Amerikalı antropolog, coğrafyacı Jared Diamond, Çöküş adlı kitabında tarihte ve günümüzde toplumların çöküşü ya da ayakta kalmayı neden ‘seçtiğini’ ele alıyor. Kimi toplumların, feci kararlar alarak kendilerini nasıl yok etmeyi başardıkları sorusuna dört ana açıklama getiriyor:
Birincisi, felaketi yaratacak sorunu, ortaya çıkmadan önce fark edememek. Tek bir örnek vermek gerekirse, 1973 Körfez petrol krizinden sonra insanların benzin yutan israflı arabalardan hemen vazgeçtikleri halde, ardından bunu tamamen unutup iklimi mahveden ‘4×4’ ciplere (SUV) düşmeleri…
İkincisi, sorun ortaya çıktıktan sonra bile bunu algılayamamak. Örneğin, ısınma ve soğumalar gibi iniş-çıkışlar ya da ‘manzara unutkanlığı’ yüzünden suyumuzun sürekli ısındığını, buzulların eridiğini vb. gözden kaçırıp ‘esas trendi’, küresel ısınma trendini fark edememek…
Üçüncüsü, ortaya çıkan sorunu algıladıktan sonra, onu çözme girişiminde bile bulunamamak. Örneğin, iktisatçıların ve diğer sosyal bilimcilerin ‘rasyonel davranış’ diye adlandırdığı, yani muhakeme ve mantık açısından doğru ama ahlaka aykırı olan ‘kısa günün kârı’ gibi saik ve sebeplerle, dar bir elit grubunun yararına, genel toplumun ise çok zararına olan uygulamalara gidilmesi: Tarım, balıkçılık sübvansiyonları; çevreyi mahvedip sonra da orayı temizlemeden çekilmeyi mümkün kılan madencilik imtiyazları; dünyanın dört bir yanındaki yağmur ormanlarında iklim yıkımıyla sonuçlanacağı hâlde yürütülen kerestecilik faaliyetleri; siyasi ihtiras yüzünden ‘sur içine alınan Truva atları’; para hırsı yüzünden çevrilen dolaplarla yöneticileri ihya, hissedarları ise mahveden Enron’lar vb… Ya da, ekonomiyi ekolojinin önüne alarak, kısa vadeli çıkarlara odaklanıp gelecekteki kârlardan ‘iskonto’ etmeyi öngören rasyonelleştirmeler.
Nihayet, dördüncü bir toplum sorunu öngörmüş, algılamış ve/ya onu çözmeye girişmiş olsa bile, yine de başarısızlığa ve yıkıma uğrayabilir. Bunun muhtemel sebepleri de apaçıktır aslında: Toplumun kapasitesi yeterli olmayabilir, sorunu çözmek iflası doğuracak kadar pahalı olabilir, ya da –en kötüsü– çözme çabasına girişmek için hem artık çok geç kalmış olabiliriz, hem de çabamız artık yetersiz kalmış olacaktır. Örneğin, Avustralya’da, zararlıları kontrol altına almak için doğaya salınan ve onu tarumar eden ‘Kamış Kurbağaları’ndan ya da Amerika’nın Batısını kasıp kavuran cehennemi orman yangınlarından artık kurtulma olanağı kalmamıştır.
Profesör Diamond, tüm toplumların düzenli olarak sorunları çözmede acze düştüklerini ileri sürmüyor ve büyük krizleri başarıyla çözmüş cesur ve şanslı toplumlarla liderlerden ‘umut verici’ örnekler de veriyor: 1962 Küba füze krizinin dünya yok olmadan çözülmesini sağlayan ABD liderleri, Rwanda soykırımı boyutlarına ulaşmadan nüfus patlaması krizini önleyen Çin liderleri; yeni bir Dünya Savaşı çıkması riskini azaltan Avrupa Birliği’ni (AET) kuran Avrupa liderleri… Ve, bunların yanı sıra, hangi temel değerlerin üzerinde savaşmaya değeceğine, hangilerininse artık buna değmeyip bir kenara bırakılabileceğine karar veren ‘cesur halkları’ anıyor: Finliler, Macarlar, Britanyalılar, Fransızlar, Japonlar, Ruslar, Amerikalılar, Avustralyalılar ve diğerleri…1
Dünya, belki de tarihinde görülmüş en büyük şiddet dalgalarından birinin giderek yükselen türbülansı içinde çalkalanıyor. Ve evet, Diamond’ın vurguladığı gibi, toplumların önünde bir seçim sorunu var. 11 Eylül 2001 günü Chomsky’nin söylediği de tastamam bu işte: “Gelişmiş ülkelerin halkları şimdi bir seçimle karşı karşıya: Ya haklı ve meşru bir dehşeti ifade edebiliriz, ya da bu suçlara neyin yol açmış olabileceğini anlamaya çalışabiliriz. (…) Ya da bunu yapmayı reddeder ve böylelikle ileride çok daha kötü şeyler olması ihtimaline katkıda bulunmuş oluruz.”2 (Bkz; Onbir Eylül)
Peki, seçenekler? “…Temelde iki seçeneğimiz var: Ya dünya kabadayısının … kötülükleri yeryüzünden kovacağına güvenerek iç huzuruyla yolumuza devam ederiz. Ya da dünya âleme ilân edilmiş bu yüce çağın öğretilerini sorgular, bu sorgulamadan akılcı sonuçlar çıkarır ve belki de, ortaya çıkan gerçekliği biraz anlayabiliriz.”3
Sorgulayacak akla ve cesarete sahip miyiz? Soru, bu.

Ömer Madra
www.acikradyo.com