12 Temmuz 2005
Joseph Rotblat, Michele Ernsting
Çeviren: Çev: Evren Dağlıoğlu, Çev: Ömer Madra

Atom Bombası

“Bir kimsenin hayal ettiğini başkaları gerçeğe çevirebilir.” Jules Verne bu sözcükleri yazarken büyük olasılıkla ne kadar doğru söylediğinin farkında değildi. Denizaltılar ve uzay gemileri hakkında yazdıklarının birçoğu başkaları tarafından gerçeğe dönüştürdü. Hatta kendisinin hiçbir zaman hayalini bile kuramayacağı birçok icada da esin kaynağı oldu.

Joseph Rotblat ve
Atom Bilimcileri
Bülteni editörü Ruth
Brown.

Geçen yüzyılın başında, tüm insanlığı yok edebilecek bir silah da insan aklının alamayacağı bir şeydi. Ancak, sadece 40 yıl geçtikten sonra ilk atom bombasının üretilmesiyle bu gerçek oldu.

(Joseph Rotblatt, fizikçi ve barış aktivisti.)

Peki yaratıcıları bombanın hakkında ne biliyoruz? Ne tür bir insan böyle canavarca bir projede çalışmayı tercih eder? Bu kişilerin kişisel güç ve şöhret uğruna atomun parçalanmasıyla açığa çıkan gücü serbest bırakmaya hazır, şuursuz insanlar olduklarını düşünmek kolay olurdu. Ancak gerçekte birçoğu bu projeye, bu yıkıcı cini şişesinde tutmaya yardımcı olacaklarına inandıkları için katılmıştı. Bunlardan biri, Los Alamos’taki Manhattan Projesi’ne katılan en genç bilim insanlardan Joseph Rotblat’tır.1 98’inde olmasına rağmen aklı da, bedeni de olağandışı çevik görünüyor. Diğer faaliyetlerinin yanı sıra, hâlâ, 50 yıl önce nükleer silahlanma yarışına karşı kurulmasına yardımcı olduğu, seçkin akademisyenlerin bir araya geldiği bir organizasyon olan Pugwash için çalışıyor. 1995’te Rotblat ve Pugwash Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldüler.

Joseph Rotblat, Vicdan Muhasebesine Rağmen Bombanın Üretim Sürecine Nasıl Çekildiğini Anlatıyor:

Tabiatım gereği kuşkucu değilim, tam tersine benim tabiatım temelde insanın iyi olduğuna inanmaktır. Her zaman insanın iyi olduğu varsayımıyla hareket ederim; ta ki insanların iyi olmadıklarını görmeme yol açacak tatsız bir deneyim yaşayana kadar. O zaman bunu eleştiririm; ama esas olarak yaklaşımım pozitiftir.

Belli ölçüde bu, insanların kişisel geçmişlerine kadar uzanır. Benim durumumda, erken çocukluk dönemime kadar geri gitmeniz gerekir, ki çok mutsuz bir çocukluktu bu. Bunun başlıca nedeni, tüm çocukluğumun, doğduğum yer olan Polonya’da, ben beş yaşındayken başlayan ve 1920’ye kadar devam eden Birinci Dünya Savaşı’na denk gelmesiydi. Çocukluk yıllarım savaş sırasında yaşanan korkunç olaylarla dolu. Yaşadığım kişisel deneyimler açlığa, hastalığa, zulme ve insan doğasının ancak böyle bir savaşta ortaya çıkabilecek, olumsuz yanına dair düşünebileceğiniz her şeye ilişkindi. Savaş karşıtı olmam şaşırtıcı olmamalı. O dönemde, bilimkurgu, özellikle de Jules Verne’i okuyarak bilime ilgi duymaya başladım. Bilimkurgu hayal gücümü kamçıladı ve bu sayede bilimin büyük potansiyelini görebildim. Kurgunun gerçekliğin içine aktığını gördüm. Henüz küçük olduğumdan, şöyle bir sonuca vardım: hayatta kalma mücadelesi uğruna acı çekiliyor ve muazzam olasılıklar sunan bilim var. Bu nedenle bilimimi insanlığın yardımına sunabilmek için bilim adamı olmam gerektiğini hissettim. Başka bir deyişle; en başından itibaren, sadece bilgiyle ilgilenen saf bilim adamı olarak başlamadım; bir amacım olması gerektiğini hissediyordum ve bu amaç da insanlığa yardım etmekti.

