70’ler ve 80’lerde Amerika’da ortaya çıkan Disco, Hi-NRG ve House gibi akımlar Avrupa’da küçük çapta da olsa karşılığını bulmuştu. ‘Club’ kültürünün Amerika’dan sonra en çok kabul gördüğü İngiltere’de 80’ler boyunca, M/A/R/R/S, Cold Cut, Bomb The Bass, S-Xpress gibi elektronik dans müziği yapan gruplar ortaya çıktı. Fakat bu alanda Avrupa’da kitlesel olarak geniş ilgi gören ilk akım Acid House oldu. Bu yıllarda Avrupa gençliği İspanya’nın gözde ‘tatil cenneti’ İbiza’yı keşfetti. Zamanla İngiltere’de İbiza atmosferini yakalamak için birtakım partiler düzenlenmeye başladı. Londra’da Heaven, Shoom, ve Project Club gibi kulüpler açıldı. Shoom’da Dj Danny Rampling, Heaven’da Paul Oakenfold gibi isimler Chicago House, Acid House, Indie ve Hip-hop karışımı bir müzik çalıyorlardı. Bu dönemde kulüplere gidilirken İbiza’da geçen yaz tatillerini anımsatan yazlık giysiler, özellikle de beyaz tişörtler giyiliyor, fosforlu, parlak renklerle gerçek üstü bir ortam yaratılıyordu. Kısa süre içinde Acid House Londra gece hayatının önemli bir parçası haline geldi.


303 State

Chicago House’un bir alt türü olarak ortaya çıkan Acid House varlığını Roland TBR-303 adlı bas makinasına borçluydu. Roland bu aleti TR-606 davul makinasını tamamlayıcı bir unsur olarak 1981’de piyasaya sürdü. Tek oktavlık klavyesi ve altı ayar düğmesi olan 303’ün satışları öyle kötüydü ki, alet iki sene sonra piyasadan kaldırıldı. TR-909’un ortaya çıkışıyla eski davul makinaları da tarihe karıştı. Fakat Chicago’daki House müzisyenleri 80’lerin ortasında 303’ü tekrar keşfettiler ve üretimi durdurulup bir kenara atılan bu küçük kutudan Acid House denen müziği çıkardılar.
Dj Pierre ve arkadaşı Spanky kendilerine bir 303 aldıklarında aleti kullanım kılavuzunda yazıldığı gibi, bas melodileri yazmak için kullanmayı amaçlıyorlardı. Fakat aletin üstündeki ayarlar ve rezonans filtreleriyle sesleri tamamen değiştirebildiklerini farkettiler ve sesler üzerinde oynamaya, olanakların sınırlarını zorlamaya başladılar. “Acid sound’u 303’ün içinde zaten vardı” diyen Pierre ve Spanky, yaptıkları kayıtları The Music Box adlı kulübün ünlü Dj’i Ron Hardy’ye verdiler. Benzeri kayıtlar korsan kasetlerle yayıldı ve insanlar müzik dükkânlarına gidip bu tuhaf müziği aramaya başladılar. Acid House’a adını veren Pierre, bu adı seçerken psikedelik özelliklerinden dolayı Acid Rock’tan etkilendiklerini ve de LSD’yle ilgisi olmadığını, kendisinin de hiç uyuşturucu kullanmadığını söylüyordu.
Aynı dönemde Phuture, ardından da Slazy D, Adonis, BamBam gibi Dj’ler de 303’ü kullanmaya başladılar. İki sene sonra Acid House’u keşfeden Avrupa’lı müzisyenler 303’ü değil de bir sonraki modeli olan 909’u tercih ettiler. Fakat şimdi bile birçok müzisyen bir klasik olan 303’ün yerini hiçbir aletin tutamayacağını söylüyor. Kimilerine göre tekerlek gibi, asla eskimeyecek ve değişmeyecek bir icat olan 303’le elde edilen seslerin ve uyarıcılarla beraber yaratabileceği etkilerin sınırı yoktu. Bir süre sonra bu sesler partileri ve kulüpleri sardı. Güneş gözlüklü, beyaz tişörtlü gençler kulüpleri doldurdu. Şık ve abartılı kıyafetlerle kulübe gitme dönemi kapandı. Rahat dansedilebilen yazlık kıyafetler ve spor ayakkabılar tercih edilmeye başladı. Önceleri underground hippie’lerin kullandığı sarı ‘smiley’ sembolü bu yıllarda tekrar keşfedildi ve Acid House kültürünün simgesi oldu. Smiley güneş, eğlence ve mutluluğun sembolüydü. Bir yıl içinde smiley Londra sınırlarını aştı ve Avrupa’yı sardı. Avrupa ilk kez dans üzerine kurulu bir altkültür hareketine sahne oluyordu.
