Atilla Aksoy

Duke

Duke Ellington, 1899-1974.

Edward Kennedy (Duke) Ellington (1899-1974). 1965 yılında Pulitzer Ödül Komitesi müzik kategorisinde ödüle layık kimse bulmadığını açıkladığında, adaylardan 66’lık Duke Ellington “Kader beni kolluyor. Bu genç yaşta çok meşhur olmamı istemiyor” demişti. Ünlü caz eleştirmeni Ralph Gleason’ın tepkisi sanatçı kadar soğukkanlı olmadı: “Amerikan entelektüelleri, Amerikanın yetiştirdiği en büyük besteciye hakkını vermiyorlar. Bu kadar basit.” diye yorumladı olayı. Gleason’ın tanımlamasını genişletebiliriz: “Amerika’nın dünyaya armağan ettiği yegâne sanat dalında yetiştirdiği en büyük müzisyen”.

Enstrümanı olarak gördüğü orkestrası için yaptığı 2000’i aşkın bestesi, 20.000’e yakın performansı ile bu sıfatı gerçekten hak etmiş; Louis Armstrong gibi bir virtüöz anlamında olmasa bile yeni ve farklıyı arama, yorumlama, organizasyon, yeteneği keşfetme, yetiştirme, inisiyatif verme, başkalarını yıldızlaştırırken yükselme ve özellikle cazı evrenselleştirme gibi farklı boyutlarda kendini defalarca kanıtlamış, cazın eşsiz bir dehasıydı Duke Ellington.

Yüzyılın dönümünde ırk ayrımı açısından dönemin en liberal sayılabilecek kentlerinden biri olan Washington’da pek çok Afro-Amerikan sanatçıdan farklı olarak görece refah içindeki bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Bir sosyete doktorunun yanında çalışan babası James Edward ve özellikle özgüveninin gelişmesinde büyük rol oynayan annesi Daisy tarafından ‘lider’ olmak üzere yetiştirildi.

7 yaşında başladığı piyano derslerini kısa sürede terk etti. O yıllarda eğilimi daha çok resim ve grafik tasarımına dönüktü. Ama kendi deyimiyle, “gittiği lokallerde her seferinde piyanonun yanında güzel bir kadının duruyor olması” müziğe olan ilgisini yeniden canlandırdı. 18 yaşında ‘Soda Fountain Rag’i besteledi. Birkaç yıl sonra da Harlem Rönesansı’nın cazibesi onu New York’a çekti ve 50 yıldan fazla sürecek muhteşem kariyerine 1923’te orada başladı. Lider özellikleri, bir daha değişmeyecek olan konumunu kısa sürede elde etmesini sağlarken, Times Square’deki Hollwood Inn ve daha sonra canlı radyo yayınlarının yapıldığı Cotton Club’daki “Jungle Music” performansları ona daha 1920’ler sona ermeden ulusal bir şöhret olma yolunu açtı.

Ravel, Debussy gibi sanatçılar başta olmak üzere Avrupa sanat müziğinden etkilendi. Özellikle bebop’un filiz vermeye başladığı 1940’lara kadar cazı entelektüelleştirme ya da başka bir deyişle bir sanat dalına dönüştürme çabasını gösteren yegâne sanatçı oldu.

“Sanki Cennete Gitmiş ve Tanrı’nın Özel Asistanlığına Atanmıştım”

İlk döneminde Bubber Miley, Sidney Bechet, Sonny Greer, Willie-the-Lion-Smith; daha sonraları Johnny Hodges, Barney Bigard, Juan Tizol, Cootie Williams, Lawrence Brown ve nihayet 40’lardan sonraki dönemde Jimmy Blanton, Ben Webster, Ray Nance, Paul Gonsalves ve beste ve aranjmanlarındaki en büyük yardımcısı Billy Strayhorn gibi sanatçıları orkestrasına dahil ederek büyük orkestra geleneğini sayısız yıldızla birlikte en uzun süre götüren sanatçı oldu. Bir dönem Duke’un yanında çalışan ünlü caz eleştirmeni, besteci Leonard Feather “sanki cennete gitmiş ve Tanrı’nın özel asistanlığına atanmıştım” diye tanımlar ilişkisini. Ancak yanında çalışan her sanatçının onun hakkında bu denli olumlu düşündüğünü söylemek de mümkün değildir. Yine de çoğunun yıldız mertebesine ulaşmasında Duke’un büyük rolü olduğu yadsınamaz.

