Stüdyoda bant kaydı her yeni başlayan programcı için can simidi gibidir. Saçmalarsan geri al, ve bu defa saçmalama. Açıkdeniz programının Açık Radyo’daki hikâyesi de haftaiçi yaptığımız bant kaydının program saatinde yayınlanması ile başlamıştı. Canlı yayın mümkünsüz bir şeydi. Herkes o anda dinliyordu ve geri dönüş yoktu ve Alican Turalı ile bizim de canlı yayına geçmeye hiç niyetimiz yoktu. Taa ki o berbat programa kadar. Konuklarla program kaydını bitirip eve dönmüştüm.. Ama tuhaf bir tedirginlik vardı üstümde. İçimden bir ses ‘Olmadı, iyi olmadı’ diyordu. Radyoyu arayıp kaydı dinlemelerini rica ettik. Beklerken kötü çıkarsa ne yapacağımı düşünüyordum. Konukları yeniden çağırma şansım yoktu. Birazdan Cem Çınlar telefonda başımdan aşağı kızgın yağlar döküyordu: “Canlı yayına geliyorsun!”
İlk defa girdiğim canlı yayın stüdyosunda yalnızdım. Alican yoktu, sohbet edecek konuk yoktu. Jenerik müziği başladığı zaman elimde küçük bir denizcilik hikâye kitabı ve nasıl tamamlayacağımı bilemediğim bir saat vardı. Ruhsuz bir okumadan sonra müzik arası verdik.
Yedi dakika geçmişti. Kulaklıktan müziği dinleyip sakinleşmeye çalışırken bir şeyler yapmalıyım diye düşünüyordum. Bir şey yap!
Füsun son 30 saniye dediğinde ben de Açıkdeniz dinleyicilerine beraber yelken yapmayı teklif etmeye hazırlanıyordum.Yayına girince Alican’ın ve benim teknenin özelliklerini anlatıp “Üzerinizde dalgaların patlamasına, ellerinizin nasır tutmasına, fırtınada ürkmeye, saatlerce rüzgârsız kalmaya varsanız arayın, Açık Radyo Yelken Takımı’nı kuralım” dedim. Arka arkaya gelen telefonlarla dakikalar akıp gitti. İlk canlı yayınımdan iki hafta sonra 35 dinleyici ile Ataköy Marina’da buluştuk. O sezon Exorient adlı yelkenli Açıkdeniz programının dinleyicileri ile yarıştı.
Beysun Gökçin