Underground Nedir?
Acid House’un çıkışının ardından 1988 yılında İngiltere’de ikinci Summer of Love yaşandı. İlk Summer of Love 1967 yılında San Francisco’da Hippie hareketiyle yaşanmıştı. 68 kuşağının çocukları 88 yılında Hippie ruhunu farklı bir şekilde canlandırdılar.
Büyük depolarda illegal partiler düzenleniyordu. Olası polis baskınlarında müzik sistemini kaçırabilmek için kapıda büyük bir kamyon hazırda tutuluyordu. Parti haberleri elden dağıtılan flyer’lar ve zincirleme telefonlarla duyuruluyordu. Ardarda partilerin yapıldığı bu dönemde işin içinde olan insanlar zaten iletişim ağının bir parçası oluyor, bir sonraki olayın nerede gerçekleşeceğini biliyorlardı. Ruhsatsız içki satışı ve uyuşturucu kullanımı yüzünden sık sık polis baskınları yapılıyordu. İnsanlar sırtlarında hoparlörlerle polisten kaçıyorlar, bazen aynı parti bir gece içinde yedi kez yer değiştiriyordu. Baskın korkusu, ışık ve havalandırma sistemlerinin olmayışı, kendi içeceklerini partiye taşıma zorunluluğu gibi sıkıntıların yaşandığı bu dönemde insanlar hiçbir şeyi yeterince beğenmeyip, herşeyden şikâyet etmeye henüz başlamamışlardı. İyi müzikler ve birarada olmak o zamanlar mutlu olmak için yeterliydi. En zor şartlar altında, Clubbing denen hadisenin en saf hali yaşanıyordu.
Acid House, Punk’tan bu yana Avrupa’da yaşanan en büyük gençlik hareketiydi. Öfkeli ve sert Punk akımının ardından, barışçıl, eğlence ve dans üzerine kurulu bir hareket gençleri biraraya getirdi. Belirgin bir politik tavrı olmayan, hatta politikayı reddeden Acid House etrafında hedonistik bir kültür oluştu. Bu apolitik tavır da farklı bir duruşun ve tepkinin ifadesiydi. 80’lerin gençliği belirsiz ütopyalar peşinde koşmak yerine yaşadıkları an içinde mutlu olmayı tercih ediyordu. Summer of Love’la beraber hayat, ecstacy destekli, bitmek bilmeyen bir partiye dönüştü. Mutluluk şimdi, bir çatı altında gülümseyerek danseden, terden sırılsıklam ve yarıçıplak yüzlerce gençten biri olmaktı.
Rave
‘Rave’ sözcüğü dans müziğiyle ilgili anlamını Jamaica’da ‘raving’ adı verilen danslı eğlencelerden alıyordu. ‘Raver’ sözüğü ise İngiltere’de Rap ve House müzik dinleyip underground partilere giden siyahlar için kullanılıyordu. 1988 yılında Manchester’da güçlü bir clubbing ortamı oluşmaya başlamıştı. Bu dönemde Manchester’daki kulüplerde gitar melodilerine dayalı İngiliz müzikleri ve house birarada çalınıyordu. Hacienda gibi kulüplerde farklı kaynaklardan müzisyenler biraraya geliyorlar, gitar müziğini yeni dans beat’leriyle birleştiriyorlardı. Primal Scream, Happy Mondays, Stone Roses, The Farm gibi gruplar, Andy Weatherall ve Paul Oakenfold gibi Dj’lerle çalışıyorlardı. Manchester’da çıkan bu akıma ‘Rave’, yaşanan müzik devrimine de ‘Rave-O-lution’ dendi. (Bkz; Rave)
Rave partilerin ilk örneklerinde önce Dj’ler çalıyor, ardından gruplar sahne alıyordu. Normalde konserlerde en fazla ayağıyla tempo tutup şöyle bir başını sallayan insanlar bu grupları partide dinlediklerinde deliler gibi dansediyorlardı. Gitgide silinmekte olan müzik grubu kavramı Rave’lerle tekrar canlandı. Pop müzikle dans müziğinin biraraya gelişi, Dj’lere remix yapmak açısından büyük bir özgürlük sağladı. Andy Weatherall, Paul Oakenfold, Terry Farley gibi Dj’ler Rave sound’unun oluşmasında belirleyici oldular. Alman Rave ortamlarındaysa Dj Hell, Dj Olaf, Dj Woody, Sven Vath, Westbam gibi isimler duyulmaya başladı. Bu dönemde Dj’ler de statü kazandı ve diğer müzisyenlerle aynı seviyede görülmeye başladı.
