’nun ‘sanal sit-in’ eylem çağrılarından biri.

Avusturya’da, Linz’de yapılan Ars Electronica Festivali’nde bunu bir performans olarak gerçekleştirdiler. Orada herkesi Meksika Hükümeti’nin, Frankfurt Borsa’sının ve Pentagon’un sitelerine girmeye teşvik ettiler. Bu performans ânında, herkesi laptop’larıyla sözkonusu sitelere saldırmaya davet ediyorlardı. Böylelikle hacktivizim, sanat ile, performans ile birleşiyordu.

Aslına bakılırsa Zapatistalar’ın duruş ve eylemlerinde performans ve teatrallik herzaman yer tutuyor. Zapatistalar tiyatroyu seviyorlar işte… Büyülü gerçekçilik dediğimiz biraz da bu.

Subcomandante Marcos.

İkinci Kumandan Marcos’un yüzünü örten kar maskesi, ağzındaki pipo, yanından hiç eksik etmediği transistörlü radyosu bu teatralliğin unsurları. Onları yakından tanıyan, Zapatistalar üzerine belgesel yapmış bir sinemacı olan Nettie Wild da “Zapatistalar’ı bir kez gören onları bir daha unutamaz“ diyordu. Onları unutulmaz kılan da bu teatrallikti işte… Zapatista’ların eylem tarzlarında da gözlemleniyordu bu durum. Chiapas ormanlarından yola çıkarak başkente yürüyüşleri örneğin… Yol boyunca köylülerle kucaklaşmaları…

Burada teatrallik ve performans (gösteri) sözcüklerinin hiçbir olumsuz ya da küçümseyici anlamı yok elbette. Tam aksine, kendiliğindenlikle ilgili diyebiliriz… Çoğunlukla herşey olayların içerisinde kendiliğinde gerçekleşiyordu. Zapatistalar’a sempati duyanlar da onlara sanal alemdeki tiyatro ile destek veriyorlardı.

Zapatistalar’a ‘hacking’ tarzı eylemlerle destek önce Avrupa’dan geldi. İlk destek veren topluluk İtalya’dan ’Anonim Dijital Koalisyon’ adlı bir örgüt oldu. Daha sonra başka örgütler, kollektiviteler de devreye girdiler. Bunlardan bir tanesi de Electronic Disturbance Theatre (Elektronik Kargaşa Tiyatrosu) adlı bir tiyatro topluluğuydu. Bunlar Zapatistalar’ın direnişini, mücadelesini sanal alemde estetize ederek sanal alemde bir tür ‘ajitprop’ tiyatro yapıyorlardı. Yani Brecht ve Piscator’un tiyatro anlayışlarını sanal aleme taşıyor, bu anlayışı yeni teknolojilerle zenginleştiriyorlardı. Başka etki ve esin kaynaklarını da anmak gerekirse Augosto Boal’ın mülksüzler için yaptığı tiyatrodan, Cesar Chavez’in Meksikalı tarım işçilerinin örgütlü mücadelesinin bir parçası olarak gerçekleştirdiği tiyatro çalışmalarından da esinlendiklerini ileri sürebiliriz. Bu tiyatronun, Brecht’in epik tiyatrosunun, Piscator’un tiyatrosunun, yanısıra Bread and Puppet, Living Theatre gibi 1960’ların radikal tiyatro topluluklarından da etkiler taşıdığını, onların uzantısı olduğunu da eklemeliyiz… Bu konuda bir başka benzerlik, daha doğrusu bir başka etki ve esin kaynağı da Gran Fury idi.

Zapatista’ların büyülü gerçekçiliğine ilham veren unsurlardan biri de Bread and Puppet Theatre.

AIDS aktivistleri, ACT UP (AIDS Coalition to Unleash Power) bünyesinde doğmuş bir eylemci ve sanatçı  topluluğu olan Gran Fury’nin gerçekleştirdiği sit-in’ler ile Electronic Disturbance Theatre’ın eylemleri arasında bir benzerlik vardı.

