Kentsel Dönüşüm ve İstanbul’un Liman Semti Galata
Kentsel dönüşüm 2000 yıllarında en fazla duyduğumuz söylem olmuş durumda. Peki İstanbul neye dönüşüyor? İstanbullular yaşadıkları kentin nasıl dönüşmesini diliyor? Murat Güvenç, kentsel dönüşümü, bir dönem sahip oldukları anlamları yitiren mekanların, yeni anlamlarını bulma süreci olarak tanımlıyor.1 Mekânların yeni anlamları nasıl bulunacak? Şehre nasıl yaklaşmalı?

Güncel politik tartışmalarda, turizme dayalı özelleştirme anlayışının İstanbul’un dönüşümüne yönelik tek altenatif olarak sunulduğu görülüyor. Acaba baska yollar düşünülebilir mi? İstanbul’daki potansiyalleri nasıl keşfedilebilir?
Galataport
Yüzyıl başında Akdeniz’in en aktif limanlarindan biri olarak kullanılmış olan Galata Limanı bugün sadece birkaç turistik kruvaziyer gemisine hizmet ediyor. Son zamanlarda gazetelerden takip ettiğimiz Galataport’un Royal Caribbean kruvaziyer şirketine satışı gerçekleşmiş olsaydı burası büyük oteller ve alışveriş merkezlerinden oluşan tam teşkilatli bir kurvaziyer limanı haline gelecekti. Ama satış gerçekleşmedi; boş sokakları ve boş binalarıyla 15-20 yıldır âtıl durumda bekleyen Galata Limanı Bölgesi gene eski sessizliğine gömüldü. Galataport örneğinin en çarpıcı noktası, tek dönüştürme yolu olarak özelleştirmenin karşımıza çıkıyor olması. Özelleştirme üzerine yapılan tartışmalar da sadece özelleştirmeye evet ya da hayır deme ekseninde cereyan ediyor. Özel ya da resmi herhangi bir kurumdan, ne üniversitelerden, ne STK’lardan, ne belediyelerden, ne IMP’den alternatif seçenekler sunulmuyor. Belki de var bu seçenekler ama kamuoyu bunlardan haberdar edilmiyor. Dünyanın en önemli şehirlerinden birinin en önemli merkezlerinden biri olmuş ve tekrar olması muhtemel bir alan için yapılan tartışma belli bir proje ve belli bir teklif etrafında düğümleniyor. Bu proje gerçekleşmeyince bütün tartışma susuyor ve Galata Limanı kaderini beklemeye terkediliyor. Galata Limanı örneği, şehirle ilgili tartışmaların iki boyutlu kısır bir politika içinde tıkandığını gösteriyor. Özelleştirme taraftarı olanlar ve özelleştirmeye karşı olanlar. Fakat özelleştirmeye alternatif getirme gibi olasılıklar akıllara pek gelmiyor. Kamuoyundan da alternatif fikirler talep edilmiyor. Bu mekâna yeni bir fonksiyon ve anlam bulunması gerekiyor. Kamusal boyutta alternatif kullanım biçimleri ve mekana yüklenebilecek yeni anlamları tartışmak, ve tartışmaya açılmasını talep etmek de İstanbullulara düşüyor.