“Can You Feel It?…”
Rave sadece müzik ve uyuşturucudan ibaret bir şey değildi. Temelini birçok kültürde farklı şekillerde yer alan müzikle transa geçme geleneğinden alan Rave, yeni çağın paganları için; kendi ahlâk ve değer yargıları, alışkanlıkları, ritüelleri olan bir yaşam biçimi, adeta bir din oldu. Öyküler anlatan sözlü şarkı geleneğinin aksine rave kişiye öyküleri yaşatıyor, deneyimin anlatısına değil, kendisine dayanıyordu. Rave kültürü gerçekler yerine duygular, anlam yerine tutkular üzerine kurulu bir olguydu.
Acid House’la başlayan dans ve müzik hareketiyle yeni bir eğlence ve mutluluk anlayışı oluştu ve Rave kavramı ortaya çıktı. 1992 yılında New York’taki Nasa adlı kulübün flyer’ında Rave şöyle açıklanıyordu; “Kendisi ve çevresiyle tam bir uyum içinde olmanın, gülümseyen insanlar arasında dansederken huzurlu ve güvende hissetmenin, Dj’in bir hamlesiyle zihnin derin ve karanlık mağaralarına uzanıp, oradan da ruhsal ütopyaların en yüksek zirvelerine yolculuk etmenin zevkini tatmamış insanlara Rave’in ne olduğunu anlatmaya çalışmayın….” Uyuşturucu, ışık, müzik ve topluluğun enerjisiyle anlamını bulan “Can You feel it?” sözcükleri, egonun kırılarak danseden bir bütünün içine dağıldığı, bireysel varoluşun sürekli olarak bin parçaya bölünüp tekrar biraraya geldiği ânı müjdeliyordu. Rave’lerle beraber kız ya da erkek tavlamak için gece dışarı çıkma anlayışı, yerini topluluğa ait olma ve paylaşıma dayalı sosyal bir olguya bıraktı; Peace, Love, Unity, Respect: P.L.U.R.
Orada Olmak…
90’lara doğru sönen Acid House yerini Hardcore’a bıraktı. Rave’lerde ağırlıklı olarak Hardcore, techno, trance, gabber gibi müzikler çalınmaya başladı. İngiltere ve Almanya’da ortaya çıkan rave kültürü Amerika’ya taşınmaya başladı. Dj Frankie Bones’un Brooklyn’de gerçekleştirdiği Stormrave partileri Amerika’daki ilk rave örnekleriydi. Sven Vaeth, Doc Martin, Keoki, Josh Wink gibi Dj’lerin ünü bu partilerle yayıldı. Amerikan rave ortamı gitgide güçlenirken Avrupa’da rave’lerin piyasa değeri farkedildi ve yüksek fiyatlarla dev organizasyonlar yapılmaya başladı. Sponsorlar, reklamlar, milyonlarca dolar; çeşitli birey, kurum ve kuruluşların maddi çıkarları işin içine girdi. Rave’in temelini oluşturan ‘P.L.U.R.’ gibi kavramlar ticari partilerle anlamını yitirdi. Bu gibi organizasyonlarla rave pahalı bir hobiye, parlak bir podyuma dönüştü. Rave’lerde giyilen bol pantolonlar, bebek elbiseleri, aksesuarlar gündelik hayata girdi. Eski günler kulaktan kulağa yayılan bir yaratılış efsanesi oldu. Ne olursa olsun rave, Hakim Bey’in deyişiyle bir T.A.Z. (Temporary Autonomous Zone) yani ‘geçici bağımsız alan’dı. Zamandan zaman çalmak, kendinden kendini çalmak, yanındakilerle paylaşmak, müziğin içine girmek, kendi içinden çıkmaktı. Rave orada olmaktı.
Sona Ertekin
www.acikradyo.com
10 Aralık 2001
Kaynaklar
Ulf Poschardt; Dj Culture. London: Quartet Books, 1998.
Simon Reynolds; Generation Ecstasy: Into The World of Techno and Rave Culture. New York: Routledge, 1999.