Ekolojik olarak sürdürülebilir bir toplumsal düzen, çevreyi insan hakları ve demokrasinin özüne yerleştiren bir düzendir. Çevresel haklarla demokrasiyi birbirine bağlayan ‘çevre ile ilgili bilgiye erişim hakkı’ da böyle bir düzenin dayandığı anlayışın odağında durmaktadır. İlk kez 1972 Stockholm Bildirgesi’nde bir insan hakkı olarak dile getirilen ve 1998 Aarhus Sözleşmesi’yle güvenceye alınan çevre hakkı, insanlığın bugünkü ve gelecek kuşaklarının sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını tanımlar. Kuşaklar içinde ve kuşaklar arasında ortaklık ve dayanışmayı öngören çevre hakkı, herkesi yeryüzünün sürdürülebilirliği ve gelecek kuşakların hakları için de ödevli kılar.

Usûl Hakları ve Çevre Demokrasisi
Hak ve ödev bütünlüğü üzerine kurulu olan çevre hakkının tam anlamıyla kullanılabilmesi için, usul hakları dediğimiz ‘bilgi edinme’, ‘katılım’ ve ‘yargıya başvuru’ hakları ile güçlendirilmesi gerekir. Çevre ile ilgili bilgiye erişim ise hem çevre hakkının hem de katılım ve yargıya başvuru haklarının önkoşulu niteliğindedir. Çünkü, halkın katılımı ancak çevre ile ilgili bilgiye sahip olması durumunda ‘bilgilendirilmiş’ ve ‘etkili’ bir katılıma dönüşür. Bilgiye erişim bir çevresel denetleme yolu olarak yargıya başvuru hakkının kullanılmasının da gereğidir. ‘Çevresel Konularda Bilgiye Erişim, Karar Verme Sürecine Halkın Katılımı ve Yargıya Başvuru Üzerine Aarhus Sözleşmesi’ bu usûl haklarını düzenleyerek çevresel haklar dizgesini tamamlamıştır. Sözleşme, devletleri bu hak ve ödevlerin gerçekleştirilmesini sağlayacak önlemleri almakla görevlendirir.
Çevre ile ilgili bilgiye erişim, katılım ve yargıya başvuru hakları ile birlikte ‘çevre demokrasisinin’ ya da ‘demokratik çevre yönetiminin’ de yapıtaşı niteliğindedir. Herkesin ortak varlığı ve sorumluluğu olan çevre ile ilgili siyasal ve yönetsel karar süreçlerinin açıklık ve saydamlık ilkesi çerçevesinde düzenlenmesi gerekir. Çevre demokrasisi için atılmış en önemli adım olarak nitelenen Aarhus Sözleşmesi, bilgi edinme ve katılım haklarını tanıyarak, çevre yönetiminde gizliliğin kaldırılıp açıklığın kural kılınmasının güvencesini oluşturmaktadır.
Çevre ile ilgili bilgiye erişim hakkının niteliği nedir? Çevresel bilgiye erişim hakkının ‘etken’ ve ‘edilgen’ bilgilendirme olarak tanımlanan iki boyutu bulunmaktadır. Edilgen bilgilendirme, kamu makamlarının başvuru üzerine istenen bilgiyi başvuranlara verme yükümlülüğünü ifade eder. Etken bilgilendirme ise, kamu makamlarının kendiliğinden, çeşitli yöntem ve araçlarla, halkı çevrenin durumu hakkında bilgilendirmesini gerektirir. Bu ikinci boyutun yerine getirilmesi, halkın çevre ile ilgili konularda özgür ve bilinçli kararlar verebilmesi, olası çevresel tehlike ve riskler karşısında koruyucu önlemler alabilmesi açısından çok önemlidir.
Kimler, Hangi Bilgileri İsteyebilir?
Bilgi edinme hakkı kapsamında hangi bilgiler istenebilir? Genel olarak çevrenin durumu, çevre üzerindeki baskılar ve bu baskılara toplumun ürettiği yanıtlar hakkındaki her türlü bilgi bu hakkın konusunu oluşturmaktadır. Hava, su, toprak, canlı ve cansız varlıklar, her türlü atık, radyoaktif ve tehlikeli maddeler, genetik olarak değiştirilmiş organizmalar da dahil olmak üzere biyolojik çeşitlilik gibi doğrudan çevrenin ögeleri ve çevre kalitesi ile ilgili bilgiler yanında, çevrenin durumunu etkileyen ya da etkileyebilecek politikalar, planlar, kararlar, ekonomik değerlendirmeler de bilgi de bilgi edinme başvurusuna konu olabilmektedir. Kısacası, yaşam kalitesini etkileyen çevresel olgulardan uluslararası çevre politikasıyla ilgili kararlara kadar her türlü bilgiyi isteme hakkını vermektedir. Ancak hem sözleşme hem de ilgili ulusal düzenlemeler, ‘çevresel açıklığın’ sınırlarını hatırlatır biçimde, kamudan istenebilecek çevresel bilgilere çeşitli istisnalar getirmiştir. Kamu güvenliğini, uluslararası ilişkileri, ulusal savunmayı vb. etkileyebilecek bilgilerin verilmesiyle ilgili başvurular reddedilebilir.
Bilgi edinme hakkının özneleri, yani hakkın sahipleri kimlerdir? Aarhus Sözleşmesi bilgi edinme hakkını yurttaşlık, milliyet, ikamet gibi kısıtlamalar ve ilgili çıkar koşulu olmadan herkese tanır. Sözleşme, uyum konusundaki düzenlemesiyle de yenilikçidir: Taraf ülkelerin yurttaşlarına ve sivil toplum örgütlerine ülkelerinin sözleşmeye uyumuyla ilgili şikayetlerini bir uluslararası kurum olan sözleşmenin ‘uyum komitesi’ne götürme olanağı sağlar.
Henüz Aarhus Sözleşmesi’ni imzalamayan ülkemizde ise, 4982 sayılı ‘Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’ ile 5491 sayılı kanunla değiştirilen 2872 sayılı ‘Çevre Kanunu’nun 30. maddesi çevre ile ilgili bilgiye erişim hakkının yasal dayanağını oluşturur. Hem çevre ile ilgili pek çok konuda veri ve bilgi eksikliğinin devam etmesi, hem de yönetimdeki gizlilik geleneği, bilgi edinme hakkının gerekli ve yeterli biçimde kullanılmasını engellemektedir.
Semra Cerit Mazlum