Perşembe Pazarı
Galata Limanı’na çok yakın bir bölgede yer alan Perşembe Pazarı’nda da başka bir bekleyiş 20 seneyi aşkın bir süredir devam ediyor. Bu bölge yüzyıllar boyunca farklı kültürlerden tüccarların buluştuğu bir ticaret alanı olarak varolduğu için çok önemli bir ticaret kültürüne sahip. Seksenli yıllarda dönemin büyükşehir belediye başkanı Bedrettin Dalan, Perşembe Pazarı’nın turistik bölgeye dönüştürülmesi projesini ortaya koymuştu. Dalan’ın projesi tam anlamıyla gerçekleştirilmedi. Okmeydanı’na Perpa (Perşembe Pazarı’nın kısaltılmışı) adlı merkezin kurulup, Perşembe Pazarı’ndaki tüccarların buraya taşınması planlanmıştı. Perpa kuruldu, işyerleri ve dükkânların bir çoğu Perpa’ya taşındı. Fakat bugün Perpa’ya taşınmış işyerlerinin büyük çoğunluğu, Perşembe Pazarı’nda, ufak da olsa bir vitrin mağaza tutuyorlar, çünkü burası halen Anadolulu tüccarlar tarafından ticaret merkezi olarak kabul ediliyor. Perşembe Pazarı esnafı, 700-800 senelik ticaretin getirmiş olduğu ticari kültür birikiminden vazgeçmeye direniyor. Perşembe Pazarı için bir plan veya proje olup olmadığı dahi bilinmiyor. Bölge için tam bir belirsizlik hakim. Dönüşüm gerçekleştirilirse, limandan Taksim’e kadar olan bölgeyi baştan şekillendirecek bir alan burası. Büyük emlak şirketlerinin bu bölgeye ilgileri gitgide artıyor. Perşembe Pazarı da Galata Limanı gibi şehrin geçireceği dönüşümde yeni anlamını bulmayı bekliyor.
Şişhane
İstanbul’da, Şişhane denildiği zaman akla aydınlatma endüstrisi geliyor. Şişhane’deki aydınlatma ürünü üreticilerine bakmak bize aslında İstanbul’un birçok semtinde varolan küçük üreticilerin potansiyelleri ve problemleri ile ilgili ipuçları veriyor. Şişhane piyasasında, Çin’den ithal edilen ucuz aydınlatma ürünleri nedeniyle, ciddi bir kriz yaşanıyor. Küçük üreticiler Çin malları ile rekabet etme durumu karşısında ya işlerini genişletip seri üretime geçerek fiyatları ucuzlatmak ya da alternatif tasarımlar yaratıp butik işler yapmak durumundalar. Sermaye potansiyeline sahip bir kısım üretici, işlerini büyütüp Şişhane’den ayrılmış ya da ayrılmak üzere. Tasarım kapasitesine sahip olan diğer kesim ise Şişhane’den ayrılmayı istemiyor çünkü Şişhane’de tasarımcı, üretici ve parça temin eden tüccarlardan oluşmuş bir ağ var. Bölgede varolan küçük üretim potansiyelini keşfeden bazı tasarımcı ve mimarlar, buradaki ustalarla çalışmaya başlamış ve yıllar içinde bu tasarımcı-üretici-tüccar ağını geliştirmişler. Bu üretim tarzı, bölgede ürünlerin değişik parçalarının üretenler arasında zaten varolan bir mekanizmayı kullanarak gerçekleşiyor.
