İktisatta üzerinde durulan temel sorun çok sayıda karar alıcının kendi sorunlarını çözmek için aldıkları kararların karşılıklı etkileşiminin toplumsal sonuçlarının neler olacağıdır. Kim, hangi mal ve hizmeti, hangi fiyatlardan alacak? Bunları kimler üretip satacak? Bunun sonunda o toplumda insanların gereksinimleri tatmin edilmiş olacak mı?
Tabii bütün bu sorulara bir tanesini daha eklemek gerekiyor. Bir toplum yukarıdaki sorunlarını en iyi nasıl çözebilir? Başka bir deyişle bireysel kararların karşılıklı etkileşiminin oluşacağı pek çok ortam yaratılabileceğine göre bunlardan toplumsal açıdan en uygun olanının hangi olduğunun saptanması da bir sorun olarak düşünülmelidir. Buna ‘iktisadi sistem seçimi’ sorunu diyebiliriz.

1723-1790.
Neoklasik İktisadın Yaklaşımı: Gerekli Tam Bilgi1
İktisatta, XX. yüzyılın ilk üç çeyreğini de kapsayan dönem içinde uğraşılan temel konu, bu farklı kararların karşılıklı etkileşiminden bir uyum sağlanabileceğini göstermekti. Neoklasik iktisat okulunun önde gelen iktisatçıları büyük ölçüde rekabetçi piyasa mekanizması üzerinde durdular ve Adam Smith’in ünlü benzetmesiyle ‘görünmez elin’ hangi koşullarda çalışacağını göstermeye çalıştılar. 1950lerin başında, daha sonra ‘Gönenç İktisadının İki Temel Teoremi’ adını alacak olan iki önemli sonuca ulaşıldı. Bunlardan ilki, rekabetçi piyasa mekanizmasının çalıştığı koşullarda ‘Pareto etkin duruma’ ulaşılabileceğinin gösterilmesiydi. Pareto etkin durum ise, kimsenin durumunu bozmadan bir kişinin bile durumunun daha iyileştirilemeyeceği durum olarak tanımlanıyordu. İkinci temel teorem ise iktisat politikası açısından daha önemliydi. Belli bir Pareto etkin duruma ulaşılmak istendiğini düşünelim. Örneğin, gönenç dağılımının eşit olduğu bir Pareto etkin durum varmak isteyelim. Gönenç iktisadının ikinci temel teoremi, toplumdaki servet dağılımını uygun bir biçimde değiştirdikten sonra rekabetçi mekanizmanın işlemesi sağlandığında oraya varılabileceğini gösteriyor.

Bu iki teorem, belli bir görüş açısının iktisadi düşünce dünyasına yerleşmesine yol açtı. O da kaynak dağılımı olgusuna devletin karışmasına gerek olmadığı idi. Devletin yapması gereken rekabetçi mekanizmanın çalışmasına olanak sağlayacak yasal düzenlemeleri yapmaktan (rekabeti engelleyecek davranışları yasaklamak üzere düzenlemeler yapmak –yani rekabet hukukunu hakim kılmak, piyasaya giriş çıkışı kolaylaştırmak– yani icra ve iflas hukukunu bu amaca uygun biçimde düzenlemek) ibaretti. Ancak, hemen altı çizilmesi gereken bir nokta var. Tabii, devletin gelir ve servet dağılımının belli bir biçimde olmasını sağlamak üzere vergi almak ya da sübvansiyon vermek gibi işlevleri olduğu, bu çalışmaları yapan iktisatçıların önemli bir kısmı tarafından da kabul ediliyordu.
