“Değişmeyeni arayarak değişmeyi anlatan” ressam Erol Akyavaş 1932 yılında doğdu, 1999 yılı, 20 Nisan’da aramızdan ayrıldı.
Akyavaş 1957 yılında New York’ta açtığı ilk sergisinden bir eserle Museum of Modern Art koleksiyonuna katıldı. Sanat serüvenine de böyle bir müzenin koleksiyonuna dahil olarak, oldukça zor ve üst bir noktadan başladı. Bu eser daha sonra müzenin koleksiyonundan yapılan bir seçmeden oluşan bir sergiye katılarak Monet, Matisse, Mirό, Modigliani, Magritte, Picasso, Pollock, Tàpies gibi sanatçıların eserleri ile birlikte 1963 yılının Aralık ayından 1964 Martına kadar Washington’da National Gallery’de sergilendi.
Akyavaş’ın sanatında oldukça çeşitlilik gösteriyor olmasına rağmen 40 yılı aşkın bir süredir ürettiği yapıtlarına topluca bakıldığında, ilk yapıtları ile son yapıtları arasındaki bağı görmek zor değildir. Duvarlardan enteryörlere, ‘Che Guevara’ dizisinden Gazali’ye, ‘Fihi ma Fih’ten ‘Hallac-ı Mansur’a akan aslında aynı ırmağın suyu. Farklı kollardan akıp giden su, gelenek deltasında denize karışmış hep.
“İçindeki İçindedir”
Erol Akyavaş geleneksel sanata iki türlü yaklaştığını dile getiriyordu. 1960’larda yaptıklarını formel bir yaklaşım olarak görüyor ve o yıllar yaptıklarını geleneksel sembollerin sadece form olarak değerlendirilmesi diye yorumluyordu. Daha sonraki yapıtlarında ise kullandığı sembollerin bir anlamı olduğunu söylüyor, yazı ve sembollerin resimle, resmin içeriği ile bir ilişkisi olduğunu dile getiriyordu. 1989’da 2. İstanbul Bienali için gerçekleştirdiği ‘Fihi ma Fih’ (içindeki içindedir) adlı eseriyle 3 dinin sembollerini birden kullanarak Aya İrini’de, Sultan Mehmed’in Hristiyan annesinin ibadeti için koruduğu kilise ile bambaşka bir söylemin içine girdi.
Bu eser Alman küratör Wieland Schmidt’in ilgisini çekti ve onu 1990’da Berlin’de Martin Gropius-Bau’da düzenlediği Gegenwart-Ewigkeit adlı sergiye koyarak başka bir bağlamda okunmasına olanak tanıdı.
Çok Kültürlü Bir Mitos Gösterisi
Erol Akyavaş bu eserle birlikte tanıştığı yeni malzeme pleksiglas ile daha sonra İkonoklastlar için İkonalar dizisini gerçekleştirdi. Bu dizi önce St. Petersburg’da Benoit Palace’da, daha sonra da İstanbul’da sergilendi. Bu dizi ile pleksiglasın içinden yüzeyine çeşitli tabakalardan oluşan eserlerde âdeta Akyavaş’ın tüm serüveninin üst üste binmiş hallerini izledik. Bin yılı aşkın tarihi, arkeolojik bir bütün halinde, kült-büyü-ihtişam etkisiyle sunmuştu bizlere. Özel içten aydınlatmaları ile bu eserler izleyici için neredeyse çok kültürlü bir mitos gösterisine dönüşmüştü.
Son dönem yapıtlarına bakıldığında ise Akyavaş’ın iyice belirginleşen, giderek minimalleşen, gerçeğin, görünenin ardındakileri arayan tavrıyla; başka bir hakikat, başka bir estetik peşinde irade kullandığı görülür. Bu irade Ali Artun’un deyişiyle “bir aşk estetiği, bir manevi yaşantıdır.”
Haldun Dostoğlu