Şişhane aydınlatma piyasası örneğinde gördüğümüz gibi, İstanbul’un çeşitli semtlerinde bu tarz, sektöre özel ağlar oluşturmuş küçük üretim potansiyelleri mevcut. Küçük üreticiler genellikle profesyonel olarak görülmeyip, kapitalist üretim ilişkilerinin dışında konumlandırılıyorlar. Bu bakış açısına göre, İstanbul’da oluşturulmaya çalışılan dünya şehri imajinda yerleri bulunmuyor. Bulundukları mekânlardan çıkartılmaları, kentin ücra bölgelerine gönderilmeleri planlanıyor. Kentsel dönüşüm projelerine hakim olan bu tavır, global şehir kavramını ortaya koyan sosyolog Saskia Sassen’in ‘Neden Şehirler Önemli’ başlıklı makalesinde global şehirlerle ilgili anlattığı temel bir dinamiği tamamen gözden kaçırıyordu.2 Sassen, makalesinde ‘öteki ekonomi’ adını verdiği bir yapıdan bahsediyor ve şöyle diyor, “Evet büyük şirketler dünya ekonomisine yön veriyor ve dünya şehirlerinin şekillenmesinde birinci derecede rol oynuyorlar, ancak dünya şehirlerinde sanatçıların, tasarımcıların ve küçük üreticilerin oluşturduğu bir başka grup var ki bu gruplar bir tür gayriresmî3 sektör gibi işleyerek dünya şehirlerinin yaratıcı sınıfını ve yaratıcı potansiyelini oluşturuyorlar. Öteki ekonomi, büyük şirketlerin egemenliğinde gelişen dünya ekonomisine marjinal bir pozisyonda durmuyor, aksine tam da göbeğinde yer alıyor. Büyük şirketlerin aşırı bürokratikleşmiş yapılarından dolayı kendi bünyelerinde barındıramayacakları yaratıcı potansiyeli öteki ekonomi, yani sanatçılar, tasarımcılar ve küçük üreticiler sağlıyor. İleri kapitalizmin sürekli yeniyi üretmek, yeni ürünler, yeni imajlar, yeni mottolar oluşturma ihtiyacını tam da Şişhane bölgesinde gördüğümüz sanatçı-üretici-tüccar ağlarında varolabilen yaratıcı dinamikler karşılıyor.
Eğer bizler İstanbul’daki değeri biçilemeyecek yaratıcı fırsatları elimizin tersiyle, ileride ne olacağı belli olmayan, tepeden inme fikirlerle oluşturulan turizm projelerini gerçekleştirmek hırsıyla itersek, yıllar içerisinde oluşmuş bir zenginliği bir daha geri gelmeyecek şekilde yoketmiş oluruz. Şişhane de bu açıdan çok önemli bir örnek olarak karşımıza çıkıyor.4
Galata Kule Meydanı
Galata Bölgesi denince akla 19. yy’da yapılmış yığma binalar akla gelir. Bu apartmanlar, Yahudi ve Rum burjuva sınıf tarafından inşa ettirilmiş ve 1980’lere kadar bu kesimleri barındırmışlar. 1950’lerden itibaren,


Anadolu’dan göçle birlikte bu bölgeye Anadolulu nüfus yerleşmeye başlamış ve bu apartmanlarda kapıcılık veya evlerde hizmetçilik gibi servis işleri yapmışlar. 1980’lerden itibaren, Yahudi ve Rum nüfus bölgeden çeşitli sebeplerle ayrıldıkça bu ünlü taş evlere Anadolulu nüfus yerleşmiş ve Galata’da yeni bir orta sınıf kültürü oluşturmuşlar.
1990’lardan sonra Galata’ya yeni kesimler yerleşmeye başladıkça Galata’da bir soylulaşma süreci başlatılmış oldu. Mimarlar ve sanatçılardan oluşan bu yeni gelenler, Şişhane aydınlatma sektörünün Galata’ya doğru genişlemesinden rahatsız olup bölgeden ayrılmak isteyen Anadolulu ailelerden bu taş binaları ucuz fiyatlara satın aldılar. Son beş yıl içinde, sanatçıların yarattığı ‘soylulaşmayı’ (gentrification5) farkeden büyük emlak şirketleri bu bölgede binalar satın alıp restore ederek satıyor.
Dairelerin fiyatları bu süre içinde 20 kat artmış durumda. Son kalan Anadolulu aileler de bu furya içinde evlerini satıp İstanbul’un başka semtlerine ya da gelmiş oldukları Anadolu şehirlerine geri taşınıyorlar.
Sümbül Tuhafiye
Galata Kulesi’nin tam arkasında bir tuhafiye dükkanı var. Sümbül Tuhafiye, Galata’da doğmuş, büyümüş ve yaşamış Yahudi tuhafiyeci Liezer Abravaya’nın 40 senelik dükkanı. Bu dükkânın hikâyesi, soylulaşma gün be gün devam ederken, mahallelinin ‘Kule’ diye sözettiği mahallede bu sürecin nasıl yaşandığını gösteriyor.