AIDS ve ACT UP

AIDS eylemciliği de 1980’lerin ikinci yarısından başlayarak, yeni toplumsal hareketlere, ve yeni protesto tarzlarına esin kaynağı oldu. Özellikle de ACT UP eylemleri… ACT UP eylemcileri ve ACT UP bünyesinden doğan Gran Fury sanat kollektivitesi, hükümetin sağlık harcamalarına ve AIDS araştırmalarına ayırdığı parada kısıtlama yaparak, hastaları ölüme terkettiğini söylüyordu. Bunu protesto amacıyla ‘toplu ölme’ (die-in) eylemleri gerçekleştiriyorlardı. Sözkonusu protesto eylemleri aynı zamanda birer performans niteliği taşıyordu. Karışıklık yaratıcı eylemler, gerilla aksiyonlarıydı bunlar. Elektronik Disturbance Theatre da (EDT) dijital alemde karışıklık yaratıyordu… 1999 yılında Pentagon’un web sitesine saldırdılar. Pentagon da kendi üslubuyla buna karşılık verdi ve EDT eylemine, performansına katılan pek çok kişinin bilgisayarlarını çalışamaz hale getirdi. Bu yüzden de, eğer bir savaş söz konusuysa, bu savaşı başlatanlar hacktivistler değildi. Bu olayda sivil itaatsizlik sayılabilecek bir eyleme çok sert bir karşılık verilmesi sözkonusuydu.

EDT‘nin üyelerinden biri ve önemli bir tiyatrocu olan Ricardo Dominguez, klasik tiyatro eğitimi almış olmakla birlikte, 1-2 yılını New York’ta hacktivizm’i öğrenmeye harcamış. Teknik olarak bunu çok iyi bilen biri, bir tür dijital gerilla olup çıkmış.

İnternette Sanal Cumhuriyet

Ricardo Dominguez ve EDT’nin diğer üyeleri, internet sayesinde yeni bir kamusal alan açıldığını vurguluyorlardı. Fakat bu, Habermas’ın idealize ettiği kamusal alandan hayli farklıydı. Habermas’çı anlamıyla kamusal alanın aslında dıştalayıcı olduğunu söyleyebiliriz. Klasik anlamıyla, tarihsel olarak da sınırlı ve dıştalayıcı… İnternet’deki sanal cumhuriyet ve kamusal alan ise çok daha demokratik. Örneğin Antik Yunan’da ‘agora’ rasyonel söylemin kurulduğu alandı. Atina demokrasisine katkıda bulunacak toplumsal politikalar orada biçimleniyordu. Ama toplumsal politikaların oluşturulması sürecine herkes katılamadığından herkes politika yapamıyor, bu demokrasi herkesi kapsamıyordu. Agora’da konuşma ve politika yapma, politikayı biçimlendirme yurttaşların hakkıydı. Daha doğrusu, onlara tanınmış bir ayrıcalıktı. Peki kimler yurttaş sayılıyordu? Köle sahibi, gemi sahibi, tüccar erkekler. Ama köleler, kadınlar ve Atina’nın dışında kalan taşralılar tartışmaya giremiyorlardı. Oysa, hacktivizm, internet yoluyla dıştalanmışların, paryaların agora’ya girmelerini ve orada politika yapmalarını sağlıyor. En azından bu konuda geniş potansiyel taşıyor. Antik Yunan’da da agora’ya girme hakkından yoksun olanlar buraya sızmaya çalışır, karışıklık çıkarırlarmış. Demos denilirmiş bunlara. Gösteri yapmak anlamındaki ‘demonstrate’ sözcüğü belki buradan geliyor olsa gerek. Hacktivistler’in yapmak istediği de buydu aslında.

İnternet söz hakkı kısıtlanmış olanlara kendilerini ifade hakkı veriyordu. Onlar artık yeni bir dille konuşuyor, kendilerini yeni bir dille ifade ediyorlardı. Metaforik bir dil… Sembolik dilin karşısında semiotik bir dil. İnternet yeni bir dilin konuşulduğu yeni bir kamusal alandı artık. Yeryüzünün lanetlilerinin, paryaların kendilerini ifada edebilecekleri, baskı ve sömürüye karşı direnişlerini örgütleyebilecekleri bir alan… Karşı kamusallığın alanı. Bir yönüyle gerçekten dijital sahnede sahnelenen bir performans, bir tiyatro söz konusu. Ve bu aynı zamanda, politik bir eylem, doğrudan bir eylem. Elektronik kültürün, iletişimin getirdiği yeni olanaklardan yararlanarak gerçekleştirilen bu performanslar ‘büyülü gerçekçiliğin politikası’ tanımını hak ediyor…

‘Siber Terorist’ Mi?

