Ömer Madra

Ekolojik Adalet

İklim değişikliği konusunda zecri tedbirleri hemen almayan, bu konuda harekete geçmeyi erteleyen, savsaklayan, hatta hiçbir önemli adım atmamakta direnen çağdaş toplum yöneticilerini eleştiren yazar, New Yorker muhabiri ve aktivist Elizabeth Kolbert, şöyle karamsar bir sonuca varıyor:

Etkilerini gözardı etmenin gitgide daha zorlaştığı küresel ısınmaya karşı nihayet bir küresel cevap bularak tepkimizi gösterecek miyiz? Yoksa bencil çıkarlarımızın daha dar ve daha yıkıcı biçimlerine doğru ricat etmeyi sürdürecek miyiz? Bu kadar gelişmiş bir toplumun özünde kendisini yok etmeyi seçeceğini düşünmek çok saçma görünüyor, ama galiba içinde olduğumuz süreç tastamam da bu.1

Bu konuda iyimserliği ve umudu içinde barındıracak çözümün, yine hareketten geçtiği söylenebilir. Umut ancak mücadeleyi sürdürmekle, sürdürürken de adalet prensibini ön planda tutmakla mümkün. Çağımızın önde gelen siyaset bilimcilerinden Richard Falk, yeni bir makalesinde ekolojik âciliyet durumunu çevre adaleti perspektifinden ele alıyor.2 Aslında, küresel iklim değişikliğinin doğurduğu adaletsizlikler artık gayet iyi biliniyor. Dünya ısındıkça yoksul ülkelerin büsbütün okkanın altına gittiği, iklim değişikliğine ölçüsüzce katkıda bulunan zengin ülkelerinse milyarlarca dolar harcayıp kendilerini kuraklık ya deniz yükselmesi gibi risklere karşı garantiye almaya çalışırlarken, küresel iklim değişikliğinin en ağır sillesini yiyen ülkelere yardım etmedikleri gibi bilgiler artık herkesin malumu. Profesör Falk’un adalet ve hakkaniyet temelli görüş ve önerileri, özellikle bu açıdan önem taşıyor. Bunlar “Adalet Gezegenin Temelidir” ya da “Adaletin Bu Mu Dünya?” gibi bir başlık altında ele alınabilir.

Adaletin Bu Mu Dünya?

Profesör Falk, uzun bir ‘fetret’ devrinden sonra dünya çevre hareketinin son yıllarda önemli bir ikinci çevrime girdiğini söylüyor. Bilimciler arasında zaten epey zamandır oluşmuş olan konsensusa ilaveten şimdi dünyanın her yerinde kamuoyunda da bir uyanış gözüktüğünü, ayrıca, siyasetçilerin de konuyu gündemin üst sıralarına koymaya başladıklarını belirtiyor. Bunun, alınacak tedbirler açısından ümit verici olmakla beraber, girişilecek politika uyarlamalarında kabağın gene yoksullarla zayıfların başına patlaması halinde, geriye yönelik birçok kötü sonuç doğuracağını vurguluyor. Hele gelecek kuşaklar üzerindeki sonuçlarının hiç görülemeyeceğini tespit ediyor. Genel olarak çevreci analiz ve değerlendirmelerin birçoğunda bu perspektifin eksik olduğunu ortaya koyuyor. Yani, bu büyük çevre felaketinin teşhisinde de tedavisinde de hakkaniyet, denkserlik, âdillik gibi unsurlara pek dikkat edilmediğini saptıyor.

Dünyaya bir ölçüde barış, adalet ve umut getirebilecek miyiz?

Adalet Perspektifi Gözden Irak Olursa…

Peki o zaman ne oluyor? Falk’a göre, adalet perspektifi gözden kaçırılınca zenginlerle güçlüler ve bir de şu sırada yaşayan erginler bu işten kârlı çıkıyorlar. Yoksulların, marjinallerin ve henüz dünyaya gelmemiş olanların sırtındaki yüklerin ve bütün o mağduriyetlerin de büsbütün altı çizilmiş oluyor.