Galata’daki evlerini satmış olan Anadolulu ailelerin bir çoğu İstanbul’un merkeze uzak bölgelerinden evler alarak Bağcılar, Sefaköy gibi semtlere taşınmış. Fakat üst-orta sınıf Yahudi ve Rumlar arasında, sıcak mahalle ilişkileri içinde büyümüş olan bu ailelerin çocukları yeni taşınılan mahallelerde yapamamışlar. Bugün 30’lu yaşlarında olan bu gençlerin birçoğu ya Galata’ya yakın bir yere geri dönmüşler ya da uzakta yaşasalar bile bütün haftasonlarını ve hatta iş çıkışlarını yine Galata’da geçirmeye başlamışlar. Galata’ya geldiklerinde ‘takıldıkları’ mekân ise Sümbül Tuhafiye. Çocuklukları boyunca onların buluşma mekânı olan Sümbül Tuhafiye hâlâ onların mahalledeki tek özel mekânı. Kule’den ayrı kalamadıklarını söylüyorlar, en azından haftada bir görmezsek yaşayamıyoruz, diyorlar.
40 senelik Sümbül Tuhafiye kapanıyor. Mahallelinin ‘Elyazar’ diye çağırdığı Liezer Abravaya, soylulaşma sürecinde değer kazanan dükkânı sattı ve mahalleden ayrılmak üzere. Kapatma sebeplerini şöyle anlatıyor; “Galata’ya yeni gelenler, genelde sanatçılar, eskileri gibi değil. Ancak çok âcil bir ihtiyaçları olduğunda buraya geliyorlar. Yoksa ayakları gelmiyor buraya. Bu mahalle dükkânında aradıklarını bulacaklarını düşünmüyorlar.” Mahallede yaşayan mimarlardan biri ise Galata’da artık lüks, butik tarzı dükkânlara ihtiyaç duyduklarını söylüyor.
Kahvehaneler
‘Elyazar’, bir dönem, Galata’da Sarı Madam ve Tozkoparan adlı iki kahvehane olduğunu, ikisinin de Cumartesi günleri dolup taştığını anlatıyor. O günlerde Galata sakinlerinin buralara gelip saatlerce sohbet ettiğinden bahsediyor. Bugün Kule Meydanı’nda da sadece bir kahvehane var. Fakat mahalleli pek görünmüyor artık bu kahvede. Genellikle sanatçılar ya da haftasonu ‘brunch’ını yapmaya gelmiş olan profesyonel yöneticiler burada haftasonu gazetelerini okuyorlar.
Bu dükkânın kapanması İstanbul’da iki ayrı orta sınıf kültürünün bittiğini gösteriyor. Biri İstanbullu Yahudi ve Rumların oluşturduğu üst-orta sınıf kültürü, diğeri ise Anadolu’dan göç ettikten sonraki 30 sene içerisinde orta sınıflaşmış göçmen kültürü. İstanbul’a küresel emlak şirketlerinin girmeye başlamasıyla, şehir gitgide iki kutuplu bir hale geliyor. Bu kutuplardan biri, kapısında güvenliği olan, etrafı çitlerle çevrili siteler, diğeri ise gecekonduların yerine dikilmeye başlamış olan toplu konut siteleri. Bu iki kutuplu gelişen kentin içinde Sümbül Tuhafiye örneğinde olduğu gibi, Yahudi bir tuhafiyecinin birbirinden farklı iki kültür arasında köprü kurma olanakları gitgide azalıyor.
