2006’nın hemen başlarında Independent gazetesinde James Lovelock’un bir makalesi yayınlandı. Dr. Lovelock, yeryüzünün ilginç insanlarından biri: Öncelikle bağımsız bir bilim adamı (Britanya Royal Society üyesi), pek çok buluşa imzasını atmış önemli bir mucit, saygın bir yazar, küresel ısınma fenomeninin tehlikelerini dünyada ilk dile getirenlerden biri, bunu 25-30 yıldır ısrarla tekrarlayan aktif bir çevreci ve bilim dünyasında giderek daha geniş bir çerçevede kabul görerek, artık bir teori muamelesi görmeye başlayan Gaia (Tabiat Ana) hipotezini ortaya atan bir düşünür. Gaia hipotezi, dünyanın bir süperorganizma şeklinde işlev gördüğünü ileri sürüyor. Yani, dünyamız taşı toprağı, havası, suyu ile yaşayan bir varlık olarak hareket etmektedir.
Gaia Teorisi
Bu hipotez, Yeryüzü yüzeyinin ve okyanusların fiziki ve kimyasal durumunun, geçmişte ve her zaman, bizzat hayatın varlığı sayesinde sağlam ve rahat olduğunu öngörür. Daha önceki geleneksel görüş ise, bunun aksine, hayatın gezegen şartlarına uyum sağladığını ve hem hayatın, hem de gezegenin ayrı ayrı yollardan evrildiğini öngörmekteydi. Oysa, şimdiki Gaia hipotezine göre hayat Dünyayı düzenlemez ve kendisi için rahat hâle getiren bir faaliyette bulunmaz. Hipotezi geliştiren Lovelock’a göre, hayat için uygun bir hâlde düzenleme, hayatın, havanın, okyanusların ve kayaların tümünün evrimleşme sistemine özgü bir husustur. Gene James Lovelock’a göre, buna artık Gaia Teorisi de denebilir, zira hipotezin artık Daisyworld modelinde matematiksel bir temeli vardır, ve ayrıca denenmesi mümkün olan öngörülere sahiptir.1
‘Gezegen Hakimi’nden Patoloji Raporu: Yüksek Ateş
Makale, şöyle başlıyor: “Genç bir polis hanımı, zevk alarak yaptığı görevi başında çalışırken hayal edin; sonra, çocuğu kaybolmuş bir aileye, çocuğun yakındaki bir ormanda cinayete kurban gitmiş olduğunu bildirme görevini yerine getirirken hayal edin onu. Ya da, göreve yeni atanmış genç bir doktoru düşünün: Size, yaptığı biyopsi sonucunu, yani metastaz yapmış azgın bir tümörün bedeninizi istila etmiş olduğunu söylemekle görevli.

Doktorlar ve polisler, korkunç ve basit gerçeği kimilerinin vakur bir şekilde kabul ettiğini, kimilerininse nafile yere bunu inkâra çabaladıklarını bilir… Doktorlarla polislerin görevden kaçma şansı yoktur.”
İşte bu ‘kaçarı olmayan’ görev sorumluluğu dolayısıyla, Dr. Lovelock da acı haberi şöyle veriyor insanlara:
Bu, şimdiye kadar yazdığım en zor makale –zorluğu aynı sebeplerden kaynaklanıyor. Gaia teorim, Dünya’nın bir canlı gibi hareket ettiğini öngörür; şurası da çok açık ki, canlı olan her şey, sağlıklı bir hayat sürebileceği gibi, hastalığa da yakalanabilir. Tabiat Ana (Gaia) beni bir gezegen hekimi hâline getirdi ve ben mesleğimi çok ciddiye alıyorum;işte bu yüzden şimdi kötü haberi vermek zorundayım. Dünyanın dört bir yanındaki iklim merkezleri bir hastanenin patoloji laboratuarlarına tekabül ederler; onlar Dünya’nın fiziksel durumunu rapor ettiler, iklim uzmanları onu ağır hasta olarak olarak görüyorlar ve yakın bir gelecekte bir humma ateşi ile yanacağını, bu ateşli durumun 100 bin yıl kadar sürebileceğini söylüyorlar. Size şunu söylemeliyim ki, Dünya ailesinin üyeleri ve onun yakınları olarak sizler ve bilhassa medeniyet vahim bir tehlike içinde. Gezegenimiz, üç küsur milyar yıllık ömrünün büyük bölümünde, tıpkı bir hayvanın yaptığı gibi, sağlığını korudu ve hayata uygun şekilde yaşadı. Güneşin yaşamı biraz zorlaştıracak kadar sıcak olduğu bir dönemde dünyayı kirletmeye başlamış olmamız bir talihsizlikti. Gaia’nın ateşini yükselttik; yakında durumu kötüleşecek ve komaya benzer bir duruma girecek. Tabiat Ana bu duruma daha önce de düşmüş ve düzelmişti, ama iyileşmesi 100 bin yıldan fazla zaman almıştı. Bunun sorumlusu bizleriz ve sonuçlarına da katlanacağız: Yüzyıl ilerledikçe sıcaklık ılıman bölgelerde 8 derece, tropiklerde ise 5 derece yükselecek…
