5 Ekim 2006 .
Zekeriya Şen

Ali Farka Touré

Ali İbrahim Touré, İkinci Dünya Savaşı’nın sürdüğü 1939 yılında Mali’nin Timbuktu bölgesinin ücra bir köyünde Sorhai’li on çocuklu bir ailenin en küçüğü olarak dünyaya geldi. Ne yazık ki diğer dokuz çocuk bebeklikten öteye geçemedi ve aralarında hayatta kalan sadece kendisi oldu. Hayata olan bu bağlılığı, inatçılık ve azmin belirtisi olarak gören aile lideri, Ali İbrahim Touré’ye ‘eşek’ anlamına gelen ‘Farka’ lakabını taktı. Asil bir aileye mensup olan Ali Farka Touré Mali kültürüne göre müzik ile uğraşamazdı. Yalnızca profesyonel müzisyen ailelerin üyeleri müzikle uğraşabiliyordu. Ancak, lakabına uygun olarak tam bir ‘inatçı eşek’ olan Touré on yaşında merak sardığı gitar sayesinde müziğe bulaştı. Gelenekselliğe inanan ailesi tarafından dışlanan sanatçı, bunu pek umursamayıp ruhunun aç olduğu yönde ilerlemeye karar verdi.

Ali Farka Touré,
1939-2006

Ruhlarla İletişim

Genç yaşında ruhlar ile iletişim kurabildiğine inanan Ali Farka Touré, dinleyenlerin ruhunu çıkarttığına inanılan gurkel (tek telli Afrika gitarı) adlı enstrümana yönlendi. Daha sonra njarka (tek telli keman) üzerine ustalaşan sanatçı, on yedi yaşında izlediği o dönemin büyük gitaristi Gineli Keita Fodeba sayesinde bir anda gitara kaydı. Kendi kendini eğiten sanatçı gurkel üzerinde çaldığı stilleri gitara uygulamaya başladı ve böylece bambaşka bir ‘blues’ stili ortaya çıkarttı. 1960’larda Mali’nin başkenti Bamako’ya gelen Ray Charles, Otis Redding ve John Lee Hooker gibi uluslar arası sanatçıları dinleme fırsatına sahip olan Ali Farka Touré, Afro-Amerika müziği ile tanıştı. Özellikle müziğini bir kuvvet ve başkaldırı olarak sahneye taşıyabilen ve sahneyi tek başına dolduran John Lee Hooker onu derinden etkiledi.

1970’lerde bağımsızlığını kazanan Mali devleti yerel müzik gruplarına destek vermeye başladı. Touré’nin bir üyesi olduğu Troupe 117 de bunlardan biriydi. Touré bu grup ile birlikte dünyanın en önemli kentlerinde konserler verdi ve farklı müzik akımlarıyla tanıştı. Grubun dağılmasından sonra kendi başına yola devam eden sanatçı, özellikle Mali’nin çok zengin on dilli kültüründen uyarladığı besteleri ile Batı Afrika’da kendisine sağlam bir kariyer elde etti. Aynı zamanda ses mühendisliği yapan Ali Farka Touré Batı dünyasında gitgide ilgi görmeye başladı.

Müzik Yapan Çiftçi

Kendi adını taşıyan ilk albümünü 1976 yılında bir Fransız müzik şirketi tarafından yayınlandı. Sonraları bu şirket ile birkaç albüm daha çıkartan Touré, bulunduğu ülkelerin ve çevresindeki insanların sömürüye dayalı yapısını gördükçe kendisine gösterilen aşırı ilgiye gitgide duyarsızlaştı. Çünkü o samimiyete ve saflığa inanan bir yapıya sahipti. Böylece, diğer Malili sanatçılar gibi farklı Batı kentlerine yerleşmek yerine Mali’de Niafunké adlı kasabaya yerleşmeye karar verdi. Onun için çiftçilik müzik kadar önemliydi. Zaten nerdeyse verdiği her röportajda dediği gibi o kendisini müzisyenden öte bir ‘çiftçi’ olarak görüyordu. Kendi kasabasında, güvende olduğu insanlarla birarada, müzik yapan bir çiftçi. Kazandığı maddi gelir ile köyünde bir çiftlik kurdu ve müziğe olan tutkusunu aynı şekilde toprağa aktardı. Müziğine ilham verecek bir vadiye, müziğini toprağına işleyeceği sakin ve sessiz bir yerleşime ihtiyacı vardı. Diğer yandan müziği genellikle sanattan öte bir eğlence unsuru olarak gören Batı’dan uzak olmak istiyordu. Onlardan yaptığı müziği anlamalarını beklemedi ve bir uğraş sarf etmedi. Ancak, Ali Farka Touré köyüne ne kadar sığındıysa, Batı dünyası da ona o kadar ilgi göstermeye başladı.