Müzik Aleti Yapımcısının Ütopyası
Bölgede soylulaştırma hızla devam ederken, Kuledibi meydanında bulunan heybetli bir bina üzerine sürekli bir tartışma oluyor. Burası, 30 sene önce imar izni olmadan yapılmış, sonradan da mahallelinin ha yıkıldı ha yıkılacak diye beklediği, son dönemlerde Diasa marketin ve müzik aleti dükkânlarının bulunduğu bina. Beyoğlu Belediyesi bu binayı yıkıp yerine başka bir mekân oluşturmaya niyetli ve yeni fikirler bekliyor. Konumundan dolayı bu binanın dönüşümü, bölgede belirleyici bir rol oynayacak.
Mahallede dükkânı olan bir müzik aleti yapımcısı burayla ilgili bir ütopyası olduğunu söylüyor. Bu binanın bir müzik merkezine dönüştüğünü hayal ediyor.

Galata’yı Beyoğlu’na bağlayan Galip Dede Caddesi’nde ağırlıklı olarak müzik aleti satan dükkânlar var. Bölgede yıllar içinde oluşmuş bir müzik aleti yapım geleneği bulunuyor. Dünyaca ünlü müzisyenler İstanbul’a geldiklerinde mutlaka buraya uğruyorlar. Kuledibi’nde dönüştürülecek bu yapının müzik merkezi olması, belki de zaten dünyada müzik bölgesi olarak tanınan bu yerin kendi gelişim çizgisinde dünyaya daha geniş boyutta açılmasına imkân verebilir.
Emlak alım-satım iştahı ve basmakalıp turizm odaklı planlar arasında sıkışıp kalmış olan Galata’da, müzik aleti yapımcısının ütopya olarak sunduğu bu fikir, iki kutuplu hale gelen şehirde, iki kutupta düğümlenen şehir politikalarına alternatif fikirlerin olabileceğini gösteriyor. Müzik ustasıyla beraber düş kurmayı sürdürüyoruz. Bu binanın mahallelinin de kullanabileceği bir müzik merkezine dönüştüğünü düşünüyoruz, içinde müzik aleti yapımı atölyelerinin düzenlendiği. Aynı zamanda binada bir performans merkezinin olduğunu hayal ediyoruz, Galata’nın yeni ve eski sakinlerinin biraraya gelip dünyadan sanatçıların sunduğu gösterileri izledikleri. Yeni merkezin Sümbül Tuhafiye’nin yerine geçtiğini düşlüyoruz. Farklı yaşam biçimlerinin biraraya gelip birbiriyle ilişkiye geçtiği ve Galata’da yeni bir sahiplenme, yeni bir ‘mahallelilik’ yarattığı bir merkez. İstanbullular olarak yaşamlarımızdan çıkacak projelerin, basmakalıp turizm projelerinden daha ekonomik olacağına ve dünyaya da daha çekici geleceğine inanıyoruz.
Aysim Türkmen
- Doç. Dr. Murat Güvenç, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Mimari Tasarım bölümünde öğretim görevlisi. Açık Radyo için yapılan röportajdan alıntılanmıştır.↩︎
- Saskia Sassen; “Neden Şehirler Önemli” 2006 Venedik Mimarlık Bienali Kataloğu.↩︎
- ? Burada ‘gayriresmi’ sözcüğü, vergi dışı işleyen sektör anlamında degil , büyük şirketlerin bünyesi dışında varlık göstermek anlamında kullanılıyor.↩︎
- ? Şişhane’deki aydınlatma sektörü ile ilgili çok önemli bir çalışma için bkz. Aslı Kıyak İngin’in 2006 Haziran ayında gerçekleştirilen İTÜ3. Ulusal Tasarım Kongresi’nde sunduğu bildirisi ‘Kentsel Ölçekte Üretim Tasarım İlişkisi – Şişhane Örneği’. Bu çalışmanın bir bölümü, XX1 Mimarlık Dergisi’nin 2006 Kasım sayısında yayımlanmıştır. Ayrıca 2006 Design Week kapsamında ‘Made in Şişhane’ sergisi düzenlenmiştir.↩︎
- Üst sınıfın satın alması ile önceden değersiz olan yerlerin değer kazanması. (zargan.com)