Küresel ısınmanın sebebi insan aktiviteleridir dediğimizde bütün insanların eşit oranda sorumlu olduğu gibi bir anlamın çıkması gibi bir durum olabiliyor. Oysa, küresel adaletsizliğin, sınıfsal eşitsizliklerin, güçlü olanın borusunu öttürdüğü bir düzenin, küresel ısınmanın asıl sebebi olduğu belirtilmelidir .

Bu eşitsizliklerin çağdaş endüstriyel hayatla ve onun savaş halleriyle ne kadar bağlantılı olduğunu görmezden gelmek, sadece haksız bir durum olarak kalmıyor. Falk’a göre bu du­rum ayrıca Kuzey ile Güney ülkeleri arasındaki gerginlikleri, belli ülkelerin içlerinde de ırksal ve etnik çatışmaları azdırıyor. Mesela, Irak’ta ilk Körfez Savaşı’nda su arıtma tesislerinin bombalanması, Gazze’de elektrik trafolarının İsrail tarafından bombalanması, zaten aşırı yoksul ve zayıf düşmüş olan Gazze halkının sağlık ve esenliği açısından korkunç sonuçlar verdi. Richard Falk, Robert Nadeau’nun Environmental Endgame (Çevrede Oyun Sonu) adlı kitabına da atıf yaparak şöyle diyor: Küresel çevre krizini çözmek için yapılması gereken gerçekçi ve pragmatik değerlendirmeler açıkça ortaya koyuyor ki, varlıklılarla yoksullar arasındaki ağır eşitsizlikler, insanın hayatta kalma kapasitesiyle orantılı değil.

Özel Çıkarların Canalıcı Rolü

Dünya hali üzerine Falk’un yazdıklarıyla bu konuda NASA’dan iklim bilimci James Hansen’in belirttiği görüşler arasında canalıcı bir paralellik de göze çarpıyor: Genel olarak kamuoylarında, özel olarak da yönetici elitlerde karşımızdaki büyük çevre tehlikesine ilişkin olarak hem derin bir inkâr, hem de derin bir çelişki hali bulunuyor.

“Yeryüzü milyonlarca yüzyıl boyunca tamamen zararsız trilobitler ve kelebekler üretti. Sonra çağlar geldi geçti ve evrim öyle bir noktaya geldi ki, Neronlar, Cengiz Hanlar, Hitlerler çıkartmaya başladı. Ancak ben bunun geçici bir karabasan olduğunu düşünüyorum. Zamanı gelince dünya hayatı destekleme kapasitesini tekrar kaybedecek ve yeryüzüne barış geri dönecek.” Bertrand Russell.

Problemlerin varlığını gittikçe daha fazla kabul etmek, ama bu tehlikeyi yaratan politikalarda en ufak bir değişiklik talep etmemek. Bu tehlikeli ve çok yönlü inkâr halini pekiştiren unsur ne peki? Elbette özel çıkarlar!

James Hansen da bu büyük açmazı aynı terimle orta­ya koyuyor. Ama Richard Falk, Hansen gibi bir fizikçi ya da doğal bilimci değil, bir siyaset bilimci olduğu için bir adım ileri giderek olayın adını da koyuyor: Denizaşırı şirket operasyonları, bu operasyonlarda hükümetlerin işbirliği, neo-liberal ideolojinin her türlü devlet düzenlemesine düşman tavrı, devletlerin jeopolitik tercihlerinde ve önemli/önemsiz meseleler ayrımında yaptıkları vahim öncelik sapmaları, vb…

Richard Falk’a göre şu sırada etik ve siyasal bakımdan büyük önem taşıyan iki şey şunlar: Bir kere, çevre adaletine ilişkin değerlendirme ve reçetelerin, küresel çevre politikaları genel çerçevesine dahil edilmesinde ısrarcı olunmalı. Aynı zamanda da çevreci analistleri teşvik edip çevre adaletini senaryolarında öncelikler arasına almaları, hem de sürdürülebilir çevre senaryolarına doğmamış kuşaklarm haklarını da yerleştirmeleri sağlanmalı.