Açık Üniversite

Bilim adamı olma yolunda çok büyük zorlukla karşılaştım. Tüm koşullar aleyhime olduğu için neredeyse bir bilim adamı olamıyordum. En basitinden, adam gibi bir eğitim alma şansına sahip olmadım. Polonya’da üniversiteye gitmek istiyorsanız önce liseye devam etmelisiniz. Mezun olurken diploma verirler ve lise tabii ki tam gündü; savaş yüzünden, ailem ve ben kendimizi öyle koşullar içinde bulduk ki bayağı erken yaşta geçimimi sağlamak için çalışmakzorunda kaldım. Bu nedenle hiç doğru dürüst bir eğitim alamadım. Ben de geceleri kendi kendime ders çalışmaya başladım. Diğer alanlardan ziyade fiziğe ilgi duyduğum için, en başında kendi kendime çalışmam yetersiz oluyordu. Neyse ki bir başka okul buldum; Varşova’da Polonya Açık Üniversitesi, adından da anlaşılacağı üzere lise diplomasını şart koşmuyorduu. Üstelik dersler akşamdı; bu da benim için biçilmiş kaftandı. Hem çalışıp para kazanabiliyor, hem de okula devam edebiliyordum.

Marie Curie,
1867-1934

İşin hoş tarafı, okula devam ederken beni kanatlarının altına alan kişi, radyoaktivite ve nükleer fizik alanında dünyada en önde gelen fizikçilerden biriydi. Nükleer fizik o zamanlar daha yeni ortaya çıkmakta olan bir alandı. O zamana kadar daha çok radyoaktiviteden ibaretti. Radyoaktivite Fransa’da Polonya’lı kadın fizikçi Marie Curie tarafından keşfedilmişti ve hemen sonra Varşova’da bir radyoloji laboratuarı kurulmasına karar vermişlerdi. Marie Curie Paris’te çok fazla işi olduğu için en iyi öğrencilerinden ikisini işleri devralsınlar diye oraya göndermişti ve bunlardan biri de Polonya Açık Üniversitesi’nde benim profesörümdü.

Liverpool ve Siklotron

Daha o zamanlarda bu alanda ufak tefek isim yapmaya başlamıştım. İnsanların dikkatini çeken bir kaç buluş yapmış, fakat o zamana kadar Polonya dışına çıkmamıştım; dış dünya hakkında birşeyler öğrenmenin önemli olduğunu düşünüyordum. Böylece yurtdışında bir yıllık bir araştırma bursu almayı başardım; iki davet almıştım. Biri Paris’te Marie Curie’nin kızı Irene ile damadı Frederik Juliot’dandı. Frederik bana yazıp gelmem için davet etti; bu çok cazipti çünkü zaten bu laboratuarla bağlantılarım vardı ve üstelik daha önce Polonya’nın dışına hiç çıkmamış olduğumdan Paris tabii ki çok cazipti. Diğer davet ise tam zıddı bir yerden, Liverpool’dan gelmişti. Liverpool, hakkında okuduklarıma göre o devirlerde hiç de turistik bir yer sayılmazdı. Ve bir ölçüde önemli olan bir başka husus ise hiç İngilizce bilmememdi, biraz Fransızca biliyordum. Tüm şartlar Liverpool’un aleyhineydi. Yine de Liverpool’u seçtim zira bunun iyi bir nedeni vardı. O devirlerde nükleer fizikte iyi çalışmalar yapmak istiyorsanız siklotron denen bir hızlandırıcı makinenizin olması gerekiyordu. Polonya’da nükleer fizik alanını geliştirmek benim için bir tutkuydu ve siklotron yapmak için gerekli kaynaklarılde sikl bir tutkuydu ve bir şekilde siklçekece profesörümdü. Radyoaktivite Franda şekilde iyi olmadıkla bir şekilde elde etmeliydim. Ancak siklotronlar hakkında uzman olursam bunun çok faydası olacağını düşündüm. O zamanlarda James Chadwick Liverpool Üniversitesi’nde bölüm başkanıydı. Nobel ödüllü, nötronu keşfeden büyük bir fizikçiydi ve Liverpool’da bir siklotron yapıyordu ve şöyle düşündüm “Liverpool’da olmak için doğru zaman.” Liverpool’u seçmemin nedeni buydu. O tarihte bu kararımın hayatımı kurtaracağını bilmiyordum tabii.