Hayek: Eksik Bilgi
Ama iktisatta olup bitenler bundan ibaret değildi. Bir özgürlükçü (libertarian) düşüncenin önde gelen ismi Friedrich (August von) Hayek (1889-1992), 1945 yılında yayınladığı bir yazısında, (Hayek, 1945) piyasa mekanizmasına başka bir açıdan bakmayı önerdi. Ona göre, piyasa sorununa hem neoklasik iktisatçılar hem de Oskar (Ryszard) Lange (1904-1965) gibi toplumcu iktisatçıların bakışında bir eksiklik vardı. Bu iktisatçılar fiyatlara ‘mallar arasındaki değişim oranları’ olarak bakmışlardı. Onların gözünde fiyatlar “bir kilo kiraz karşılığında kaç kilo salatalık alınır?” gibi soruların yanıtını vermeye yarıyordu. Oysa, Hayek fiyatların bundan ibaret olmayıp, aynı zamanda bir ‘bilgi iletim yolu’ olduğunu, yani fiyatların karar almak için gerekli olan bilgiyi verdiğini ileri sürüyordu.
Neoklasik iktisatçılar kuramsal çerçevelerini, kişilerin fiyatları bildikleri varsayımı üzerine kurmuşlardı. Sarı elmanın kırmızı elmadan, Ankara’daki elmanın Adana’daki elmadan ve bugün manavda olan elma ile bundan 23 gün sonra manava gelecek olan elmanın farklı olduğu düşünülürse, bu varsayım bir karar alıcının milyonlarca fiyatı belleğinde tutabildiği anlamına geliyor. Hayek, haklı olarak, bunun olanaksız olduğuna dikkati çekiyor. İnsanlar bu fiyatları bilemezler. Olsa olsa öğrenmeye çalışırlar. Ama burada Hayek’in dikkati çektiği bir başka sorun var. Bilgi toplamanın ciddi bir maliyeti vardır. Elma fiyatlarını öğrenmeye kakıştığınızı düşünelim. Ya manavları dolaşacaksınız ya da telefon edeceksiniz. Bazen de öğrenemeyeceksiniz. Gelecek sene Nisan ayının 22’sinde bizim bakkaldan elmayı kaça alabileceğimi nasıl öğrenebilirim ki?
Hayek, bu eleştirilerini ortaya koyduktan sonra neoklasik iktisatçıların ‘herkesin gerekli her bilgiye sahip olduğu’ biçimindeki varsayımının iktisadi sorunu doğru ele almayı engellediğini ileri sürüyor. Onun yerine iktisadi olayların karar alanların ancak ‘biraz bilgileri olabileceğini’ ve bazı bilgileri de maliyetine katlanabilirlerse edinebileceklerini varsaymak gerektiğini gösteriyor.

Arrow ve Stiglitz: Bilgi İktisadı
Hayek’in bu önerisinin önemini ilk ciddiye alan, neoklasik iktisadın programına en önemli katkıları yapmış olan büyük ABD’li iktisatçı Kenneth J. Arrow (1921) oldu. Arrow 1950’lerin başında iktisatta bilginin önemine işaret eden önemli çalışmasını (Arrow, 1953) yayınladı. Onu belirsizlik, bilgi toplamanın maliyetli olduğu koşullarda bilgi eksikliğinin yarattığı sonuçlar gibi konularda pek çok önemli çalışma izledi. George Ackerloff (1940), Michael Spence (1943) ve Joseph E. Stiglitz (1943) bilgi iktisadının oluşmasına yaptıkları son derece önemli katkıları nedeniyle 2001 yılında İsveç Merkez Bankası’nın Alfred Nobel adına koyduğu iktisat ödülünü kazandılar. Bu çalışmalar iktisatçılara pek çok ufuk açtı. Ama bir şeyleri de götürdü. Bilgi eksikliklerinin varlığının piyasaların etkinliği ve kurumları işlevleri gibi konulardaki sonuçların köklü bir biçimde değişmesine yol açtı. İşte bir örnek:
Yukarıda, rekabet koşullarının sağlandığı ortamda devletin piyasaya müdahalesine gerek olmadığını, piyasa mekanizmasının kaynak dağılımında etkinliği sağlayacağının gösterildiğini söylemiştik. Ama bu bilgisel aksaklıkların olmadığı koşullarda geçerli olan bir sonuç idi. Greenwald ve Stiglitz, bu varsayım değiştirildiğinde, rekabetçi piyasa mekanizmasının çözümünün Pareto etkin olamayacağını kanıtladılar. Çünkü bu durumda devlet müdahalesi yoluyla rekabetçi piyasa mekanizmasına oranla Pareto anlamında daha iyi bir sonuç elde etmek olanaklıydı, (Greenwald & Stiglitz, 1984). Böylece piyasa mekanizmasına kutsal bir dokunulmazlık sağlayan sonucun, gerçek yaşamda sağlanması olasılığı çok düşük (sıfır dememek için çok düşük diyelim) bir durum dışında geçerli olmadığı gösterilmiş oldu. Tabii devletin bunu bunun nasıl yapacağı, yapılmasının zorlukları ve doğuracağı diğer sorunlar ortadan kalkmış değil. Çünkü bilgi sorunu, piyasa oyuncuları için varsa devlet için de var. Zaten, bu öykünün ilginç bir yönü de bilgi iktisadının doğmasına bir anlamda yol açan Hayek’in aslında ilgilendiği sorunun merkezi planlamanın işlemesinin olanaksız olduğunu göstermek olmasıydı. Hayek bu işi devlet yapamaz demek isterken, piyasaların da bunu beceremeyeceğinin kanıtlanmasına giden yolu açmış oldu.

İktisadi Bilgiyi Aktarmanın Yolları
Bütün bu anlatılanlardan şu sonuç çıkıyor. Hepimiz, çeşitli iktisadi kararlar alıyoruz. Bir mal almak, ev kiralamak, borç almak, emekli olmak vs. Bu kararları alırken bize yarının ne getireceğini bilmediğimiz gibi, etrafımızda olup bitenler hakkında da fazla bilgimiz olmuyor. Ama bu bilgi açığımızı kısmen de olsa gidermek üzere bir şeyler yapıyoruz. Gazeteler, radyo programları ya da televizyon kanalları yoluyla bize ulaşan bilgileri öğrenmeye çalışıyoruz. Bir konuyu daha fazla öğrenmemiz gerektiğini düşündüğümüzde, ya daha derinlemesine okuyor ya da uzmanlığına güvendiğimiz birilerine danışıyoruz.
Niçin böyle bir yolu izliyoruz? Çünkü iktisat, oldukça karmaşık kuramların ortaya atıldığı, ileri düzeyde matematik kullanılarak modellerin oluşturulduğu gelişmiş istatistik teknikler yardımıyla sınamaların yapıldığı bir bilimsel alan. Nasıl fizikçiler ya da tıp doktorları kendi aralarında konuştuklarında dışarıdan bakanlar pek bir şey anlamıyorlarsa bu iktisat için de geçerli. Demek ki iktisadi bilgiyi edinmenin bir maliyeti var. Doğrudan edinmek isterseniz ciddi iktisat öğrenimi görmeniz ve çalışmalarınıza daha sonra da ara vermemeniz gerekiyor. Böyle bir eğitime başladığınız zaman önce size bazı eğriler çiziliyor. Bu eğrilerin her biri iktisadi yaşamda ilgilenilen bir ilişkiyi ifade ediyor. Size önce bu eğrilerin neyi gösterdiği, şekillerinin niçin öyle olduğu anlatılıyor. Sonra bu eğriler sağa sola/yukarıya aşağıya kaydırılarak bir ilişkide ortaya çıkan bir değişmenin sonuçları anlatılıyor. Gözlediğiniz olaylar da bu ‘eğri kaydırma iktisadına’ uyarlanıyor. İktisatta biraz daha derinleşince, iki boyut yetersiz kalıyor. Matematiği daha yoğun kullanmak gerekiyor. Anlatan tahtaya α, β ve γ gibi harfler yazmaya başlıyor. ABD’li iktisatçı Paul Krugman buna ‘Yunan harfleri iktisadı’ diyor.