“Shakespeare’in Elizabeth döneminin diğer dramatistlerine üstünlüğü ne kadarsa 1926’dan itibaren Duke’un da rakiplerine üstünlüğü aynen o kadardır” der Eric Hobsbawm. Gerçekten de vokalistlerin etkin kullanımı, 1920’lerde ona büyük ün kazandıran dans müziği formundan ayrılıp gerçekleştirdiği ‘Black and Tan Fantasy’ (1927) ve ‘Mood Indigo’ (1930) besteleri, ilk uzun eseri ‘Creole Rhapsody’ (1931) ile senfonik caz girişimi, Swing dönemine Juan Tizol sayesinde armağan ettiği ‘Caravan’ (1937), Afro-Amerikan topluluğun tarihi üzerine kurulu ‘Black, Brown and Beige’ (1943), 1956 Newport Caz Festivalindeki Paul Gonsalves’in tarihî solosuyla doruğa ulaşan muhteşem konser performansı, Shakespeare karakterlerine dayanan ‘Such Sweet Thunder‘ (1957), ileri yaşlarında dine olan yakınlaşmasının ürünü olarak Sacred Concerts (1965, 1968), film müzikleri, dünya müzikleriyle buluşmaları gibi saymakla bitmeyecek kadar başarıya imza atmıştır cazın Casanova’sı. Ama muhtemelen caz tarihinde eşi görülmemiş başarısının ardında büyük orkestra formatının, cazın birbirinden ayrılmaz üç problemini çözmüş olması yatar; orkestra için çok geniş bir repertuarın bestelenmesi, repertuarın mükemmel orkestrasyonu ve enstrümantal stillerin özgünlüklerini kaybetmeden orkestra içinde bir araya getirilmesi.

Atilla Aksoy 

Paylaş:

Önceki Yazı

Doping

Aydan Çelik
  Marco Pantani 14 Şubat günü bir otel odasında ölü bulundu. Otopsi sonuçları kokain zehirlenmesine bağlı beyin ödemi ve kalp…
Devamını Oku

Sonraki Yazı

Durum

Engin Akın
Buğday ‘Tiriticum’ ailesinden otsu bir bitkidir ve arpadan sonra tarımı yapılan en eski tahıldır. İlk tarımının 12 bin yıl önce…
Devamını Oku

İlgili İçerikler

Savaş ve Barış

  “İnsanın işleri hakkında güvenle fazla birşey söyleyemeyiz, ama bazen bu mümkündür. Mesela, şunu epey kesin bir şekilde söyleyebiliriz: Ya…
Devamını Oku

Godzilla

Godzilla ile söyleşiden
40’lı yıllarda Japonya’da dünyaya geldim. Doğum tarihim ne yazık ki tam olarak bilinemiyor. Asım adım ise Gojira, ama Amerika’da, Avrupa’da…
Devamını Oku

Musiki Meclisleri

Bülent Aksoy
Osmanlı-Türk musikisinin önemli bir kurumudur. Musiki meclislerinin Osmanlı musiki geleneğinin kurulmasıyla birlikte kurulduğunu söyleyebiliriz. Türk musikisinin çok seçkin bir kurumu…
Devamını Oku

Maç Öncesi Milli Marş

Emre Zeytinoğlu
Türkiye’de, ‘ulusal maçlardan önce milli marş’ uygulamasının uzayıp gitmesi, karşıt ya da yandaş fikirlerin yarattığı bir tartışma ortamını gündeme getiriyor.…
Devamını Oku