Şubat 1939

Nature dergisinde2 Meitner ve Frisch’in fisyonun keşfi hakkındaki yazısını okuduğumda Şubat 1939’du. Kısaca, bir uranyum atomunun nötronlarla çarpıştırıldığında ikiye bölündüğünü anlatıyorlardı. Bense bu süreçte daha fazla nötronun açığa çıkacağını düşündüm. O zamanlar ben de uranyumun saçtığı nötronlar üzerine bir araştırma yapıyordum. Şans eseri ben de o sırada uranyum ve nötronlar üzerinde çalışıyordum. Sözkonusu nötronları gözlemek için bir deney düzeneği kurmam fazla zaman almadı ve onları buldum. Bu gözlemi yapan biri olarak bunun nelere yol açabileceğini açıkça görebiliyordum. Bunun, hücre çekirdeğindeki enerjinin serbest bırakılmasına giden yolu açtığını, çünkü yeni nötronların başka yeni fisyonlara neden olacağını, bunun da daha fazla enerji açığa çıkaracağını ve çok muazzam miktarda enerjiyi açığa çıkartabilecek bir zincirleme reaksiyona yol açabileceğini görebiliyordum.

Ancak, daha sonra idrak ettiğim bir şey daha oldu, eğer bütün bu enerji çok kısa bir sürede ortaya çıkarsa, çok büyük miktarda enerjiye, büyük bir patlamaya, yani atom bombasına sahip olursunuz. Atom bombası fikri neredeyse o anda aklımda oluşmuştu. Bu 1 Şubat 1939’da oldu. Ancak, bu fikir aklıma geldiği anda önce unutmaya karar verdim. Kendimi insanlığa adamış bir bilim adamı olarak gördüğüm için bir silah üzerine çalışma fikri benden çok uzak bir şeydi. Kesinlikle benim işim değildi. Bu sebeple onu derhal aklımdan çıkarmaya çalışmıştım. Ama yapamadım, çünkü diğer bilim adamlarının aynı ahlaki kaygılara sahip olmayabilecekleri fikri beni korkutuyordu. Özellikle Alman bilim adamları beni endişelendiriyordu, çünkü bir fikir olgunlaşmışsa birçok bilim adamı da aynı anda ona sahip olacaktır ve gerçekten de nötronların salınmasıyla ilgili gözlem, bu keşif konusunda benim çok önümde olan Juliot ve Curie’nin de aralarında bulunduğu birçokları tarafından zaten yapılmıştı. Böylece Alman bilim adamlarının da aynı fikre sahip olabileceğinden ve Hitler’in idaresi altında bombayı yapabileceklerinden korkuyordum. Savaş çıkacağını, Polonya’nın işgal edileceğini de biliyorduk. Bombaya sahip olursa Hitler’in savaşı kazanmasından korkuyordum. Yine de bunun benim işim olmadığını düşünüyordum. Bu içine düştüğüm ikilem, bu açmaz benim için korkunç bir dönemdi, herhalde hayatımda yaşadığım en kötü dönemdi. Ama sonuç olarak hayatta sık sık olduğu gibi; eğer aklınızı başınıza toplayıp ne yapacağınıza kendiniz karar veremezseniz eninde sonunda harici koşullar, ne yapmanız gerektiğini belirler. Bu sefer olan da savaşın patlak vermesiydi. 3 Eylül 1939’da Polonya’nın işgaliyle savaş patladı ve sonra Britanya savaşa girdi. Birkaç hafta içinde Polonya işgal edilmişti. Tüm Alman kudreti gözler önüne serilmişti; buna ilaveten bir de bombaya olursa Hitler’in kesinlikle savaşı kazanacağına kani olmuştum. Bu da benim kesinlikle kabul edemeyeceğim bir şeydi; çünkü bu demokrasinin sonu olurdu.