Hacktivistler aleyhinde ‘siber terorist’ suçlaması öncelikle Rand Cooperation gibi CIA ile, Pentagon ile yakın ilişkili kurumlardan, Rand’ın bazı teorisyen ve stratejistlerinden geldi. Dolayısıyla, bu suçlamaya kuşkuyla bakmak, hatta ciddiye almamak gerekiyor. Fakat, siber terörizm suçlamasından ayrı olarak, bir de ‘dijital olarak doğru’ olmama eleştirisi var. Bu, politik doğruluk (politically correctness) ya da politik olarak doğru olmamak temelinde yapılan bir ayırım. Hacktivizm’in dijital  doğruluktan yoksun olduğu eleştirisi genelde ılımlı soldan, liberal çevrelerden gelen bir eleştiri. Fakat, Zapatistalar’ı destekleyen, onlara sanal alemde lojistik destek sağlayan hacktivist’lerin gözardı edilmemesi gereken savunmaları ve argümanları vardı. Onlar sıradan birer hacker sayılamayacaklarını, çok şeffaf olduklarını söylüyorlardı. Örneğin EDT’nin kimlerden oluştuğu belli. Performans sırasında kim oldukları belli oluyor, görülüyor. Kendilerini gizleme gereğini duymuyorlar. Dolayısıyla, terörist olarak suçlanamayacaklarını ileri sürüyorlar… Bu savlarında da haklılar. EDT’nin kimlerden oluştuğu bir sır değil ve terörist olmadıklarında, yaptıklarının terör eylemi sayılamayacağında ısrar ediyorlar. Asıl terör eylemlerinin kendilerine karşı resmi odaklardan yöneltildiğini de ekliyorlar. Örneğin, ABD Savunma Bakanlığı’nın eylemi; ‘dijital oturma grevi’ne katılan kişilere karşı saldırıya geçerek onların  bilgisayarlarını bozması, bilgisayar sistemlerini çökertmesi sözcüğün tam anlamıyla, büyük ‘T’ ile ‘Terörizm’. Bir terörist eylemden söz edilecekse, bu Savunma Bakanlığı’nın eylemi olabilir ancak. Electronic Disturbance Theatre, sanal âlemde karşı kamusallık(lar) yaratıyor. Dillerinin metaforik olduğunu; normal gündelik hayattaki resmi makamların resmi belgelerdeki dili de bozarak konuştuklarını, böylece bir iletişim kurduklarını belirtiyorlar haklı olarak. Ve en önemlisi, internetin direnişi küreselleştirme potansiyelinden yararlanıyorlar. Yani yırtıcı küreselleşmeye karşı çıkıp, adaletli bir küreselleşme, alternatif bir küreselleşme için mücadele ediyorlar. Eğer böyle bir amaçla yola çıkmışsanız, mücadelenizi küresel bir ölçekte duyurmanız gerekir. ‘Taktik medya’ olarak adlandırılan bu yeni medya direnişi küreselleştiriyor. Bu, yeni medyanın belki de en önemli yönü. Yeni toplumsal hareketlere, alternatif bir küreselleşme projesinin peşinde olan bu hareketlere ancak bu şekilde etkili destek sağlayabiliyor.

1960’lara baktığımızda o zamanki direnişin, bugünle kıyasla yerel olduğunu görüyoruz. Fakat bu durum büyük ölçüde, o dönemin teknolojisinin bu anlamdaki yerelliği aşmaya izin vermemesinden kaynaklanıyordu. Direnişçi medya, direniş amacıyla kullanılan iletişim araçları ve kanalları, yeraltı yayınları, dergiler ve korsan radyolardan ibaretti… Oysa, bugün direnişçilerin elinde internet var. Bundan yararlanarak en yerel isyanları, meydan okuyuşları küreselleştirebiliyorlar. İşte bu anlamda yerelliğin ve küreselliğin içiçeliğinden, yani ‘glokal’ oluştan söz ediliyor… Yerel olanın, yerel kültürlerin hem homojenleştirmeye, asimile edilmeye direnişini; hem de kendi dışına kendi iradesiyle açılarak, başka kültürlerle kaynaşmasını ifade ediyor bu sözcük. Örneğin, Zapatistalar ataları Mayalar’ın mirasını sahipleniyor, aynı zamanda da neo-liberalizme karşı mücadelelerinin küresel olduğunun altını çiziyorlar. Böylesi bir iç içelik küresel adaleti sağlama bakımından çok önemli. Bu mücadelede baskı alanlarını medya manipülasyonuna karşı aydınlatmak gerekiyor. Onlara gerçekleri, kendi gerçeklerini, kendileriyle ilgili gerçekleri duyurmak gerekiyor. Bu yüzden de internetten ve yeni teknolojilerden yararlanmak, ve sadece e-mail göndermekle kalmayıp, gerektiğinde elektronik sit-in’ler yapmak da kaçınılmaz oluyor. Ama Zapatistalar’ın bu olanaklardan kendi başlarına tam anlamıyla yararlanmaları pek kolay değil. Daha doğrusu, Chiapas cengelinde olanakları çok sınırlı. Çoğu bölgede elektrik yok, bazen telefon bile yok. İşte bu noktada harekete sempati duyanların desteği çok önemli bir nitelik kazanıyor.