Üç Kopma Noktası: Adalet; Enerji Darlığı; Militarizm ve Savaş

Bunun öneminin şurada yattığını belirtiyor Falk: Bugüne kadar çevrecilerin bakış ve politikalarında gözlenen üç önemli ‘kopukluk’ vardı; bunların âcilen giderilmesi artık şart oldu. Bu kopuklukların birincisi, çevresel adalet amacı güdülmeden sürdürülebilir çevre amacına ulaşılmasının mümkün olmaması. Sözkonusu iki amaç arasında kopmaz bir bağ bulunmakta. Oysa, bu ikisinin birbirinden ayrılamayacağı gerçeği bugüne kadar yeterince dikkate alınmadı.

İkincisi, petrol arzı ve fiyatlarına ilişkin olarak gittikçe büyüyen enerji darlığının, bugünkü dünya bağlamı içindeki belirleyici boyutuna ilişkin bir perspektif kopukluğu. Oysa, bunun Ortadoğu ve diğer yerlerde çıkabilecek savaşlar, vb. açısından büyük önemi olduğu aşikâr. Ayrıca, alternatif enerji diye biyodizelin empoze edilmesinin dünyada yaratacağı büyük açlık, kıtlık ve sefalet ihtimalleri üzerinde de pek durulmuyor. Petrol sonrası dünya için de pek bir hazırlık yok. Örneğin, Hindistan’da Tata şirketinin 2008 yılında piyasaya sürmeyi planladığı 3 bin dolarlık arabalar yüz milyonlarca kişiye satıldığında hem Hindistan’a, hem de dünyaya neler olacağı sorgulanmıyor.

Üçüncüsü, çevre adaleti ile savaş ve militarizm arasında bağlantı kurulamaması. Falk’a göre 21. yüzyıl başının en belirgin olgusu belki de bu: ‘Asimetrik savaş’ adı altında, sivil nüfusun su ve yiyecek tedarik kaynakları yüksek teknoloji ile ortadan kaldırılıyor. Irak’taki ‘uzun savaş’ta, özellikle çocuklar, zayıflar ve hastalar için feci sonuçlar veriyor bu durum. En yoksul kesimler tarumar oluyor, açlık ve hastalıktan kırılıyorlar. Temmuz 2007 tarihli Oxfam raporu Irak nüfusunun üçte birinin, yani 8 milyon insanın âcil yardıma muhtaç durumda olduğunu ortaya koyuyor. Bu bir insanlık krizi! Kıyaslama yapılacak olursa, bu rakam örneğin ABD’de 100 milyon, Türkiye’de de yaklaşık 25 milyon kişinin insanlık dışı bir duruma düşmüş olması anlamına geliyor. Ayrıca, örneğin, seyreltilmiş uranyum (DU) mermileriyle bozulan hava ve çevrede yaşayanların durumu henüz net olarak or­taya konabilmiş değil.

Dünya Çevre Hareketinin 2. Kuşağı ve Irak Savaşı

Ne yapması gerektiği konusunda konuşurken, çevrecilerin bu kopukluklar üzerinde dikkatle durması gerektiğini belirtiyor Falk. 1960’ların sonunda yükselen ‘Birinci Kuşak’ çevre hareketi, özellikle neo-liberalizmin yükselişine paralel olarak son yirmi yıldır hız kesmiş, hatta inişe geçmişti. Ama, yirmi birinci yüzyılın başında, özellikle 2003’ten itibaren küresel iklim ve çevre hareketlerinde yeni bir uyanış ve dinamizm gözlendiğini söylüyor…

Richard Falk bunu belli bir sebebe bağlamıyorsa da bu yükselişte Irak savaşının önemli bir etken olduğu, daha doğrusu barış hareketleriyle bir bağlantı kurulması gerektiği söylenebilir. Irak’ın istilasına giden aylarda dünya toplumlarında büyük bir hareket oluştuğu, hatta 15 Şubat 2003 tarihinde bütün dünyada eşzamanlı olarak 10 milyonun üzerinde insan sokaklara dökülmüş olduğu hatırlanırsa bu bağlantı ağırlık kazanabilir. Daha bir savaş çıkmadan önce, o savaşa karşı çıkan milyonların çepeçevre dünyayı sarmış olduğu görüldü. Tarihte eşi görülmemiş bir düzeye ulaşan bu barış ve adalet hareketinin, barışçı ve âdil bir çevre düzeni isteyen hareketi galvanize etmesi ve hatta bir şekilde onunla bütünleşmesi kaçınılmaz sayılabilir. Arada böyle güçlü bir bağlantı olduğunu düşünülebilir. Hatta, Türkiye’de de savaş-karşıtı harekete katılanların, küresel ısınma mitinglerinde ön planda yer almaları, bu bakımdan oldukça anlamlı olabilir.