Mantıksal Gerekçe: Caydırıcılık

O tarihte bombanın üzerinde çalışabilmek için mantıksal bir gerekçe geliştirmiştim. Ve bu mantığın dayandığı kavram, nükleer caydırıcılıktı; nükleer silahların günümüze kadar gelmesine sebep olan aynı kavram yani. Bomba yapılabilirse ve Hitler de bombaya sahip olursa, bu durumda onun bombayı bize karşı kullanmasını engellemenin tek yolunun bizim de bombaya sahip olmamız ve misilleme tehdidinde bulunabilmemiz olduğunu düşünüyordum. Bombayı yapmamız gerektiğine inanmamın sebebi de buydu. Kullanmak için değil –ve bu çok önemli– projeye katıldığım ilk andan beri benim fikrim bombanın hiçbir zaman kullanılmaması gerektiğiydi. Biz ona kullanımını engellemek için, Hitler’in bombayı bize karşı kullanmasını engellemek için ihtiyaç duyuyorduk. İşte bu sebepten dolayı projede çalışmaya başladım.

Nükleer caydırıcılık konusundaki görüşümün ne kadar aptalca olduğunu fark etmem çok zamanımı almadı. Bunun yanlış olduğunu epey erken fark etmiştim. Çünkü caydırıcılık rasyonel insanlarda işe yarar. Akıl ve mantığın sesini dinlerseniz işe yarar. Ancak Hitler mantıklı, rasyonel biri değildi. Caydırıcılık görüşümün Hitler’de bir işe yaramayacağına kaniydim. Ama bunu fark etmeden önce epey bir süre geçmesi gerekti.

İngiltere’de çalışmaya başladık ve 1940-41’de bombanın bilimsel açıdan yapılabilirliğini kanıtladık. Çalışacağını kanıtladık, ama çalışabilmesinin çok büyük bir teknolojik çaba gerektireceği sonucuna da vardık. Ve sonuç olarak 1941’de hemen hemen durma noktasına geldik, çünkü Britanya’nın savaşın ortasında bu muazzam girişimi karşılayabilecek gücü yoktu. Ama o sıralarda Britanya’dan Amerika’ya başka bir iş için giden bir arkadaşımız Amerikalı arkadaşlarına, bilim insanlarına bizim bulgularımızdan bahsetmiş. İşte bu, Amerikalılara yolu açtı. Onlar da birden bire birşey yapmaları gerektiğinin farkına vardılar. İşin tuhafı, kısa bir süre sonra Pearl Harbour baskını oldu, Amerika savaşa girdi ve tabii ki görüşleri tamamen değişti. 1942’de çalışmaları başlattılar.

Niels Bohr, 1885-1962

O aşamada Amerikalılar Britanya’daki bilim insanlarının işbirliğine ihtiyaç duyuyorlardı çünkü onlara yardımı dokunacak birçok çalışma yapmış olduğumuzu biliyorlardı. Her halükârda kendimi Amerika’ya gidip onlara katılmak üzere davet edilmiş kişilerin arasında buldum.

Los Alamos’ta Hayat

New Mexico’daki Los Alamos kesinlikle olağanüstü bir yerdi. Genç bir bilim adamı olarak benim için cennet gibi birşeydi. Sürekli zorluklarla yaşamaya alışıkmış, pahalı malzemeye erişimi olmayan insanlarken kendimizi paranın kesinlikle sorun olmadığı bir yerde bulmuştuk! Bir siklotrona ihtiyacınız varsa, ki bu benim için başarının zirvesiydi, bir istek formu yazmanız yeterliydi! Bir başka husus da, kendinizi daha önce sadece kitaplarda okuduğunuz kişilerle, kahramanlarınızla, örneğin Niels Bohr gibi insanlarla konuşurken bulabilmenizdi. Yemeğe oturduğunuzda Nobel Ödülü kazanmış insanlarla konuşuyordunuz. Bu benim gibi genç birisi için çok çok önemliydi. Tabii bu açıdan çok mutluydum, normal olarak da böyle bir ortamda çalışmaktan dolayı çok mutlu olmalıydım.