‘Glokal’: Teknolojide ve Dilde Dönüşüm

Burada belki de aynı anda gerçekleştirilen iki dönüşümden bahsetmek gerekiyor; kullanılan ve baskı aracı olarak da bir görünüme bürünen teknolojinin, ve buna bağlı olarak da dilin  dönüştürülmesi… Biri hacker’lıkla activizmi birleştiren hacktivizm, diğeri de yerel (lokal) ve küresel (global) sözcüklerini sentezleyen ‘glokal’. Dilde gerçekleştirilen bu dönüşüm aslında baskıya karşı direnişin de bir parçası; çünkü sonuçta dil de bir tahakküm aracı olabiliyor. Üstelik de ezen, aşağılayan, acımasızca kullanılabilen bir araç. Ve bu noktada yeni mücadeleye uygun bir dil yaratılıyor. Dünyayı yeniden tanımlamak için yeni bir dili konuşmak gerekiyor. İnsan özne olabilmek için kendi dilini oluşturmak zorunda, yani dilsiz özne olmaz. Celladının diliyle konuşamazsın, celladın diliyle konuşursan infazdan kurtulamazsın. Kendi dillerini de oluşturmak, lingüistik kimliğini kazanmak zorunlu bir hale geliyor. Bu da işin görünmeyen, ama çok önemli bir boyutu. Üstelik de sadece Zapatistalar için değil, bütün ezilenler için, kadınlar için… Gertrude Stein’ın, ataerkil dili bozması ya da John Cage‘in ‘mezostik’ şiirler yazması, söz dizimini bozması gibi… Örneğin John Cage sözdizimin belli bir düzen içinde art arda gelen sözcükleriyle militer çağrışımlar uyandırdığını söylüyordu…

 

Diğer yandan dijital aktivistler ya da hacktivist’ler in oluşturdukları yeni kamusal alanda kendi seslerini duyurmaya çalışırken salt diyalog ile yetinmiyorlar. Burada yer yer hacktivizm kapsamına giren, hacktivizm tanımına uyan eylemler de yapıyorlar… Yasaları zorlayarak sivil itaatsizlik eylemleri gerçekleştiriyorlar. Yeni kamusal alanı, yani sanal âlemi direniş pratiklerinin bir mekanı yapıyorlar. Bunu yapmak yaşamsal önem taşıyor; çünkü karşı taraf çok güçlü ve devamlı surette hegemonyasını sağlam araçlarla pekiştirmeye çalışıyor. Bu amaçla yapılan hacktivizm’in suç eylemi olarak nitelenmesi pek de önemli değil aslında. Kime göre suç? Çünkü Rand Cooperation stratejistleri, e-mail gönderme düzeyindeki bir internet eylemciliğini dahi terorizm olarak adlandırabiliyor. Bu kadarını dahi terorist eylem olarak görüyorlar ve bunu karşı terör eylemlerine geçebilmek için kullanıyorlar. Gizli servislerin ve istihbarat örgütlerinin internette yürüteceği karşı terör  faaliyetlerine zemin hazırlayabilmek ve bu tür faaliyetleri meşrulaştırabilmek için, güya terör eylemleri varmış gibi haber yayıyor, bunun sözümona teorisini kuruyorlar. Sonuç olarak direnişi direnişi yaymak, olabildiğince çok sayıda insana duyurmak ve etkili kılabilmek açısından artık salt e-mail göndermenin ötesine geçmek ve daha fazlasını yapmak gerekiyor. Amerika’nın dış politikasının askerileşmesi, önleyici savaşın dış politikada her türlü diplomasinin önüne geçmesi karşısında, ‘net’ eylemciliğinin de daha etkili eylemler gerçekleştirmesi gerekiyor. Yani sanal alemde karışıklık yaratılması kaçınılmaz oluyor; çünkü korkunç bir manipülasyon sözkonusu.