Bir Budalanın İkliminde Yaşıyoruz
Tam da bu noktada, dünyanın ve belki de kâinatın en tuhaf paradokslarından biri de ortaya çıkıyor. İnsanların atmosferi kirlettikçe, küresel ısınmanın yavaşlamasına sebep olmaları gibi bir acayiplik ortaya çıkıyor. Bu benzersiz tuhaflığın açıklamasını ve yol açabileceklerini gene Lovelock’un kalemine bırakalım:
Gariptir, kuzey yarıküredeki aerosollerin yarattığı kirlenme, güneş ışınlarını uzaya geri yansıttığı için küresel ısınmayı azaltmakta. Bu ‘küresel kararma’ geçicidir; zaten dumandan ibaret olduğu için, birkaç gün içinde tıpkı duman gibi dağılıp gidebilir ve bizleri küresel sera etkisinin sıcağına tümüyle maruz bırakabilir. Bir budalanın iklimi içinde bulunmaktayız aslında –kazara dumanla serinleyen bir iklimin. Ve, daha bu yüzyıl bitmeden, aramızdan milyarlarcası ölecek ve geriye kalan pek az sayıdaki üreyen çift, iklimin yaşanabilir olduğu kuzey kutbu bölgesinde varlığını sürdürecek. Dünya’nın kendi iklimini ve bileşimini düzenlediğini gözden kaçırdık ve bunu kendimiz yapmaya çalışma gafletine düştük, sanki üstümüze vazifeymiş gibi. Bunu yapmakla, kendimizi köleliğin en kötü biçimine mahkûm ettik. Dünya’nın kâhyası olmayı seçtiysek eğer, o zaman atmosferi, okyanusları ve yer yüzeyini hayata uygun şekilde tutmaktan da biz sorumluyuz demektir. Bunun imkânsız bir iş olduğunu da yakında göreceğiz…
Eşyanın Tabiatı
Peki bu vahameti, bu kadar temel ve basit bir gerçekliği, yani ‘doğa’nın doğasını’ neden fark edemedik bugüne kadar? Aslında, inanılmayacak kadar basit bir sebepten dolayı. ‘Charles Darwin’den bu yana Yeryüzü’ndeki hayata yepyeni bir bütünsel bakış açısını getiren ilk insan’ olarak tanımlanan Dr. Lovelock, geliştirdiği analizin kendisine başka bir izah tarzı bırakmadığını, Gaia’nın kendi kendisini düzenleyen mekanizmasının, ısınma konusunu düzenlemeyi başka bir güce bırakmasının ‘eşyanın tabiatı icabı’ imkânsız olduğunu anlatıyor.

Çünkü, Yeryüzü sistemi, sınırsız sayıda geri besleme mekanizmasını bağrında barındırıyor. İşte bu mekanizmalar milyarlarca yıldır uyum hâlinde hareket ederek, aksi takdirde çok daha soğuk olması gereken yeryüzünü yaşama elverişli belli bir sıcaklıkta tutmayı başarmışlardı. Oysa şimdi, aynı geri besleme mekanizmaları gene bir araya gelerek bu kez aksi yönde hareket ediyorlar: ulaşım ve endüstri gibi insan faaliyetleri sonucunda karbondiyoksit ve benzeri sera gazlarındaki muazzam salımlar yüzünden ortaya çıkan ısınmayı kat be kat artıracaklar. Bunun anlamı da şu oluyor: gezegenin o kadim düzenleyici sistemi üzerinde insanlığın yarattığı tahribat, doğrusal olmayacak; yani, kontrol edilemez şekilde hızlanarak artacak.2
Tabiatın İntikamı
Profesör Lovelock, bu olguyu, “Gaia’nın İntikamı” diye adlandırıyor ve etraflıca anlatıyor. Ona kulak verelim:
…Bilimin yeryüzünün asıl tabiatını fark etmesi neden bu kadar zaman aldı diye sorabilirsiniz. Bence şundan oldu: Darwin’in vizyonu o kadar iyi ve açık seçikti ki, bu vizyonu sindirmek için bugüne kadar gelmemiz gerekti. Darwin’in zamanında atmosferin ve okyanusların kimyası hakkında pek az şey biliniyordu; dolayısıyla, organizmaların kendi çevrelerine uyum sağlamanın (adapte olmanın) yanı sıra o çevreyi değiştirip değiştirmedikleri olgusunu Darwin’in düşünmesi için çok fazla sebep yoktu. Hayatla çevrenin sıkı sıkıya bitişik olduğu, bu ikisinin birlikte gittikleri o zamanlarda bilinebilmiş olsaydı eğer, Darwin evrimin yalnızca organizmaları değil, bütün gezegen yüzeyini de içerdiğini görebilecekti. O zaman biz de yeryüzüne bir canlıymış gibi bakabilecektik; havayı kirletemeyeceğimizi veya yeryüzünün derisini –yani onun orman ve okyanus ekosistemlerini– kendimizi beslemekte, evlerimizi döşemekte kullanabileceğimiz bir basit ürün olarak kullanamayacağımızı bilebilecektik. O zaman, bu ekosistemlere dokunulmaması gerektiğini, çünkü onların yaşayan yeryüzünün bir parçası olduğunu içgüdüsel olarak hissedebilecektik.