‘Çöl Blues’u

1987 yılında dünya müzik piyasasında önemli bir yere sahip olan World Circuit, Ali Farka Touré’nin kendi adını taşıyan albümünü ilk defa Afrika dışında bastı. 1990 yılında bunu The River ve üç sene sonra Nitin Sawhney ve Taj Mahal’ın da konuk oldukları The Source adlı albümü takip etti. Çağdaş Kuzey Afrika blues’unun ana damarı olan geleneksel Mali müziğini Kuzey Amerika ve Britanya Blues temaları ile harmanlayan Touré, zarif parçaları sert ve haşin gitar tınıları ile işlediği üslubuyla özel bir saygı görmeye başladı. 1994 yılında, Los Angeles’ta Amerikalı gitar üstadı Ry Cooder ile Talking Timbuktu’yu kaydetti. Touré bu albümde ‘çöl blues’ tarzını rock temaları ile harmanladı. Albüm son derece olumlu eleştiriler aldı, Grammy ödülü kazandı ve Ali Farka Touré’yi bir anda dünya medyasının önüne koydu. Dünya müzik piyasası geç keşfettiği bu Afrikalı sanatçıdan daha fazla eser bekliyordu. Ancak Touré tüm bu ilgi karşısında gene kendi kabuğuna çekildi, Mali’deki pirinç tarlalarını terk etmeye hiç niyeti yoktu.

Belediye Başkanı Ali

Çiftliğinden çok zor ayrılan Ali Farka Touré’nin bu tavrına karşılık 1999 yılında World Circuit’ten yapımcı Nick Gold, Niafunké’ye gitti. Touré’nin çiftliğinin içinde jeneratörlerle çalışan mobil bir stüdyo kurdurdu. Böylece Ali Farka Touré sabah çiftiğiyle uğraşıp, akşamları da herkesin aşkla bağlandığı müzisyen kimliğine bürünebilecekti. Bunun sonucunda 1999 yılında Afrika melodileri ve ritmlerinin ağırlıkta olduğu Niafunké adlı albüm ortaya çıktı. Bu Ali Farka Touré’nin o zamana kadarki en başarılı çalışması oldu. Ardından Touré çok uzun süren bir sessizlik dönemine girdi. Bu dönemde World Circuit, Touré’nin 1975-1988 tarihleri arasında çıkartmış olduğu albümleri Radio Mali ve Red & Green adları altında tekrar yayınladı. Ali Farka Touré bu arada 2004 yılında köyünün belediye başkanı oldu ve müzikten kazandığı tüm parayı kanalizasyon, jeneratör ve yeni yollar için harcadı.

Uzun Sessizlik ve Sonrası…

Bu uzun sessizlik sonrasında Touré 2005 yılında Mali’nin en usta Kora (21 Telli Arp) çalgıcısı Toumani Diabaté ile başkent Bamako’da In The Heart Of The Moon adlı albümü kaydetti. Albüm, bir otel odasına kurulan seyyar stüdyoda ağırlıklı olarak doğaçlamalarla tek bir kayıtla tamamlandı. Sadece bir parça tekrar kaydedilmek zorunda kalındı çünkü dışarıda fırtına başlamıştı ve seyyar stüdyo bunu kayıt dışı bırakacak kadar teferruatlı değildi. Bu albümde Ali Farka Touré ve Toumani Diabaté’ye piyano ve gitarda Ry Cooder, basta Sekou Kante ve Cachaito Lopez, vurmalı çalgılarda Joachim Cooder ve Olalekan Babalola katkıda bulundu. In The Heart Of The Moon, Touré’ye ikinci Grammy ödülünü kazandırdı. Touré aynı yıl Avrupa’da bir seri konser verdi ve onu sahnede görmek isteyen hayranlarının açlığını giderdi. Bu konserler esnasında Touré kemik kanseri olduğunu öğrendi.

Öleceği kesinleşen Ali Farka Touré kendisine yakışır şekilde veda etmek üzere en son albümünü hiç ara vermeden kaydetmeye koyuldu ve böylece ölüme karşı yarış başladı. Savane adlı albüm Touré’nin ölümünden birkaç hafta önce tamamlandı ve World Circuit etiketi ile yayınlandı. Touré’nin kaydettiği en geleneksel albüm olma özelliğini taşıyan, belki de duyulabilecek en saf ve derin blues temalarını içeren Savane, müziğin ana damarının aktığı bilinmez ülkeye açılan bir kapıydı adeta. Ne yazık ki Touré albümün son halini dinleyecek kadar yaşamadı.

Zekeriya Şen

www.acikradyo.com 

Paylaş:

Önceki Yazı

Alıntı

Micheal Moore
Polonya TV’den Marek Skolanka: “Michael senin de bildiğin gibi filminin adı, İngiliz yazar Ray Bradbury’nin bilim kurgu klasiği Fahrenheit 451’le…
Devamını Oku

Sonraki Yazı

Alofa

Ömer Madra
Pasifik Okyanusu’nun cennet adalarından her gece bir parti vermek için uygun bir gerekçe varmış. Dünyanın en genç demokrasilerinden biri olan…
Devamını Oku

İlgili İçerikler

Bob Marley

Ras Memo
Bir 3. dünya ülkesi olan Jamaika’nın bu güne kadar yetiştirdiği en ünlü reggae sanatçısı olan Robert Nesta Marley, ya da…
Devamını Oku

Blues

Stephen Kinzer
1903 yılında bir öğle sonrasının ilerleyen saatlerinde, öncü Amerikan bestecisi ve müzisyen W.C. Handy, siyah işçilerin kuşaklar boyunca çalışıp didindiği…
Devamını Oku