Yaratıcı Eylemcilik ve ‘Meta Medya’

Etkili ve yaratıcı bir tarzı benimseyerek gelişen bu yeni eylemcilik, ya da ‘yaratıcı eylemclilik’, eylemcilerinin yanısıra kuramcılarını da zaman içerisinde yaratıyor. Bunlardan bir tanesi olan Lev Manovich taktik medya’nın önde gelen kuramcılarından. Manovich’in ‘meta medya’ kavramına göre bu yeni teknoloji aslında çok da yeni değil. Yani eski konvansiyonal iletişim biçimlerini de dıştalamıyor. İnternette yazılı metin var, grafikler var, bütün yerleşik araçlardan, anlatım formlarından yararlanılıyor.. Yani eskiyi dıştalamadan eskiyle kaynaşarak, eskiyi de kendi içerisinde dönüştürerek yararlanıyor. Bu yüzden de ikisinin kaynaşmasını anlatabilmek için ‘meta medya’ terimini kullanıyor Lev Manovich. Bilgisayar iletişiminde kullanılan bütün araçlar büsbütün yeni sayılmaz elbette. Fakat ‘software’ (yazılım) teknolojisinde bunların kullanımı farklılaşıyor. Aktarılan bilgi interaktif grafik ve tasarımlarla dinamikleşiyor. Data (veriler), içeriğinden bir şey kaybetmeksizin dinamik bir tarzda görselleşiyor.

‘Meta medya’ bir anlamda yerleşik olanın başkalaştırılarak yeniye katılması şeklinde de yorumlanabilir. Yazılı metnin (text) kullanılması, fakat hipermetin (hypertext) olarak başkalaştırılarak kullanılması gibi… Bu bir anlamda medyanın bir savaş aracı olarak kullanılması; ama aslında karşı tarafın, yani kelimenin en geniş anlamıyla gücü, iktidarı ellerinde tutanların başlatmış oldukları bir savaş. Ve taktik medya, bu haksız ve asimetrik savaşta ezilenlerin direnişini örgütlüyor. Onlar için bir ölüm kalım meselesi olan bu savaşta, varlıklarını koruyabilmek ve direnmek için yaşamsal önem taşıyor. Taktik medya’nın belki de en önemli özelliği ‘kendin yap’ anlayışına dayanması. 1970’lerde punkçıların dile getirdikleri ‘do it yourself’ (kendin yap) anlayışı gibi… Taktik medyanın da ‘kendin yap, kendin örgütlen’ anlayışının sanal âlemde sürdürülmesi olduğunu söyleyebiliriz. Bu  nedenle, aynı zamanda lojistik, stratejik, özellikleri de olan bir hareket. Sanal âlemdeki nokta ve düğümler ise taktik medya’nın can damarını oluşturuyorlar. Buradan bakıldığında, Pentagon’un şimdiye kadar yaptığı en hayırlı işlerden birinin interneti icat etmiş olması olduğu söylenebilir. İnternet’in ön modeli diyebileceğimiz ARPANET, ilk kez ABD Savunma Bakanlığı’nca kullanılmıştı. Daha doğrusu, Savunma Bakanlığı’nca kullanılmak üzere tasarlanmıştı. Yani internet’in kökeninde aslında militer bir amaç ve kullanım yatıyor. Ancak, verdiğimiz örnekler ve özetlemeye çalıştığımız bütün bu gelişmeler silahın geri teptiğini de gösteriyor.

Hacktivizm ve Izzy Stone

Direnişin küreselleştirmesi ise yaygınlaştırması bakımından çok etkili oluyor. Ancak bu eski direniş biçimlerinden vazgeçmek anlamına gelmiyor. Electronic Disturbance Theatre örneğinde de görüldüğü üzere, bir anda haberleşerek Meksika elçiliklerinin önünde, Avrupa’da ya da dünyanın pek çok yerinde protestoları başlatmak artık mümkün.

Izzy Stone, 1907-1989.

İnternet 1999 Kasım’ında Seattle’daki kitlesel protesto eylemlerinden bu yana, Dünya Sosyal Forumu’nda, G8 toplantılarında müthiş etkileyici bir biçimde kullanılmaya başladı.