Ama bunlar iktisatçı olmayanlar için pek ulaşılabilir anlatım yolları değil. İktisatçı değilseniz, size bunları birinin çevirerek anlatması ve günlük olaylarla da ilişkilendirmesi gerekiyor. Bu işlevi yüklenen iki farklı grup var. Bunlardan ilki ‘en çok satılan kitaplar listesi iktisatçıları’. Bunlar popüler olan bir konu üzerine, akıcı dille, genelde çala kalem kitaplar yazarlar. Düzeltmeleri 10 küsuruncu baskıya yetiştirmeyi umarak… Kitapların kalıcılığı ele aldıkların olayın popülaritesine bağlı ve genelde de ondan azdır. Yine de konuyu duymuş ve yalan yanlış da olsa bilgilenmiş olursunuz. Ama unutmayın, nadir de olsa, bu tür kitapların klasikleşmiş olanları da vardır.
İkinci grup bilgilendirici ise medyadır. Yazılı ve sözlü basın. Burada yapılanları da ikiye ayırmak olanaklıdır. Bunların bir kısmı ‘indi-çıktı iktisadı’ denilebilecek türde bilgilendirmelerdir. “Dolar indi, faizler çıktı; enflasyon indi, cari açık çıktı” gibi bilgilendirmeler buna girer. Burada marifet en son iktisadi haberleri bu biçimde bir an önce okuyucu ve/veya dinleyiciye iletmektir. Bunun arkasına bir de bu olayın niçin böyle olduğuna ilişkin ayaküstü bir gerekçe eklenir. Bu gerekçelerin olabildiğince basit ve kolay anlaşılabilir olmasına dikkat edilir. Onun için de dinleyicilerin kulaklarının hazır olduğu sözcükler, cümleler kullanılır. Bunların sayısı da pek fazla olmadığından aynı gerekçeler farklı zaman aralıklarında iniş için de kullanılabilir, çıkış için de. Merak edenler borsanın niçin inip çıktığına ilişkin ânında verilen açıklamaları bir not etsinler. Üç ay sonra bir bakarlarsa borsanın aynı gerekçeyle hem inip hem de çıktığını çokça görürler. Bir de ne olduğunu kimsenin bilmediği ama kulağa hoş gelen ifadeler vardır. ‘Borsa oyuncularının bir olayı satın alması’ gibi…
Bununla beraber ‘indi-çıktı iktisadı’nın küçümsenebilir olduğunu düşünmek de yanıltıcı olacaktır. Tam tersine, ciddiye alınmalıdır. Çünkü sonuçta piyasalarda olan olaylar inen ve çıkan rakamlarla özetlenir. Bu nedenle de basın bu tür iktisadi bilgiyi doğru aktardığında önemli bir hizmet vermiş olmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus sadece, bunu satabilmek için yanında sunduklarının yan hizmetlerin asıl hizmetin değerini korumaya çoğu kez pek de yardımcı olmadığıdır. Ama bunu iyi yapan yayın kuruluşları da vardır. Örneğin Wall Street Journal ya da Financial Times gibi gazetelerin ‘indi-çıktı iktisadı’ sütunları, bu nedenle, dünya ölçüsünde yaygın okuyucu bulur.