Çevre Adaleti ve Aktivistler

İklim krizi ve küresel ısınma konusunda birer yeryüzü vatandaşı olarak insanların epey ağır bir mücadele yürütmek zorunda olduğu açıkça görülüyor. Bu mücadelede çevre adaleti, sözün ve özün en önemli parçalarından biri olmak zorunda. Profesör Richard şöyle diyor:

Çevre adaleti çağrısı demokratik toplumların ‘ethos’unun, yani etik değerlerinin bir parçası olmak zorunda. Çevresel adalet çağrısı, aynı zamanda her kişinin asli, vazgeçilemez ve devredilemez insan hakkı olarak ele alınmak zorunda. Bunlar böyle olmadıkça, haksızlık ve adaletsizlik örneklerinin çoğalarak artacağı neredeyse kesin olarak söylenebilir. Dahası, iklim krizinden doğacak kıtlık şartları o kadar katı olacaktır ki, temel kaynakların karneye bağlanması gibi çok ağır tedbirleri yürürlüğe sokmak zorunlu olacağından, haksızlık örneklerinin kat be kat artacağından da emin olabiliriz.

Dolayısıyla, yakın gelecekte iklim krizi tehdidiyle mücadeleye girecek olanların dikkatle geliştirmek zorunda oldukları düşünceler ve toplumsal eylemlere, bilinç yükseltmeyi amaçlayan bir söylem de dahil olmalı, diyor Falk ve ekliyor: “Çevresel adaletin sağlanması kaygısı da, bu söylemin ayrılmaz bir parçasını oluşturmalıdır.”

Son Nesil

Umut, iklim değişikliğinin hem sebeplerini, hem de toplumsal eşitsizlikler, küresel adaletsizlik ve iktidar ve kâr peşindeki kapışmalarla olan ilişkilerini kavramış bir toplumsal muhalefetin, siyasal bir çizgi içinde yükseltilmesinde gibi görünüyor…

Filozof ve barış aktivisti Sir Bertrand Russell 1961’de on iki önemli bilimci adına şu satırları kaleme alıyordu:

Önümüzde, eğer biz seçersek, sürekli bir mutluluk, bilgi ve bilgelik yolunda kesintisiz bir ilerleme var. Yoksa bunun yerine kavgalarımızı devam ettirip, ölümü mü seçeceğiz? Biz insanlar olarak başka insanlara bir çağrıda bulunuyoruz: İnsanlığınızı unutmayın. Bunu yapabilirseniz yeni bir cennetin yolları açık. Bunu yapamazsanız önünüzde evrensel ölüm var.

‘Türkiye Kyoto’yu İmzala’ mitinginde insana umut veren bir başka kelebek türü.↩︎

Noam Chomsky de Hegemony or Survival (Hegemonya ya da Hayatta Kalmak) adlı kitabını, Russell’dan yaptığı şu alıntıyla bitiriyor:

Yeryüzü milyonlarca yüzyıl boyunca tamamen zararsız trilobitler ve kelebekler üretti. Sonra çağlar geldi geçti ve evrim öyle bir noktaya geldi ki, Neronlar, Cengiz Hanlar, Hitlerler çıkartmaya başladı. Ancak ben bunun geçici bir karabasan olduğunu düşünüyorum. Zamanı gelince dünya hayatı destekleme kapasitesini tekrar kaybedecek ve yeryüzüne barış geri dönecek.3