Yine de daha en başından itibaren çok mutsuzdum. Mutsuzdum çünkü bombayı yapmanın ne kadar zor olacağını ve bomba için gerekli malzemeyi üretmenin ne kadar büyük bir çaba gerektireceğini fark etmem çok zaman almamıştı. Kendi kendime şöyle düşündüm: Amerika Birleşik Devletleri’nin tüm bu teknik üstünlüğüne rağmen ve bombalanmadığı halde bombayı yapması bu kadar uzun süre alacaksa, bu durumda Almanların içinde bulundukları koşullarda, sabah akşam hava akınları altında bombayı yapabilmeleri hiçbir zaman mümkün olamazdı. Ve o zaman düşündüm ki, Almanlar bunu yapamayacaksa, benim orada ne işim vardı? Burada olmamın tek sebebi Almanların bu bombayı bize karşı kullanmasından korkmamdı. Bunun gerçekleşmeyeceğini gördükten sonra neden burada kalacaktım ki? Yine de kaldım ve kalış sebebim bunun yeni birşey, yeni bir keşif olmasıydı. Yeni birşey ortaya çıktığında başka hangi yollardan buraya varılabileceğini bilemezsiniz. Belki de Almanların bir kestirme yol bulmuşlardı; bunu ihmal edemezdim. Uzak bir ihtimaldi ama bunu ihmal edemezdim ve bu sebeple kalmam gerektiğini düşündüm. Ancak yine de mutsuzdum. Çünkü hâlâ yapmak istemediğim bir şeyi yapıyordum.

İlk atom bombası yapımının gerçekleştiği Manhattan projesini yöneten Enrico Fermi, 1901-1954

Projeden İstifa ve Tecrit

Benim için dönüm noktası 1944’ün sonunda geldi. Britanya bilimciler grubunun başı Chadwick Washington’a gitmişti, ancak zaman zaman Los Alamos’a gelip bizi ziyaret ederdi. Kasım 1944’te Los Alamos’a geldi ve Almanların kendi (atom bombası) projelerinden vazgeçtiklerine dair yeni bir istihbarat aldığını söyledi. Gerçekte çok daha önce vazgeçmişler, fakat biz bunu bilmiyorduk. Chadwick bunu bana söylediğinde Almanların bu iş üzerinde çalışmadığına dair kesin delil oluyordu elimde. Ben de ona hemen söyledim, projeyi bırakıyorum diye.

Tepki olağanüstü oldu! Evet, bunu asla unutmayacağım. (Chadwick’e) istifa edeceğimi söyledim. “Peki, tamam” dedi. Benim gerekçelerime katılmıyordu ama görüşlerime saygı duyardı. İstihbarattakilere ayrılma kararımı ileteceğini söyledi. Ertesi gün onunla buluştuğumda yüz ifadesinden bazı şeylerin felaket yanlış gittiğini okuyabiliyordum. Sebep, daha sonra yavaş yavaş ortaya çıktı, Amerikalılar benim casus olduğumu, bir Sovyet casusu olduğumu düşünüyorlardı. Beni arkadaşlarıma projeden ayrılış sebebimi söylememem konusunda zorladılar; çünkü söylersem bunun onların moralini bozabileceğini düşünüyorlardı. Biraz yaramaz olduğum ve kurallara da pek uymadığım için –kuralları sevmem– ellerinde bana karşı kozları vardı. Açıkçası, eğer isterlerse beni tutuklayabilirlerdi. Meslekdaşlarımla bütün bağlantımı kestiler (İhtilattan men ettiler). Onlara yazamıyordum bileçünkü mektuplarım sansürleniyordu. Böylece Aralık 1944’ten Ağustos 1945’e kadar geçen sürede projede neler olup bittiği konusunda bir fikrim olmadı…

Bombanın atıldığını, BBC’nin Hiroşima’nın yok edilişini Başkan Truman’ın ağzından anons ettiği zaman öğrendim. Şok ve korku duydum. Çok kötü bir andı çünkü hâlâ umudum vardı. Öncelikle bombanın hiç çalışmayabileceğini düşünüyordum. Herşey yalnızca spekülasyondan ibaretti. Çalışmama ihtimali vardı ancak çalıştı. Daha sonraki umudum çalışsa bile sivil halk üzerinde kullanılmayacağı idi. Ama kullandılar. Şoke olmuştum. Gelecekte olabilecek gelişmelerden korkuyordum.

Nükleer Bombaya Karşı Mücadele

Neler olacağını görebiliyordum. Niels Bohr beni ikna etmişti. Onunla sık sık konuşurdum. Amerika’nın Sovyetler Birliği’ni nükleer enerji üzerinde işbirliği yapmaya ikna etmek yerine bombayı kullanmasının sonuçlarının neler olacağını öngörmüştü. Bir silahlanma yarışı olacaktı. Rusların ellerini kollarını kavuşturup öylece durmayacağını görebiliyordunuz. Onlar da bombayı geliştireceklerdi ve sonra hepimiz hidrojen bombasınının geliştirildiğini de biliyorduk. (Niels Bohr’dan) Yaklaşmakta olan silahlanma yarışını öğrenmiştim ve bu beni gelecek hakkında müthiş endişelendiriyordu. Ve bu nedenle bunun gerçekleşmesini durdurmak için birşeyler yapmam gerektiğine karar verdim.

