Aynı nehirde iki kere yıkanamayacağımız gibi aynı kitabı da iki kere okuyamayız aslında… Zira bir kitap da tıpkı bir radyo yayını gibi zamanla havaya karışır ve uzaydaki yolculuğuna devam eder. Okurken içimize işleyen satırlarına bizden bir şeyler katıldıkça aralanmaktan kabaran sayfaları ve ona yüklediğimiz anlamlarla nefes almaya başlar, gitgide genişler. İçine aldığımız notlar, kıvırdığımız sayfalar, arasına yerleştirdiğimiz çiçekler ve tren biletleriyle kalınlaşır. Sayfalarının rengi solup görkemli kapağı tüm zarafetiyle yıpranırken o da tıpkı bize benzer. Zamanla değişir ve zenginleşir…. Kaybedilmiş görünenlerin hiçbiri çok da uzağımızda değildir aslında. Yaşamımıza, ruhumuza, belleğimize kattığımız herkes ve her şey o büyük ve sonsuz uzay macerasının bir parçasıdır.
Peki, radyo deneyimi bir kitaba aktarılabilir mi? Bundan tam 15 yıl önce yayınladığımız Açık Kitap’ı hazırlarken kafamızdaki soru buydu. Açık Radyo’nun doğumundan itibaren hep birlikte yaşadığımız bu büyük macerayı bir kitapta toplama arzusu konuşula konuşula büyüdü. Çılgınca bir hevesle sabaha kadar süren toplantılar ve beş yıl süren kolektif bir uğraşın sonucunda tozlu dosyalar, unutulmuş kayıtlar ve dinleyici mektuplarıyla dolu yılların tortusunu bu kitapta bir araya getirdik. Açık Radyo’yu anlatan değil de Açık Radyo ‘gibi’ bir kitap yapmaya niyet etmiştik: kalabalık, cümbüşlü, kâinatın ve radyomuzun tüm renklerini ve seslerini bir araya getirecek bir Açık Kitap.
Belki farkında bile olmadan bu kitabı o dinleyiciye ithaf etmiştik:
İstanbul’da arabasını park ettikten sonra içinde oturmaya devam eden ve dikkatli gözlerle boşluğa bakan bir adam görürseniz, bilirsiniz ki o bir Açık Radyo dinleyicisidir. Dinlediği program neyse artık, onu bırakıp eve gidip radyoyu açana kadar geçecek sürede dinlediği konuşmayı ya da müziği kaçıracağına, arabasında oturmayı yeğler. Dinlediklerini belki daha sonra bir dostuna iştahla anlatacaktır.
Aradan geçen 15 yılda bizler gibi dünya da değişti ve bu değişimi bazen umut, bazen dehşetle izlerken Açık Radyo iyi günde ve kötü günde daima bize eşlik etti. Çoğu zaman gözlerimizin, kulaklarımızın inanamadığı şeyleri anlamlandırabilmek için Açık Radyo’ya güvendik. Bu çılgın istikamet ve hızdan başımız döndüğümüzde hoş bir seda ile yüreğimizi ferahlatmak için yine radyomuzun dalgaları arasında müziğin ritmine ve tatlı sohbetlere dalıp gittik. Radyomuzu dinleyerek büyüyen çocuklarımızın genç yetişkinlere dönüşmelerini ve Açık Radyo’nun mirasını, değerlerini, oyuncu mizacını şimdi kendi çocuklarıyla paylaşmalarını izledik.
2024 yılında Apaçık Radyo adıyla dijital yayına geçişimizden bu yana arabasında oturan o adam radyosunu tek bir düğmeye basarak karasal yayından dinleyemiyor şu günlerde. Fakat bunca senedir bu geniş aile ve büyük mirası kendi ruhuna kattığından olsa gerek, Açık Radyo da sadece bir karasal yayını ifade etmiyor artık. Dünyayla ve bizimle birlikte evrilip genişleyen uzay boşluğu gibi Açık Radyo da gitgide zenginleşen ve içimize işleyip derinleşen anlamlarıyla DNA’mızın bir parçası haline geldi.
Şimdi hep birlikte yaşadığımız bu karşı konulmaz değişimle birlikte Açık Kitap’ı çağın ruhuyla buluşturmanın zamanı geldi. Dijital bir bellek, yaşayan bir arşiv, geçmişle bugünü birbirine bağlayan bir köprü olarak yeniden doğan Açık Kitap şimdi yepyeni bir mecra ile yolculuğuna devam ederken ilk kez 1995 yılında yayına geçen Açık Radyo’nun belgeleri, sesleri ve tanıklıkları da şimdi yeni bir kuşağa ulaşıyor.
Zamanın nehri akarken maceramız devam ediyor…
Sona Ertekin, 2025