Hacktivizm konusunda uzaktan da olsa yapılabilecek ilginç bir benzetme de Izzy Stone’a dair… Efsanevi bağımsız gazeteci Izzy Stone’nun hemen hemen her şeyiyle kendisinin uğraştığı bir gazetesi vardı, adı I.F. Stone’s  Weekly idi. Taktik medya’nın Izzy Stone’nun bu gazetecilik anlayışına benzediğini de söyleyebiliriz. Izzy Stone bütün hayatı boyunca tek başına bir gazete çıkarmış ve Amerika’daki alternatif gazeteciliğin duayenlerinden biri sayılıyor. Stone yanına gelen stajyerlere gazeteciliğin altın kuralını, altın kanununu öğretiyordu. Ve genç gazetecilere, ‘bütün politikacılar yalan söylerler’ ilkesinden başlamalarını, bu önkabulden yola çıkmalarını tavsiye ediyordu. Zaten çıkardığı gazetenin asli amacı da politikacıların yalanlarını ortaya koymaktı… Yani politikacıları tersten okumak, dudak aralarındakini okumak, onları deşifre etmek. Izzy Stone “cennet ve ütopyayı hemen yarın sabah kurmayı umuyorsanız, güçlükleri ve tarihi kavrayamamışsınız demektir” diyordu. “Mücadelenin kendinden haz almanız gerekir”. Gerçekten, mücadelenin her anından zevk alarak yaşamış birisi Izzy Stone. Ve bugün muhalif basından söz edebiliyorsak eğer, bu, Izzy Stone ve onun gibi ilkeli insanların özverileri sayesinde mümkün oluyor. Bu anlamda da hacktivizm ve yaratıcı eylemciliği de Stone’dan bağımsız düşünmek imkânsız.

“Göçebe Medya”

Sanal alemdeki direniş odakları Zapatistalar ile sınırlı değil elbette. Baskıcı ve dıştalayıcı egemen kültüre karşı çok sayıda direniş odağı var. Ama burada Izzy Stone‘nun gazetesinden farklı bir şey de var. Taktik medya’cılar kendilerini tanımlarken ‘nomadik’, yani göçebe medya kavramını da kullanıyor. Nerede olduklarını yakalayamak mümkün değil. Gezgin bir medya anlayışları var taktik medya’cıların.

Göçebe, akışkan ve gezgin. Azınlığın sesi ve iktidar karşıtı olmasından dolayı da, azınlık söylemini kuran bir medya. Artık yeni bir göçer çağına girdiğimiz ileri sürülüyor. Çağımızın göçebeleri sınırları zorluyorlar, sınır kapılardan girmeye çalışıyorlar. Taktik medya bir anlamda yeni göç çağının iletişim yolu. Göç çağına, günümüzün ‘diaspora’larına uygun düşüyor. O göçmen dalgasını dışarıda bırakmak için de kaleler inşa edilse de, onları önlemek için yapılmayan hiçbir şey de kalmasa da bu böyle.

Halil Turhanlı . Ömer Madra.

Pr; Cuma Adlı Adamlar

Yt; 28 Kasım 2003.

Paylaş:

Önceki Yazı

Güven Nil

Alper Kaliber
(1944 – 2001) Güven Nil ile 1961 yılında bir yolculuk sırasında tanıştık. O Avusturya Lisesi’nde öğrenciydi, ben Robert Lisesi’nde. Birer…
Devamını Oku

Sonraki Yazı

Haklarımız

İştar Gözaydın
Haklar kişilere, hukuk düzeni tarafından tanınmış yetkilerdir. Modern devletlerde çoğunlukla mevcut olan yazılı anayasalarında, ya da ilgili kanunlarda tanımlanırlar. Türkiye…
Devamını Oku

İlgili İçerikler

Açık Deniz

Necla Akgümüş
Geçen Pazar (daha yeni) 5 yaşında oğlumla Taksim’den tiyatro dönüşü iki katlı Taksim-Bostancı otobüsüyle eve geliyorduk. Eğlenceli olsun diye ikinci…
Devamını Oku

Marcuse

Halil Turhanlı
Herbert. İnsanlık dışı, olabildiğince adaletsiz, ekolojik yıkıma doğru hızla koşan ve bütün bu özelliklerinden dolayı radikal bir biçimde değiştirilmesi gereken…
Devamını Oku

Buz gibi

Mark Serreze
  “Eğer birkaç yıl önce sorsaydınız, Arktik’te tüm buzun 2100’te, hadi bilemediniz 2070’de biteceğini söylerdim size. Ancak, artık 2030 tarihinin…
Devamını Oku

Robert Wyatt

Hilmi Tezgör
Dünyanın “en hüzün verici sesine” sahip olduğu söylenmişti onun. Bu doğru olabilir, tartışılabilir; ama o, dünyanın yaşayan –tartışmasız– en büyük…
Devamını Oku