Söylemeliyim ki, bunun tamamiyle yeni bir dünyanın başlangıcı olduğunu görebiliyorduk. Ancak, insan ırkının varlığını tehdit edebilecek bir düzeye geleceğini düşünmüyordum doğrusu. Bir şehri yok edebileceğini biliyordum, ancak insan ırkını tehdit edebilmek için bu bombalardan yüz bin tanesine gerek olduğunu sanıyordum. Bunlardan yüz bin tanesine neden ihtiyacımız olabileceğini hayal bile etmemiştim. Hangi amaçla? 1945’te bile bu safhaya erişeceğine inanmıyordum ama oldu işte. Onbeş yirmi yıl gibi bir sürede bu kadar silaha sahip olduk ve insan ırkı tehdit altında kaldı.”3

(Bkz; Dünyayı Kurtaran Adam, Enola Gay, Russell-Einstein Manifestosu)

Michele Ernsting’in Joseph Rotblat ile gerçekleştirdiği söyleşiden

Çev; Evren Dağlıoğlu ve Ömer Madra

www.acikradyo.com.tr


  1. Joseph Rotblat, dünyada ilk kez nükleer silahların yapımına yönelik Manthattan Projesi’nde görev yapan en genç fizikçiydi. Daha sonra projeden vicdani nedenlerle ayrıldı. 1995’te nükleer silahsızlanma için çalışan Pugwash ile birlikte Nobel Barış Ödülü’nü kazandı. 2005 yılında 98 yaşında ölene kadar aktif olarak nükleer silahsızlanma amacıyla çalıştı. Rotblat 1988’den 2004’e kadar her yıl Mordechai Vanunu’yu (Bkz; Mordechai Vanunu) Nobel Barış ödülü aday gösterdi.↩︎
  2. Lise Meitner, O.R. Frisch; “Disintegration of Uranium by Neutrons: a New Type of Nuclear Reaction” Nature. Sayı: 143, 11 Şubat 1939. (s. 239-240)↩︎
  3. Bu metin Radio Nederland’dan Michele Ernsting’in atom bombasını icat eden Joseph Rotblat ile gerçekleştirdiği mülakatten alınmıştır. Russell-Einstein manifestosunun 50. yıldönümünde yayınlanan özel program Türkçeleştirilerek Radio Nederland’ın gönderdiği seslerle 9 Temmuz 2005 tarihinde Açık Radyo’da yayınlansı. Mülakatın tam metni 2005 yılında Spokesman dergisinin 85. sayısında yayınlanmıştı.
Paylaş:

Önceki Yazı

Sonraki Yazı

Auschwitz

Heimrad Backer
Amerika 1942 yılında Amerikan hükümetine gönderilen telgraf Avrupa’daki Yahudilerin gazla öldürülmekte olduğunu yazıyordu. Telgrafta mesajın müttefikler arasındaki Yahudi kökenli liderlere…
Devamını Oku

İlgili İçerikler

Altı Eylül 1955

Mihail Vassiliadis
Ben o dönemde liseye geçmiş bir talebeydim. Ortaokulu bitirmiştim, liseye yeni geçecektim fakat yazları çalışıyordum, yaz tatilinde devamlı çalışırdım. Rızapaşa…
Devamını Oku

Vietnam

Ömer Madra
Vietnam Savaşı 30 Nisan 1975’te ‘resmen’ sona ermişti. Filmler dışında artık kimsecikler pek hatırlamasa da, yakın geçmişin en büyük savaşıydı…
Devamını Oku

Cindy Sheehan

Ömer Madra
New York Times gazetesinin kültür ve sanat bölümü yazarlarından Frank Rich 14 Ağustos 2005 tarihli gazetenin ‘fikir ve yorum’ sütununa…
Devamını Oku

Akıl ve Cesaret

Ömer Madra
Amerikalı antropolog, coğrafyacı Jared Diamond, Çöküş adlı kitabında tarihte ve günümüzde toplumların çöküşü ya da ayakta kalmayı neden ‘seçtiğini’ ele…
Devamını Oku