Basında bir başka yaklaşım da ‘iktisat politikası değerlendirmeleri’dir. Bunlar daha seyrek aralıklarla yapılır. Öyle saat başı, günlük, hatta haftalık yapılacak şeyler değildir. Yine de iktisadi yaşamın çok boyutluluğu nedeniyle bir hafta içinde iktisat politikası değerlendirmesi yapılabilecek epeyce konu çıkar. Ama bu yorumu yapmak o kadar kolay değildir. Çünkü bu tür konular iktisadi düşünce, siyasal dengeler, kişisel çekişmeler, yaşamadıkça inanamayacağınız aptallıklarla örülmüş biçimde ortaya çıkar. Bunları çözüp, dedikoduları temizleyip işin özünü çıkarmak pek de o kadar kolay değildir. Üstelik bir de zaman baskısı vardır. Genelde, bu konularda yazan kişiden neredeyse haber çıktığı anda yorumunu yazması ya da konuşması istenir. Bunu başaranlar yok değil, ama sayıları o kadar çok da değildir. Daha yaygın olan biçim ise, seyrek aralıklarla yazan/konuşan yorumculardır. Onların olayla ilgili bilgi toplama ve değerlendirme zamanları daha fazladır. Bu kişilerin yorumlarının kalitesi de kişisel donanımları ve ciddiyetleriyle doğru orantılı olarak değişir. İşte bu nedenle, örneğin Paul Krugman çok ilgi çeken bir yorumcudur. Onun dünya görüşünü paylaşmayanlarca da okunur.
Açık Radyo’da da tabii hem ‘indi-çıktı iktisadı’ yapılıyor hem de ‘iktisat politikası değerlendirmesi’. Açık Radyo, elinden geldiğince, bu yazıda eleştirilen noktalardan kaçınmaya çalıştı. Başardı mı? Sisifos taşı tepeye yerleştirebilmiş miydi ki?
Hasan Ersel
Kaynaklar
B. Greenwald & J.E. Stiglitz; “Externalities in Economies With Imperfect Information and Incomplete Markets” Quarterly Journal of Economics. Cilt: 101, 1984. (s. 229-264)
F. A. Hayek; “The Use of Knowledge in Society” American Economic Review, Cilt: 35, 1945. (s. 519-53).
K.J. Arrow; La Rôle de Valeuers Boursières Pour la Répartition Mailleure des Risques, Econometrie, Paris: Centre de la Reserche Scientifique, 1953, (s. 41-48).
(İngilizce Çevirisi: “The Role of Securities in the Optimal Allocation of Risk Bearing” Review of Economic Studies. Cilt: 31, 1963-1964. (s. 91-96)
P. Kennedy; Macroeconomic Essentials for Media Interpretation. Cambridge, Massachusetts: The MIT Press, 1997.
‘Information’, ve ‘knowledge’ sözcüklerini İngilizce ‘bilgi’ kelimesiyle karşılıyoruz. Bu da karışıklığa yol açıyor. Bu yazıda ele alınan ‘information’ kavramı karşılığı olarak ‘bilişi’ ya da ‘bilişim’ sözcükleri önerilmiş. Ama pek de kabul görmüş değil gibi. Bir de ‘malumat’ sözcüğünü ‘information’ anlamına kullananlar var. Ne var ki bu da sorunu çözmüyor. Çünkü bu sözcük felsefede ‘knowledge’ karşılığı olarak da kullanılıyordu.
Bu ve bundan sonra kullanılan deyimler için Kennedy (1997, s. 1-9)’den yararlanılmıştır.
- ‘Information’, ve ‘knowledge’ sözcüklerini İngilizce ‘bilgi’ kelimesiyle karşılıyoruz. Bu da karışıklığa yol açıyor. Bu yazıda ele alınan ‘information’ kavramı karşılığı olarak ‘bilişi’ ya da ‘bilişim’ sözcükleri önerilmiş. Ama pek de kabul görmüş değil. Bir de ‘malumat’ sözcüğünü ‘information’ anlamına kullananlar var. Ne var ki bu da sorunu çözmüyor. Çünkü bu sözcük felsefede ‘knowledge’ karşılığı olarak da kullanılıyordu.Bu ve bundan sonra kullanılan deyimler için Kennedy (1997, s. 1-9)’den yararlanılmıştır.