Ne Yapmalı?
Peki, dönülmez akşamın ufkundaysak eğer ve eğer vakit çok geç ise, şimdi ne yapacağız o zaman? Uluslararası camia, ülke toplulukları, tek tek ülkeler, birey toplulukları ve tek tek bireyler olarak? Ne yapmalıyız?

…Öncelikle, değişikliğin ürkütücü hızını akılda tutmalı, harekete geçmek için ne kadar az vaktimiz kaldığını idrak etmeliyiz. Ondan sonra da her topluluk ve her ülke, medeniyeti sürdürebilmek, onu ayakta tutabilmek için eldeki kaynakları elden geldiğince uzun süre en iyi biçimde kullanmanın yollarını aramalı. Medeniyet dediğin, enerji yoğunluklu bir şeydir ve çökmeden onun düğmesini kapatamayız. Dolayısıyla, güdümlü bir inişe (powered descent), böyle güvenli bir inişe ihtiyacımız var…
Cehennemde Bir Mevsim (100 bin yıllık)
Peki bu mümkün mü? Lovelock, bu çapta bir bilim adamı için şimdiye kadar benzerine rastlanmamış bir ‘net karamsarlık’ tablosu çiziyor:
İkinci Dünya Savaşı’ndaki beslenme rejimiyle beslenecek kadar yiyecek yetiştirebiliriz, ama biyolojik yakıt üretmeye ya da rüzgâr çiftlikleri kurmaya yetecek toprak bulunduğu düşüncesi, komiktir. Ayakta kalmak, varlığımızı sürdürmek için elimizden geleni yapacağız, ama ne yazık ki Amerika Birleşik Devletleri’nin ya da Çin ve Hindistan’ın büyüyen ekonomilerinin, zamanında kısıntıya gidecekleri ihtimalini göremiyorum. Ve sera gazı salımlarının asıl kaynağı da onlar. Yani, en kötüsü olacak ve geriye kalanlar da cehennemi bir iklime uyum sağlamak zorunda kalacaklar.
‘Cehennemde 100 bin yıllık bir mevsim!’ Peki kim kazanıyor, kim kaybediyor? Lovelock’a göre bu bir ‘kaybet kaybet’ durumu:
Belki de en hüzün verici olan şey, bu işten Gaia’nın da bizim kadar ve hatta daha fazla kayıplı çıkacağı gerçeği. Yaban hayatı ve koca ekosistemler de yok olmakla kalmayacak; insan uygarlığının şahsında gezegen de çok değerli bir kaynağını yitirmiş olacak. Biz sadece bir illet değiliz çünkü; aynı zamanda zekâmız ve iletişimimiz aracılığıyla, gezegenin sinir sistemiyiz de. Bizim aracılığımızla Tabiat Ana (Gaia) kendini uzaydan görebildi, kâinattaki yerini bilmeye başladı. Dünya’nın illeti değil, yüreği ve beyni olmalıydık. Neyse, şimdi cesur olalım, sadece insan ihtiyaç ve haklarını düşünmekten vazgeçelim ve yaşayan yeryüzüne kötülük ettiğimizi, Tabiat Ana’yla barışmamız gerektiğini görelim artık. Bunu, henüz birbirimizle müzakere edecek gücümüz varken yapmalıyız, zalim savaş beylerinin güttüğü bölük pörçük bir insan güruhuna dönmeden. Herşeyden önemlisi, Gaia’nın bir parçası olduğumuzu ve dünyanın gerçekten bizim evimiz olduğunu hatırlamak zorundayız.
Ömer Madra
- James Lovelock; Gaia – A New Look at Life on Earth. New York: Oxford University Press, 2000.↩︎
- Michael McCarthy; “Environment in Crisis: ‘We Are Past the Point of No Return’” The Independent Online, 16 Ocak 2006.www.independent.co.uk