Burada kavranılabileceğin ötesinde bir projeksiyondan söz edilmekte. Ama, insanlığın biyolojik bir hata olduğunu ispat etmek zorunluğundan da söz edilemez olsa gerek. Chomsky’nin evrim biyologu Ernst Mayr ve Harvard’daki arkadaşlarının kapsamlı araştırmasına dayanarak belirttiği gibi, insan türü gerçekten de 100 bin yıllık ömrünü tamamlamış olabilir. Fakat kendisine tahsis edilen bu 100 bin yılı kendisini ve başka pek çok şeyi yok etmekle tamamlamışsa, ne yazık ki o zaman insanın biyolojik bir hata olduğu söylenebilir. Hatta bir uzaylı gelseydi ve dünyanın haline baksaydı şöyle bir sonuca ulaşabilirdi diyor Chomsky: İnsanlar bu yıkma ve yok etme kapasitelerini bütün tarihleri boyunca kullanmışlar. Özellikle de son birkaç yüzyıl içinde bu kapasitelerini dramatik biçimde ortaya koymuş, çevreye muazzam bir yıkım getirmiş, daha karmaşık organizmalarm çeşitliliğine tasallut etmişler ve bunu da soğukkanlı, hesaplı bir vahşetle, kendi türlerine yönelik olarak da uygulamışlardır. Burada önemli olan şu, diyor Chomsky: Herşey bitmeden önce, Russell’ın söz ettiği bu karabasandan uyanabilecek miyiz? Dünyaya bir ölçüde barış, adalet ve umut getirebilecek miyiz? Chomsky, bu imkânın hâlâ elimizde olduğunu söylüyor.

Bilim yazarı Fred Pearce, Son Nesil (The Last Generation) adlı kitabına James Hansen’den yaptığı şu alıntıyla başlıyor: “İklim sisteminin eşik noktasında, uçurumun kenarında duruyoruz. Bu eşiğin ötesinde kurtuluş yoktur.”4

Uçuruma düşüp düşmeme seçiminin tamamen kendi elimizde olduğunu son bir kez daha vurgulamak gerekli görünüyor. 5(Bkz; Küresel Isınma, Russell – Einstein Manifestosu)

Ömer Madra .


  1. Elizabeth Kolbert; Field Notes From A Catastrophe, London: Bloomsbury, 2006. (s. 187)↩︎
  2. Richard Falk; “The Second Cycle of Ecological Urgency: An Environmental Justice Perpective 2006 -Stockholm Conference on Environmental Law and Justice” başlıklı toplantıya sunulan tebliğ. (Özel e-posta)↩︎
  3. Noam Chomsky; Hegemony or Survival – America’s Quest for Global Dominance. London: Hamish Hamilton, 2003. (s. 237)↩︎
  4. ? Fred Pearce; The Last Generation – How Nature Will Take Her Revenge for Climate Change. London: Eden Project Books, 2006.↩︎
  5. Bu yazının tam metni Niçin Daha Fazla Bekleyemeyiz – Küresel Isınma ve İklim Krizi adlı kitapta yayınlanmıştır:Ömer Madra, Ümit Şahin; Niçin Daha Fazla Bekleyemeyiz – Küresel Isınma ve İklim Krizi. İstanbul: Agora Kitaplığı, Ağustos 2007. (s. 341-349)
Paylaş:

Önceki Yazı

Ekolojik

Victor Ananias
Gittikçe doğadan, doğal döngülerden uzaklaşan yaşamlarımızda bir ‘ekolojik’tir gidiyor. Gıda, tatil, mimari, sivil hareket gibi bir çok alanda bu kelimeyi…
Devamını Oku

Sonraki Yazı

Ekolojik Mimari

Victor Ananias
 Kısaca barınak, yol, köprü gibi yapı ve mekânların doğa kanunları ve varolan doğal koşullar ile planlanması ve inşa edilmesi, ortak…
Devamını Oku

İlgili İçerikler

Richard Brautigan

Zekeriya Şen
30 Ocak 1935’de Washington, Tacoma’da doğdu. Amacı hep bir yazar olmaktı. Şiir, öykü ve roman yazmak istiyordu. Zaman geldi bu…
Devamını Oku

Refah Faciası

Hasan Ersel
23 Haziran 1941’de bu Refah şilebi içerisinde çok sayıda deniz subayı, deniz eri, hava öğrencisi, hava subayı ve tabii ki…
Devamını Oku

Hay Hak!

Cemal Ünlü
Karagöz’ün son büyük ustası Hayâli Küçük Ali, gönülden bağlı olduğu sanatının köklerini şöyle anlatır; Hacivat perdeye gelirken edeple girer. Bu…
Devamını Oku